1985) 15. yüzyıl Rönesansını andırır bir havada ticari ilkeleri, sanatsal
ilhamı ve bilimsel keşfi bir araya topluyor. Diyeceğim, evet parçalanma
var, ama yeni ve güçlü tektipleşmeler de var.
Daha da şaşırtıcı olanı bu eleştirilerde gözlenen perspektif yokluğudur.
“Çağdaş kültür”ün ya da “dünya kültürünün bu-- nalımı”ndan
bahsettiklerine bakmayın, demek istedikleri Batı akademik ve sanatsal
hayatıdır. Ama Batı iktisadı, bilimi ve teknolojisinin yaygınlaşmasından
ibaret olan şu Batılı “ilerleme” ve “kalkmma”nın düzenli olarak
genişlemesi ile kıyaslandığında sözü edilen profesörler arası ağız dalaşları
ya da Batı sanatındaki akrobatlıklar (contortions) solda sıfır kalır.
Kapitalist toplumlar olduğu kadar sosyalist toplumları da karakterize eden
uluslararası bir olgudur bu; ideolojik, politik ve ırksal farklardan
bağımsızdır ve giderek daha çok sayıda halk ve kültürü etkisi altına al-
maktadır. Burada bizim entelektüellerimiz arasında dönen tartışma ve
anlaşmazlıkların esamesi okunmuyor. Burada dayatılan, ihraç edilen ve
yeniden dayatılan şey, güçlü grup ve kurumların entelektüel, politik
desteğini ardına almış tektip bir görüşler ve pratikler manzumesidir.
2
Bugün Batılı yaşam biçimleri dünyanın en ücra köşelerine bile girmiş ve
daha 20-30 yıl öncesine kadar onların varlığından habersiz halkların âdet
ve alışkanlıklarını değişikliğe uğratmıştır. Kültürel farklar ortadan
kayboluyor, yerel
2. Bunlar arasında en etkili grup, (Daniel Bell ve John Kenneth Galbraith’in de aralarında
bulunduğu) bazı yazarlara göre giderek artan bir prestij ve güç toplayan yeni bir sınıf, yeni bir
bilimsel-teknolojik elittir. Bakunin, bilimsel bilginin önemine vurgu yaparken aynı zamanda
bizi, “tüm rejimlerin en aristokratı, en despotu, en kurnaz ve en seçkincisi olan bilimsel aklın
iktidarı”na karşı da uyarmıştı (
Bakunin on Anarchy, ing. çev. Sam Dalgoff, New York 1972,
s.319). Bugün onun korktuğu başımıza geldi. Hattâ daha da kötüsü bilgi bir metaya dönüştü,
meşruluğu yasa koyucunun meşruluk kararnamesi vermesine bağlandı: “bilim bugün her
zamankinden çok daha eksiksiz bir şekilde hâkim güçlerin boyunduruğuna girmiş görünüyor
ve ... bu güçler arası çatışmalarda temel bahislerden biri olma tehlikesiyle karşı karşıya”, J.F.
Lyotard,
The Post-modern Condition, A Report on Knowledge, Minneapolis 1984, s.8{Postmodern
Durum, çev. Ahmet Çiğdem, Ara Y., 1990) Toplumu yöneten elit çoğu zaman, E.P.
Thompson’un “soykırımcılık” dediği şeyi, yani toplu imhaya yönelik bir soyut araştırma ve
teknolojik gelişme planını destekler: E.P. Thompson ve diğerleri, der.,
Exterminism and Cold
War, Londra 1982, s.1 vd., özellikle s.20. Ayrıca krş. Noam Chomsky, “Intellectuals and the
State",
Towards a New Cold War içinde, New York 1986, ve Bulletin of Atomic Scientists, 1985,
içinde yeniden basılmış, Ulusal Laboratuvarların işlevleri hakkındaki tartışmalar.
11
J
zanaatlar, gelenekler ve kurumlar yerlerini Batılı nesneler, gelenekler ve
örgütlenme biçimlerine bırakıyor. Aşağıda Amerikan Parazitoloji
Derneği’nın Yıllık Açılış Konuşması’ndan aldığım bir bölüm bu sürecin
mükemmel bir tasvirini yapıyor:
Sanayi öncesi mahalli cemaatlerin özü çeşitlilikleri ve yöreye uyum-
larıdır. Her biri varlığını özgül doğal ortamlara borçludur ve kendine
has kültürel, davranışsal bir ifade geliştirmiştir. İnsani, toplumsal
yaşam biçimlerindeki bu zengin çeşitlilik hepsi de kendine has belirli
çevresel kısıtlar barındıran aynı çeşitlikteki doğal ortamlara getirilmiş
bir cevaptır.
Oysa sınai teknolojik gelişmeyi karakterize eden neredeyse taban
tabana zıt, güdümlü, görece tektip, son derece basitleştirilmiş bir
çevredir; tipik bir biçimde türler oldukça geniş bir alan üzerinde insan
dahil birkaç evcilleştirilmiş hayvana, kazara ıslah edilmiş birkaç
bitkiye ve hayvan yemine indirgenmiştir. . . Dünyadaki tüm siyasi ve
iktisadi sistemlerde sanayi toplumlarım karakterize eden şey yüksek
bir çevresel fakirleşme ve geniş alanlara yayılmış bir ho-
mojenleşmedir (Donald Heyneman,
Journal of Parasitology,
70 (1),
. 1984, s.6).
François Jacob’un özlü deyişiyle, “bir birörneklik ve donukluk tehdidi
altındayız”
(The Possible and the Actual,
Seattle ve Londra 1982, s.67).
Bizzat Batı uygarlığı bile sahip olduğu zenginliği öylesine yitiriyor ki 18
Nisan 1983 tarihli
International Herald Tribune’
de Amerikalı bir yazar
şöyle demek durumunda kalıyor: “aynılık bir sis gibi ülkenin [ABD]
üzerine çöküyor.” Bizim kültür eleştirmenlerini çok rahatsız eden o
çatışmalar bu devasa doğal, toplumsal ve teknolojik tektipleşme
eğiliminin yanında iyiden iyiye silikleşiyor.
Bu eğilim, şimdiye kadar ona destek vermiş tarafların değerleri
açısından bakıldığında bile hayırlı sayılamaz. Ekolojik sorunlar var.
Dünya ölçekli, belgelerle ortaya konmuş, ne olduğu iyice belli ve birçok
insanın kendi kişisel deneyimiyle yakından bildiği sorunlar (nehirlerin,
okyanusların, havanın, yeraltı sularının kimyasal ve radyoaktif
kirlenmesi; ozon tabakasının delinmesi; hayvan ve bitki türlerindeki feci
azalma; toprakların çölleşmesi ve bitki örtüsünün yok olması). Açlık,
hastalık ve
Dostları ilə paylaş: |