rafından bütünüyle lekelendiği için de, ona elveda demenin zamanıdır.
Buraya kadar anlattıklarım hikâyenin bir yönü: birçok şey Akılla
değil Akla rağmen başarılmıştır. Öteki yönü ise şu: Akıl da yapacağını
yapmıştır. Başarılan çarpıtmış, normal sınırlarının ötesine uzatmıştır,
dolayısıyla, kendi adı altında üreyen aşırılıklardan en azından kısmen
sorumlu olduğu söylenmelidir. Aşağıdaki denemelerde geliştirdiğim
argümanlar bu çarpıtıcı failin mevcudiyeti tarafmdan yaratılmış yanlış
bilinci konu alıyor.
İşe Aklın temelinin dibini oyan, görecilik adındaki bir felsefeyle
başlıyorum. Tartışmanın amacına uygun olarak, yekpâre "‘görecilik”
gövdesini en mütevazı, hattâ alelade denilebilecek önermelerden
(bunlara bile itirazlar var!) daha iddialı ve aynı zamanda, maalesef,
daha teknik Önermelere doğru bir dizi tez halinde ayrıştırıyorum.
Amaç göreciliğin aklayatkm, insani ve genel olarak sanılandan daha
yaygın bir tutum olduğunu göstermek.
Daha sonra II. Bölüm’de, ilk Batılı entelektüel Ksenofanes’i huzura
getiriyorum. Ksenofanes ilginç bir karakter, hoş bir kafa; şakadan
sakınmaz, tantanalı cümleler ve belâgattan da. Geleneğe, özellikle de
Homeros’un tanrılarına yönelttiği eleştiriler Mircea Eliade, W.K.C.
Guthrie, Karl Popper ve Franz Schac- hermayr gibi çeşitli yazarlar
tarafmdan övgüyle karşılanmıştır. Bu eleştirilerde hemen göze çarpan
tüm Akılcı felsefelere özgü tipik bir namussuzluktur: ne inandırıcı ne
de tartışılmış olan kendi tuhaf varsayımlarını koyduktan sonra
onlardan farklı görüşleri savundukları için hasımlanyla alay etmek.
Ksenofanes’in ilk kuşak ardılları bu zaafı fark eder. Herodot ve
Sofokles sanki Ksenofanes hiç yaşamamış gibi tanrılar hakkında
yazmaya devam eder, ilk bilimadamlanndan bazıları çalışma alan-
larındaki soyut yaklaşımları eleştirirler.
Bu beni III. Bölüm’ün konusu olan bir düşünceyi, bilginin ev-
rensel Hke ya da teorilere dayanması gerektiği düşüncesini tar-
tışmaya götürüyor. Oldukça soyut kavramlar kullanan başarılı birçok
teori
olduğu
inkar edilemez. Fakat böyle teoriler var diye, bilme
iddiasında olduğumuz her şeye şamil uzun erimli sonuçlar sıralamaya
kalkışmadan önce şu üç soruyu sormak gerekir: bu teoriler ne anlama
geliyor (“nesnel gerçeklik"in belli, yaygın, ortak
özelliklerini mi betimliyorlar yoksa yalnızca doğası bizim dışımızda
belirlenen birtakım olayları öngörmemize yardımcı mı oluyorlar?);
ne kadar etkilidirler (teoriler, düz anlamıyla alındığında, belki de her
zaman yetersizdirler ve onlardan çı- karsandığı söylenen doğru
sonuçlar belki de şu düzeltici ad hoc varsayımlar ya da
yaklaşıklaştırmalar [approximations] sayesinde üretilmektedir?); ve
nasıl kullanılıyorlar? Bu sorulara cevap verdikten sonra bir adım
daha atıp fizik, astronomi ya da moleküler biyolojideki başarıların
mantıksal olarak peşinden tıp, ulusal savunma ya da diğer kültürlerle
ilişkiler konusunda da onlarınkine benzer nesnellik ve soyutlukta
birtakım ilkeler bulunması gerektiğini getirip getirmediğini
sormalıyız.
Üçüncü sorunun -bilimsel teoriler nasıl kullanılır?- cevabı şu:
teori oluşturma, uygulama ve geliştirme pratiği bir sanat, dolayısıyla
da tarihsel bir süreçtir. (Bir “bilgi toplamı” olarak bilim
düşüncesinin tersine) canlı bir girişim olarak bilim, tarihin bir par-
çasıdır. Ders kitaplarımızı süsleyen formüller tarih nehri içinde
sürdürülen faaliyetlerin geçici olarak don(durul)muş parçalarıdırlar.
Eğer anlamak ve sonuçlar çıkarmak istiyorsak onları yeniden
eritmeli ve nehre göndermeliyiz. Bu tür dönemlerin bilimsel
incelemelerinin tanık olduğu gibi, her önemli değişimde bunlar
yeniden eritilirler. Doğa bilimleri ve sosyal bilimler ayrımı, ya da
eski Naturwissenschafte ve Geisteswissenschaften ayrımı, ya da
benzeri bilim ve sanat (bilimler ve beşeri bilimler) ayrımı gibi
ayrımlar gerçek şeyler arasındaki değil gerçek şeylerle (sanatlar,
beşeri bilimler, bilimler -hepsi de eldeki geleneklerdir ya da onlarla
uğraşırlar) onlar hakkmdaki karabasanlar arasındaki ayrımlardır.
Bu karabasanlar bilgiyi anlama çabalarımız üzerinde tayin edici
ve elbette hiçbir biçimde bizim iyiliğimize olmayan etkiler doğurdu.
Eğer gerçeklik, hem insan yaşamından bağımsız olarak geçerli, hem
de içinde o yaşamın hiçbir veçhesine yer vermeyen teorilerle tarif
ediliyorsa her şey bir yana, insan akimın gerçekliği yakalaması nasıl
mümkün olmaktadır? O durumda insanın çabalarıyla sözüm ona bu
çabaların sonuçları arasında aşılmaz bir uçurum oluşmaz mıydı?
Fakat insan aklı gerçekliği yakalar -bilimin başarıları buna tanıklık
ediyor. Söz konusu uçu-
ruma köprü kurma işine Akılcı bir açıklama getirme girişimleri
(tümevarım ve doğrulama teorileri; aşkın idealizm) başarısızlıkla
sonuçlandı. Dahası bu girişimler bilimadamlannı âdeta tümevarım
makinelerine, veri-işlemcilere çeviriyor gibiydiler. Teori şampiyonları
hemen buna da bir çözüm buldular: bilimadamlan sanatçılara
benziyordu; yaratıcı sıçrama denilen bir dizi mucize ile yakalıyorlardı
gerçekliği. IV. Bölüm sanatlar için bile bunun bir çözüm değil çözüm
müsveddesi olduğunu gösteriyor. Zaten buna ihtiyaç da yoktur: bilimi
tarihin bir parçası olarak almak, kişisel yaratıcılık fikrinin çözmeyi
amaçladığı sorunları sorun olmaktan çıkarır.
Ayrıca görünüşte bilimler ve sanatlar arasında olduğu söylenen
ayrımı da ortadan kaldırır. İlerleme düşüncesi konusunda vardığım
sonuçlar V. Bölüm’de inceleniyor: ilerleme yargılan bilimlerde de
sanatlarda da göreli yargılardır.
Beni IV. Böİüm’ün sonuna kadar okuma sabrım gösteren okur,
Akıl ve Akılcılığa yönelttiğim eleştirilerin, onların eski biçimleri için
geçerli olduğunu ancak Popper’in “eleştirel akılcılık”! için geçerli
olmadığını söyleyecektir. VI. Bölüm bu itirazı cevaplıyor. Popper’
inki gibi evrensel olarak eleştirel bir felsefenin aslında ya hiçbir esası
olmadığını -hiçbir şeyi dışarda bırakmaz- ya da alıkoymak
isteyebileceğimiz kimi eylemlere set çektiğini, kimi fikirleri ortadan
kaldırdığını gösteriyorum. Laf salatası ya da engel -işte Popper’in
önündeki iki seçenek; ve savuşturacağı eleştiriye bağlı olarak şu
tarafta birini, öte tarafta diğerini kullanır. Örneğin Batı kültürünün o
muhteşem sarayına girmek istemeyen insanlara karşı “bir tür
emperyalizm”in devreye sokulmasında tereddüt göstermez
(The Open
Society and Its Enemies,
Cilt 1, New York 1963, s.181.
Peki, daha iyi bir felsefe var mı? Bilgimize katkıda bulunabilecek
düşünce ve eylemleri ortadan kaldırmadan anlayışımızı
geliştirebilecek bilim felsefeleri var mı? Evet. VII. Bölüm buna bir
örnek veriyor: Ernst Mach’ın felsefesi. Emst Mach fizik, fizyoloji,
bilim tarihi, düşünce tarihi ve genel olarak felsefeye katkıda
bulunmuş bir düşünürdür. Viyana Çevresi'nin bilim imgemizi
yeniden tanımlamaya girişerek korkunç bir şekilde daraltmasından
önce yaşadığı için, bu kadar geniş bir ilgi
Dostları ilə paylaş: |