Paul karl feyerabend 13 Ocak 1924'te Viyana'da doğdu. Avusturya asıllı abd'li filozof. Bilimsel gelişmenin ancak yeni kuramların eskilerini yadsımasıyla sağlanabileceğini ileri



Yüklə 8,94 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə9/135
tarix24.12.2017
ölçüsü8,94 Kb.
#17198
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   135

rafından bütünüyle lekelendiği için de, ona elveda demenin zamanıdır.
Buraya kadar anlattıklarım hikâyenin bir yönü: birçok şey Akılla
değil Akla rağmen başarılmıştır. Öteki yönü ise şu: Akıl da yapacağını
yapmıştır. Başarılan çarpıtmış, normal sınırlarının ötesine uzatmıştır,
dolayısıyla, kendi adı altında üreyen aşırılıklardan en azından kısmen
sorumlu   olduğu   söylenmelidir.   Aşağıdaki   denemelerde   geliştirdiğim
argümanlar bu çarpıtıcı failin mevcudiyeti tarafmdan yaratılmış yanlış
bilinci konu alıyor.
İşe Aklın temelinin dibini oyan, görecilik adındaki bir felsefeyle
başlıyorum. Tartışmanın amacına uygun olarak, yekpâre "‘görecilik”
gövdesini   en   mütevazı,   hattâ   alelade   denilebilecek   önermelerden
(bunlara bile itirazlar var!) daha iddialı ve aynı zamanda, maalesef,
daha   teknik   Önermelere   doğru   bir   dizi   tez   halinde   ayrıştırıyorum.
Amaç göreciliğin aklayatkm, insani ve genel olarak sanılandan daha
yaygın bir tutum olduğunu göstermek.
Daha sonra II. Bölüm’de, ilk Batılı entelektüel Ksenofanes’i huzura
getiriyorum.   Ksenofanes   ilginç   bir   karakter,   hoş   bir   kafa;   şakadan
sakınmaz, tantanalı cümleler ve belâgattan da. Geleneğe, özellikle de
Homeros’un   tanrılarına   yönelttiği   eleştiriler  Mircea  Eliade,  W.K.C.
Guthrie, Karl Popper  ve  Franz Schac- hermayr  gibi çeşitli yazarlar
tarafmdan övgüyle karşılanmıştır. Bu eleştirilerde hemen göze çarpan
tüm Akılcı felsefelere özgü tipik bir namussuzluktur: ne inandırıcı ne
de   tartışılmış   olan   kendi   tuhaf   varsayımlarını   koyduktan   sonra
onlardan   farklı   görüşleri   savundukları   için   hasımlanyla   alay   etmek.
Ksenofanes’in   ilk   kuşak   ardılları   bu   zaafı   fark   eder.   Herodot   ve
Sofokles   sanki   Ksenofanes   hiç   yaşamamış   gibi   tanrılar   hakkında
yazmaya   devam   eder,   ilk   bilimadamlanndan   bazıları   çalışma   alan-
larındaki soyut yaklaşımları eleştirirler.
Bu beni III. Bölüm’ün konusu olan bir düşünceyi, bilginin ev-
rensel   Hke   ya   da   teorilere   dayanması   gerektiği   düşüncesini   tar-
tışmaya götürüyor. Oldukça soyut kavramlar kullanan başarılı birçok
teori  
olduğu
  inkar   edilemez.   Fakat   böyle   teoriler   var   diye,   bilme
iddiasında olduğumuz her şeye şamil uzun erimli sonuçlar sıralamaya
kalkışmadan önce şu üç soruyu sormak gerekir: bu teoriler ne anlama
geliyor (“nesnel gerçeklik"in belli, yaygın, ortak


özelliklerini mi betimliyorlar yoksa yalnızca doğası bizim dışımızda
belirlenen birtakım olayları öngörmemize yardımcı mı oluyorlar?);
ne kadar etkilidirler (teoriler, düz anlamıyla alındığında, belki de her
zaman   yetersizdirler   ve   onlardan   çı-   karsandığı   söylenen   doğru
sonuçlar   belki   de   şu   düzeltici   ad  hoc  varsayımlar   ya   da
yaklaşıklaştırmalar  [approximations]  sayesinde üretilmektedir?); ve
nasıl   kullanılıyorlar?   Bu   sorulara   cevap   verdikten   sonra   bir   adım
daha atıp fizik, astronomi ya da moleküler biyolojideki başarıların
mantıksal olarak peşinden tıp, ulusal savunma ya da diğer kültürlerle
ilişkiler   konusunda   da   onlarınkine   benzer   nesnellik   ve   soyutlukta
birtakım   ilkeler   bulunması   gerektiğini   getirip   getirmediğini
sormalıyız.
Üçüncü   sorunun   -bilimsel   teoriler   nasıl   kullanılır?-   cevabı   şu:
teori oluşturma, uygulama ve geliştirme pratiği bir sanat, dolayısıyla
da   tarihsel   bir   süreçtir.   (Bir   “bilgi   toplamı”   olarak   bilim
düşüncesinin tersine) canlı bir girişim olarak bilim, tarihin bir par-
çasıdır.   Ders   kitaplarımızı   süsleyen   formüller   tarih   nehri   içinde
sürdürülen faaliyetlerin geçici olarak don(durul)muş parçalarıdırlar.
Eğer   anlamak   ve   sonuçlar   çıkarmak   istiyorsak   onları   yeniden
eritmeli   ve   nehre   göndermeliyiz.   Bu   tür   dönemlerin   bilimsel
incelemelerinin   tanık   olduğu   gibi,   her   önemli   değişimde   bunlar
yeniden eritilirler.  Doğa bilimleri ve sosyal bilimler ayrımı, ya da
eski  Naturwissenschafte  ve  Geisteswissenschaften  ayrımı,   ya   da
benzeri   bilim   ve   sanat   (bilimler   ve   beşeri   bilimler)   ayrımı   gibi
ayrımlar   gerçek   şeyler   arasındaki   değil   gerçek   şeylerle   (sanatlar,
beşeri bilimler, bilimler -hepsi de eldeki geleneklerdir ya da onlarla
uğraşırlar) onlar hakkmdaki karabasanlar arasındaki ayrımlardır.
Bu karabasanlar bilgiyi anlama çabalarımız üzerinde tayin edici
ve elbette hiçbir biçimde bizim iyiliğimize olmayan etkiler doğurdu.
Eğer gerçeklik, hem insan yaşamından bağımsız olarak geçerli, hem
de içinde o yaşamın hiçbir veçhesine yer vermeyen teorilerle tarif
ediliyorsa her şey bir yana, insan akimın gerçekliği yakalaması nasıl
mümkün olmaktadır? O durumda insanın çabalarıyla sözüm ona bu
çabaların   sonuçları   arasında   aşılmaz   bir   uçurum   oluşmaz   mıydı?
Fakat insan aklı gerçekliği yakalar -bilimin başarıları buna tanıklık
ediyor. Söz konusu uçu-


ruma   köprü   kurma   işine   Akılcı   bir   açıklama   getirme   girişimleri
(tümevarım   ve   doğrulama   teorileri;   aşkın   idealizm)   başarısızlıkla
sonuçlandı.   Dahası   bu   girişimler   bilimadamlannı   âdeta   tümevarım
makinelerine, veri-işlemcilere çeviriyor gibiydiler. Teori şampiyonları
hemen   buna   da   bir   çözüm   buldular:   bilimadamlan   sanatçılara
benziyordu; yaratıcı sıçrama denilen bir dizi mucize ile yakalıyorlardı
gerçekliği. IV. Bölüm sanatlar için bile bunun bir çözüm değil çözüm
müsveddesi olduğunu gösteriyor. Zaten buna ihtiyaç da yoktur: bilimi
tarihin  bir  parçası  olarak  almak,  kişisel  yaratıcılık  fikrinin  çözmeyi
amaçladığı sorunları sorun olmaktan çıkarır.
Ayrıca görünüşte bilimler  ve  sanatlar  arasında  olduğu  söylenen
ayrımı  da  ortadan kaldırır.  İlerleme  düşüncesi  konusunda vardığım
sonuçlar   V.   Bölüm’de   inceleniyor:   ilerleme   yargılan   bilimlerde   de
sanatlarda da göreli yargılardır.
Beni IV. Böİüm’ün sonuna kadar okuma sabrım gösteren okur,
Akıl ve Akılcılığa yönelttiğim eleştirilerin, onların eski biçimleri için
geçerli   olduğunu   ancak   Popper’in   “eleştirel   akılcılık”!   için   geçerli
olmadığını  söyleyecektir.   VI.  Bölüm  bu  itirazı   cevaplıyor.  Popper’
inki gibi evrensel olarak eleştirel bir felsefenin aslında ya hiçbir esası
olmadığını   -hiçbir   şeyi   dışarda   bırakmaz-   ya   da   alıkoymak
isteyebileceğimiz kimi eylemlere set çektiğini, kimi fikirleri ortadan
kaldırdığını   gösteriyorum.   Laf   salatası   ya  da   engel   -işte   Popper’in
önündeki   iki   seçenek;   ve   savuşturacağı   eleştiriye   bağlı   olarak   şu
tarafta birini, öte tarafta diğerini kullanır. Örneğin Batı kültürünün o
muhteşem   sarayına   girmek   istemeyen   insanlara   karşı   “bir   tür
emperyalizm”in devreye sokulmasında tereddüt göstermez 
(The Open
Society and Its Enemies,
 Cilt 1, New York 1963, s.181.
Peki, daha iyi bir felsefe var mı? Bilgimize katkıda bulunabilecek
düşünce   ve   eylemleri   ortadan   kaldırmadan   anlayışımızı
geliştirebilecek bilim felsefeleri var mı? Evet. VII. Bölüm buna bir
örnek veriyor:  Ernst  Mach’ın felsefesi. Emst Mach fizik, fizyoloji,
bilim   tarihi,   düşünce   tarihi   ve   genel   olarak   felsefeye   katkıda
bulunmuş   bir   düşünürdür.   Viyana   Çevresi'nin   bilim   imgemizi
yeniden tanımlamaya girişerek korkunç bir şekilde daraltmasından
önce yaşadığı için, bu kadar geniş bir ilgi


Yüklə 8,94 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   135




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə