Paul karl feyerabend 13 Ocak 1924'te Viyana'da doğdu. Avusturya asıllı abd'li filozof. Bilimsel gelişmenin ancak yeni kuramların eskilerini yadsımasıyla sağlanabileceğini ileri



Yüklə 8,94 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə7/135
tarix24.12.2017
ölçüsü8,94 Kb.
#17198
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   135

nuda kafa yormaya başlamadan çok önce argüman zaten yerleşik bir
şeydi. Bu anlamda Yunanlılar genel anlamda argümandan çok, içinde
geçtiği ortamdan bağımsız ve sonuçlarının evrensel olduğuna inanılan
özel ve standart bir argüman tarzı bulmuşlardır. Yani antik dönemdeki
kadim,   geleneklerden   bağımsız  
hakikatler  
fikri   (denilebilirse   maddi
nesnellik nosyonu), kültürel çeşitlilik sorununa toslamış ve dönem için
görece   daha   yeni   bir   fikir   olan   geleneklerden   bağımsız  
hakikate
ulaşma   yollan
  olduğu   fikriyle   (for-   mel   nesnellik   nosyonu)   yer
değiştirmiştir.   Akılcı   olmak   ya  da   aklı   kullanmak   şimdi   bu   yolları
kullanmak   ve   bu   şekilde   ulaşılan,   sonuçları   kabullenmek   anlamına
geliyordu.
Formel nesnellik nosyonunun da ötekine benzer sorunları vardır.
Bunda   şaşılacak   bir   yan   yok   -“formel”   usûller   bazı   dünyalar   için
anlamlıdır, bazıları için ise aptalca. Örneğin, her seferinde ardından
daha   kapsamlı   açıklamaların   sökün   ettiği   sonu   gelmez   bir   eleştiri
sürecine   rağbet   etmek,   niteliksel   ve   niceliksel   olarak   sınırlı   bir
evrende işlemez. Maddi güvenlik ve manevi doyum sağlayan yaşam
biçimlerini   bozduğu   düşünülerek,   ahlâki   gerekçelerle   bile
reddedilebilir: Bazı halklar sürekli yeni fikirler peşinde koşmak yerine
istikrarlı   bir   dünyada   sefa   sürmeyi   tercih   eder.   Mevcut   görüşleri
çürütmek   için   yollar  arama   ve   bunlan   ciddiye  alma   yönündeki   bir
talep ancak çürütme evrelerinin tıpkı depremler gibi nadir ve uzun
aralıklarla geldiği bir dünyada düzenli bir gelişmeye yol açar; Ancak
böyle bir dünyada bir çürütme dönemiyle diğeri arasında teorilerimizi
inşa   edebilir,   geliştirebilir   ve   onlarla   barış   içinde   bir   arada
yaşayabiliriz. Fakat eğer teoriler, pek çok toplumsal konuda olduğu
gibi   bir   “anomaliler   okyanusu”nda   yüzüyorsa   tüm   bunlar
imkansızlaşacaktır   (krş.   benim  
Philosophical   Papers,
  Cambridge,
Mass. Cilt 1, 6. Bölüm, l. Kesim). Temel inançları ya da araştırma
sonuçlarım nesnelleştirme alışkanlığı, bir tür karşılıklı tamamlayıcılık
düşüncesi taşıyan bir dünyada ya da sıcak toplumsal ilişkiler üzerine
kurulu toplumlarda bir saçmalığa dönüşür. Ve yaşlı bir kadının “bir
tanrıçanın yuvarlak, tatlı boynuna” (
İlyada
, 3. 386 vd.) sahip diye tarif
edildiği bir dünyadan çelişkisizlik beklenemez. Sonuç açık: Kültürel
çeşitliliği   formel   hakikat   nosyonuyla   halledip   bir   kenara   koymak
mümkün   değildir,   çünkü   bu   çeşitlilikte   bahsedilen   türden   birçok
hakikat


nosyonu vardır. Belirli, tek bir formel nosyon üzerinde ısrar edenler
muhtemeldir ki belirli, tek bir dünya kavrayışını savunanlar kadar
çeşitli sorunlarla (kendi tarif ettikleri anlamda) karşılaşacaklardır.
Bilimin   gelişmesi   ve   giderek   büyüyen   bir   bilgi   stoğu   oluş-
turmasıyla birlikte, formel nesnellik nosyonları sadece bilgi üretmek
için  değil,  eldeki  hazır  bilgi  toplamını  meşrulaştırmak,  yani  onun
nesnel   olarak   geçerli   olduğunu   göstermek   için   de   kullanılmaya
başlandı. Bu daha başka sorunlara da yol açtı: bir anlam ifade eden
(yani doğru dürüst tanımlanmış birtakım usûller öneren ya da onları
yasaklayan)  ve  modem bilimin doğuşuna ve ilerlemesine yol açan
tüm olaylarda işleyen ve işlemiş bulunan bir genel kurallar bütünü
diye   bir   şey   yoktur.   Zamanla   bilimadamları   ve   felsefecilerce
savunulan   formel   şartların   aynı   grubun   devreye   soktuğu   ve
desteklediği gelişmelerle çeliştiği ortaya çıktı. Nitekim bu çelişkiyi
çözmek   için   söz   konusu   şartlar   zaman   içinde   adım   adım
gevşetilmiştir, ta ki ortada şart diye bir şey kal- mayıncaya kadar.
6
Bilimadamları   evrensel   araştırma   ilkelerinin   dayanaklarını   da
daha   dolaysız   bir   tarzda   boşa   çıkardılar.   Bilimsel   argümanın   bir
parçası olarak özne ve nesne arasındaki sınırın sorgulanacağı ve bu
sayede bilimin gelişeceği kimin aklına gelirdi? Kuantum teorisinde,
Maturana   ve  Varela’nm   yaptığı   türde   fizyolojik   çalışmalarda   (ve
daha öncesinde Mach’m algı fizyolojisi araştırmalarında) olan, tam
da buydu. O “iğrenç” (Eddington) ve “teolojik” (Hoyle) nosyonun,
evrenin başlangıcı nosyonunun yeniden önemli bir role soyunacağı
kimin aklına gelirdi? Ama Fri- edmann’m hesaplamaları, Hobble ve
daha   başkalarının   buluşları   açıkça   bu   sonuca   varıyor.   Bilimsel
teorilerin,   aleyhlerindeki   su   götürmez   kanıtlara   rağmen   ayakta
kalabileceği,   bilimin   bu   tür   durumlardan   karlı   çıkabileceği   kimin
aklına gelirdi? “Önemsiz so-
6. Bu gevşetme süreci zekice seçilmiş tarihsel örneklerle I. Lakatos tarafından anlatılır
(“Falsification and the Methodology of Research Programme”, 
Criticism and the Growth of
Knowledge, içinde, I. Lakatos ve A. Mussgrave der, Cambridge 1970) krş. aynı yazarın
“History of Science and Its Rational Reconstructions”, 
Boston Studies in the Philosophy of
Science,  Cilt viii. Gelinen son  nokta, yani içeriğin tümüyle kaybolması konusunda krş.
benim 
Philosophical Papers, Cilt ii, 8. Bölüm, 9. Kısım ve 10. Bölüm.


nuçlarm   doğrulanması”   işini   birkaç   yerde   alaya   alan   Einstein’m
kaydettiği gelişme tam da bu şekilde olmuştu. Eski kuantum teorisi
üzerine çalışmaların ya da DNA’nın yapısının keşfiyle sonuçlanacak
gelişmelerin ortaya çıktığı dönemlere şöyle bir bakmak bile, bilimin
mantıksal   olarak   sağlam,   katı   bir   argümantasyon   yoluyla   ilerlediği
düşüncesinin ham bir hayalden başka bir şey olmadığım gösteriyor.
7
Şüphesiz   o   dönemlerde   tanık   olduğumuz,   kaotik   bir   görünüm
sergileyen tüm bu usûllerde, tıpkı  
Demoiselles  d’Avignon'da*
  olduğu
gibi,   bir   katılık,   sağlamlık   vardır   -ama   duruma   uygun,   karmaşık,
değişken   ve   bizim   akıl   fukarası   mantıkçı   ve   epist&mologlanmızın
“nesnel” katılığından büyük ölçüde farklı bir katılık.
8
Batı   uygarlığının   savunulmasında   önemli   bir   rol   oynayan   ikinci
düşünce  
Akıl
  (büyük   “A”   ile)   ya   da   Akılcılık  
düşüncesidir.  
Tıpkı
nesnellik nosyonu gibi bunun da maddi ve formel biçimleri vardır.
Maddi   anlamda   akılcı   olmak,   belli   görüşlerden   uzak   durup   belli
görüşlerin   yanında   yer   almak   anlamına   gelir.   İlk   Hı-   ristiyanlar
arasındaki   kimi   entelektüeller   için   Bilinircilik   renkli   hiyerarşisi   ve
kaydettiği   ayrıksı   gelişmeleriyle   akıldışılığm   doruğuydu.   Bugünse
akıldışı davranmak, örneğin astrolojiye, ya- ratılışçılığa ya da, daha
farklı gruplar için, zekanın irsi olduğuna inanmak anlamına geliyor.
Formel anlamda akılcı olmak da yine belli bir usûlü savunmak, takip
etmek demek. Burnu büyük deneyci, deneyin açıkça öyle olmadığını
gösterdiği görüşlere inanmaya devam etmeyi akıldışı bulurken, burnu
büyük teorisyen her kanıt tıkırtısında kulaklarını dikip temel ilkeleri
gözden   geçirenlerin   akıldışı   tutumunu   gülümsemeyle   seyreder.   Bu
örnekler   gösteriyor   ki,   “bu   akılcıdır”   ya   da   “bu   akıldışıdır”   gibi
ifadelerin araştırmayı etkilemesine izin vermenin bize pek bir yaran
yoktur. Bu nosyonlar muğlaktır ve hiçbir zaman tam bir açıklığa ka-
vuşturuİmamışlardır; dahası onları uygulama sahasına aktarmaya
* (Fr.) Avignonlu kadınlar. Picasso’nun bir tablosu (ç.n.)
7. Bu, “keşif bağlamı” 
ve
 “doğrulama bağlamı" için geçeriidir: adına layık bir
doğrulama, tıpkı adına layık bir teori ya  da adına layık bir deney gibi keş-
fediimelidir.
8. Ayrıntılar için bkz. benim 
Philosophical Papers,
 Cilt H, 5. Bölüm, Cambridge,
Mass. 1981.


Yüklə 8,94 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   135




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə