nuda kafa yormaya başlamadan çok önce argüman zaten yerleşik bir
şeydi. Bu anlamda Yunanlılar genel anlamda argümandan çok, içinde
geçtiği ortamdan bağımsız ve sonuçlarının evrensel olduğuna inanılan
özel ve standart bir argüman tarzı bulmuşlardır. Yani antik dönemdeki
kadim, geleneklerden bağımsız
hakikatler
fikri (denilebilirse maddi
nesnellik nosyonu), kültürel çeşitlilik sorununa toslamış ve dönem için
görece daha yeni bir fikir olan geleneklerden bağımsız
hakikate
ulaşma yollan
olduğu fikriyle (for- mel nesnellik nosyonu) yer
değiştirmiştir. Akılcı olmak ya da aklı kullanmak şimdi bu yolları
kullanmak ve bu şekilde ulaşılan, sonuçları kabullenmek anlamına
geliyordu.
Formel nesnellik nosyonunun da ötekine benzer sorunları vardır.
Bunda şaşılacak bir yan yok -“formel” usûller bazı dünyalar için
anlamlıdır, bazıları için ise aptalca. Örneğin, her seferinde ardından
daha kapsamlı açıklamaların sökün ettiği sonu gelmez bir eleştiri
sürecine rağbet etmek, niteliksel ve niceliksel olarak sınırlı bir
evrende işlemez. Maddi güvenlik ve manevi doyum sağlayan yaşam
biçimlerini bozduğu düşünülerek, ahlâki gerekçelerle bile
reddedilebilir: Bazı halklar sürekli yeni fikirler peşinde koşmak yerine
istikrarlı bir dünyada sefa sürmeyi tercih eder. Mevcut görüşleri
çürütmek için yollar arama ve bunlan ciddiye alma yönündeki bir
talep ancak çürütme evrelerinin tıpkı depremler gibi nadir ve uzun
aralıklarla geldiği bir dünyada düzenli bir gelişmeye yol açar; Ancak
böyle bir dünyada bir çürütme dönemiyle diğeri arasında teorilerimizi
inşa edebilir, geliştirebilir ve onlarla barış içinde bir arada
yaşayabiliriz. Fakat eğer teoriler, pek çok toplumsal konuda olduğu
gibi bir “anomaliler okyanusu”nda yüzüyorsa tüm bunlar
imkansızlaşacaktır (krş. benim
Philosophical Papers,
Cambridge,
Mass. Cilt 1, 6. Bölüm, l. Kesim). Temel inançları ya da araştırma
sonuçlarım nesnelleştirme alışkanlığı, bir tür karşılıklı tamamlayıcılık
düşüncesi taşıyan bir dünyada ya da sıcak toplumsal ilişkiler üzerine
kurulu toplumlarda bir saçmalığa dönüşür. Ve yaşlı bir kadının “bir
tanrıçanın yuvarlak, tatlı boynuna” (
İlyada
, 3. 386 vd.) sahip diye tarif
edildiği bir dünyadan çelişkisizlik beklenemez. Sonuç açık: Kültürel
çeşitliliği formel hakikat nosyonuyla halledip bir kenara koymak
mümkün değildir, çünkü bu çeşitlilikte bahsedilen türden birçok
hakikat
nosyonu vardır. Belirli, tek bir formel nosyon üzerinde ısrar edenler
muhtemeldir ki belirli, tek bir dünya kavrayışını savunanlar kadar
çeşitli sorunlarla (kendi tarif ettikleri anlamda) karşılaşacaklardır.
Bilimin gelişmesi ve giderek büyüyen bir bilgi stoğu oluş-
turmasıyla birlikte, formel nesnellik nosyonları sadece bilgi üretmek
için değil, eldeki hazır bilgi toplamını meşrulaştırmak, yani onun
nesnel olarak geçerli olduğunu göstermek için de kullanılmaya
başlandı. Bu daha başka sorunlara da yol açtı: bir anlam ifade eden
(yani doğru dürüst tanımlanmış birtakım usûller öneren ya da onları
yasaklayan) ve modem bilimin doğuşuna ve ilerlemesine yol açan
tüm olaylarda işleyen ve işlemiş bulunan bir genel kurallar bütünü
diye bir şey yoktur. Zamanla bilimadamları ve felsefecilerce
savunulan formel şartların aynı grubun devreye soktuğu ve
desteklediği gelişmelerle çeliştiği ortaya çıktı. Nitekim bu çelişkiyi
çözmek için söz konusu şartlar zaman içinde adım adım
gevşetilmiştir, ta ki ortada şart diye bir şey kal- mayıncaya kadar.
6
Bilimadamları evrensel araştırma ilkelerinin dayanaklarını da
daha dolaysız bir tarzda boşa çıkardılar. Bilimsel argümanın bir
parçası olarak özne ve nesne arasındaki sınırın sorgulanacağı ve bu
sayede bilimin gelişeceği kimin aklına gelirdi? Kuantum teorisinde,
Maturana ve Varela’nm yaptığı türde fizyolojik çalışmalarda (ve
daha öncesinde Mach’m algı fizyolojisi araştırmalarında) olan, tam
da buydu. O “iğrenç” (Eddington) ve “teolojik” (Hoyle) nosyonun,
evrenin başlangıcı nosyonunun yeniden önemli bir role soyunacağı
kimin aklına gelirdi? Ama Fri- edmann’m hesaplamaları, Hobble ve
daha başkalarının buluşları açıkça bu sonuca varıyor. Bilimsel
teorilerin, aleyhlerindeki su götürmez kanıtlara rağmen ayakta
kalabileceği, bilimin bu tür durumlardan karlı çıkabileceği kimin
aklına gelirdi? “Önemsiz so-
6. Bu gevşetme süreci zekice seçilmiş tarihsel örneklerle I. Lakatos tarafından anlatılır
(“Falsification and the Methodology of Research Programme”,
Criticism and the Growth of
Knowledge, içinde, I. Lakatos ve A. Mussgrave der, Cambridge 1970) krş. aynı yazarın
“History of Science and Its Rational Reconstructions”,
Boston Studies in the Philosophy of
Science, Cilt viii. Gelinen son nokta, yani içeriğin tümüyle kaybolması konusunda krş.
benim
Philosophical Papers, Cilt ii, 8. Bölüm, 9. Kısım ve 10. Bölüm.
nuçlarm doğrulanması” işini birkaç yerde alaya alan Einstein’m
kaydettiği gelişme tam da bu şekilde olmuştu. Eski kuantum teorisi
üzerine çalışmaların ya da DNA’nın yapısının keşfiyle sonuçlanacak
gelişmelerin ortaya çıktığı dönemlere şöyle bir bakmak bile, bilimin
mantıksal olarak sağlam, katı bir argümantasyon yoluyla ilerlediği
düşüncesinin ham bir hayalden başka bir şey olmadığım gösteriyor.
7
Şüphesiz o dönemlerde tanık olduğumuz, kaotik bir görünüm
sergileyen tüm bu usûllerde, tıpkı
Demoiselles d’Avignon'da*
olduğu
gibi, bir katılık, sağlamlık vardır -ama duruma uygun, karmaşık,
değişken ve bizim akıl fukarası mantıkçı ve epist&mologlanmızın
“nesnel” katılığından büyük ölçüde farklı bir katılık.
8
Batı uygarlığının savunulmasında önemli bir rol oynayan ikinci
düşünce
Akıl
(büyük “A” ile) ya da Akılcılık
düşüncesidir.
Tıpkı
nesnellik nosyonu gibi bunun da maddi ve formel biçimleri vardır.
Maddi anlamda akılcı olmak, belli görüşlerden uzak durup belli
görüşlerin yanında yer almak anlamına gelir. İlk Hı- ristiyanlar
arasındaki kimi entelektüeller için Bilinircilik renkli hiyerarşisi ve
kaydettiği ayrıksı gelişmeleriyle akıldışılığm doruğuydu. Bugünse
akıldışı davranmak, örneğin astrolojiye, ya- ratılışçılığa ya da, daha
farklı gruplar için, zekanın irsi olduğuna inanmak anlamına geliyor.
Formel anlamda akılcı olmak da yine belli bir usûlü savunmak, takip
etmek demek. Burnu büyük deneyci, deneyin açıkça öyle olmadığını
gösterdiği görüşlere inanmaya devam etmeyi akıldışı bulurken, burnu
büyük teorisyen her kanıt tıkırtısında kulaklarını dikip temel ilkeleri
gözden geçirenlerin akıldışı tutumunu gülümsemeyle seyreder. Bu
örnekler gösteriyor ki, “bu akılcıdır” ya da “bu akıldışıdır” gibi
ifadelerin araştırmayı etkilemesine izin vermenin bize pek bir yaran
yoktur. Bu nosyonlar muğlaktır ve hiçbir zaman tam bir açıklığa ka-
vuşturuİmamışlardır; dahası onları uygulama sahasına aktarmaya
* (Fr.) Avignonlu kadınlar. Picasso’nun bir tablosu (ç.n.)
7. Bu, “keşif bağlamı”
ve
“doğrulama bağlamı" için geçeriidir: adına layık bir
doğrulama, tıpkı adına layık bir teori ya da adına layık bir deney gibi keş-
fediimelidir.
8. Ayrıntılar için bkz. benim
Philosophical Papers,
Cilt H, 5. Bölüm, Cambridge,
Mass. 1981.
Dostları ilə paylaş: |