rinden bahsedildiğini görürüz, nerede farklı nesnel görüşlere sahip
farklı kültürler karşı karşıya gelir, orada onun boy gösterdiğine tanık
oluruz. Böyle bir karşı karşıya gelme durumuna gösterilen tepkiler
farklı farklıdır, ben üçünden söz edeceğim.
Birincisi inatçılıktır (persistence): Kendi yaşam tarzımız doğ-
rudur ve değiştirmeyeceğizdir. Barışçı kültürler değişimden, te-
mastan kaçınarak kurtulmaya çabalarlar. Örneğin Pigmeler ve Fi-
lipinler’de Mindoralar Batılı işgalcilerle savaşmadılar, ama onlara
boyun da eğmediler; yaptıkları basitçe onların nüfuz alanlarının
dışında durmaktı. Daha savaşçı kavimler kendi İyi anlayışlarına
uymayanların kökünü kazımak için savaştılar ve öldürdüler. Eric
Voegelin bu konuda, “Tevrat” , diye yazıyor, “Kenan Diyarındaki
tüm gayri-Musevilerin, özellikle de şehirlerde oturanların kökünün
kurutulmasıyla ilgili kana susamış fantezilerle doludur. Gayri-
Musevilerin soykırımını öngören yasa . . . onların Yehova dışındaki
tanrılara inanıyor olmalarının iğrençliğinden, kötülüğünden ilham
alıyordu: Tesniye’de anlatılan İsrail savaşları dini savaşlardır.
Yehova’ya inanmayan herkesin görüldüğü yerde yok edilmesi için
savaş kavramı Tesniye’nin bir yeniliğidir....” (Order and History,
Cilt 1, Israel and Revelation, Louisiana State University Press. 1956,
s.375 vd.). Batı uygarlığının temsilcileri, inşancıl sloganlara o kadar
düşkün olsalar da, bu tür kavramları her zaman geri çevirmezler.
İnatçılık bütüncü (fiziksel ve sosyal) bilimlerdeki -evrensel ya-
salar yerine tarihsel süreçlere vurgu yapan, “gerçekliğin” gözlemci
ile gözlenen şey arasındaki (çoğu kez bölünmez) etkileşimden doğ-
duğunu kabul eden bir yönseme şeklinde özetleyebileceğimiz- son
gelişmeleri de karakterize eden bir özelliktir. Çünkü bu yönsemeyi
teşvik eden yazarlar (Bohm, Jantsch, Maturana, Prigogine, Varela,
“evrimci epistemoloji” taraftarları ve diğerleri), onun nasıl da mo-
dellerine uyduğunu göstererek kültürel çeşitliliği etkisiz bir eleman
haline sokuyorlar. Kişisel ve toplumsal tercihlerin önünü açmak ye-
rine teorik şatolarına çekilip oradan, şeylerin geçmişte niçin öyle
olmuş olduklarını, bugün niçin böyle olmakta olduklarını ve ge-
lecekte niçin şöyle olacak olduklarını açıklamayı tercih ediyorlar. O
bildik nesnelcilikten başka bir şey değil bu, ilaveten devrimci ve
güya-insancıl bir dille paketlenmiş o kadar.
m
/
İkinci tepki
fırsatçılıktır
: çatışan kültürler(in önde gelen şah-
siyetleri) birbirlerinin kuramlarını, gelenek ve göreneklerini,
inançlarını inceler ve bunlar arasında cazip bulduklarını alır ya da
kendi bünyelerine uyarlarlar. Karmaşık bir süreçtir bu. Tarihsel
duruma, tarafların tutumlarına, korku, ihtiyaç ve beklentilerine
bağlıdır; kültürlerin kendi içlerinde iktidar mücadelelerine yol açabilir,
ortamdaki -kimi hataları büyütürken kimi hataları geçiştiren- öylesine
değişikliklerden bile etkilendiği olur. Durum ne olursa olsun, fırsatçı
bir düzlemde yaşanan kültürel karşılaşmalar birtakım genel kurallara
bağlanamaz. Kültürel fırsatçılık bireyler, küçük gruplar ve topyekün
uygarlıklar tarafından yaşandı (ve halen de yaşanıyor). Eski Mısır
uygarlığı uzmanı Henry Breasted’in “İlk Enternasyonalizm” adını
verdiği, Bronz Çağı sonlarındaki Antik Yakın Doğu’yu dolduran
kavim, krallık ve kabilelerin durumu verilebilecek örneklerden biridir.
Bölgedeki kavim, krallık ve kabileler çoğu zaman birbiriyle savaş
halindeydi. Fakat malzeme, dil, endüstri, üslûp, ve mimar, denizci,
fahişe gibi özel hünerleri olan insan, hattâ tanrı alışverişini de
sürdürdüler (ayrıntılar için bkz. T.B.L. Webster,
From Mycenae to
Homer
, New York 1964). Başka bir örnek Moğol İmparatorluğudur.
Marko Polo, Cengiz Han’ın ardıllarının yabancı şeylere olan
inanılmaz düşkünlüklerine ve onları kendi ihtiyaçlarına uyarlamakta
gösterdikleri ustalığa tanıklık eder. Cengiz Han da yabancı gelenek ve
göreneklerin önemini kavramış biridir, kendi göçebe âdet ve
alışkanlıklarını evrenselleştirmek amacıyla elegeçirilen kentlerin
yakılıp yıkılmasını isteyen danışmanlarına karşı çıkar. Günümüzden
ilginç bir örnek Karen Blixen’in anlattığı Kenya’daki Yerlilerdir (bkz.
Isak Dinesen,
Out of Africa,
New York 1985, s.54 vd.). “Çok çeşitli
ırk ve kabilelerle içli dışlı olmalarından ... dolayı”, “tektip bir
toplulukta ve bir dizi sabit fikirle yetişmiş kenar mahalleli bir
kentliden ya da bir taşralıdan daha fazla dünya [insanıdırlar]”.
Üçüncü tepki
göreciliktir
: âdetler, inançlar, kozmolojiler yalnızca
kutsal, haklı ya da doğru değildir; bunlar bazı toplumlar
için
yararlı,
geçerli, doğru, başkaları için ise yararsız, hattâ tehlikeli, geçersiz ve
yanlıştır. Birinci Bölüm’de açıklayacağım gibi gö-
reciliğin birçok biçimi vardır, kimileri daha sezgisel ve ham, kimileri
oldukça entelektüel. Ve entelektüel görecilik biçimlerini
eleştirenlerin sandığından da daha yaygın bir tutumdur. Örneğin Batı
hayat tarzlarından uzak durmaya çalışmış Pigmeler’in dogmatik
değil göreci oldukları söylenebilir -tabii onların bu tür ayrımları
umursadıklarını varsayarsak (bkz. C.M. Turnbull, “The Lessons of
the Pygmies”, Scientific American 208 (1), 1963).
Birçok tarihçiye bakılırsa Yunanlılar kültürel çeşitlilikle başa
çıkmada farklı bir yöntem daha bulmuşlardı. Doğru Yol’u Yanlış
Yol’dan ayırmaya çalışırken, ne sorgusuz sualsiz inanılan ge-
leneklere ne de ad-hoc uyarlamalara bel bağlamışlardı; bel bağ-
ladıkları yöntem argümandı.
Bir kere argüman o dönem için yeni bir buluş değildi. Tarihin her
döneminde ve tüm toplumlarda argüman vardır. Fırsatçı yaklaşım
içinde önemli bir rol oynar: bir fırsatçının soracağı soru, yabancı
şeylerin kendi hayatını nasıl iyileştireceği ve daha başka ne gibi
değişikliklere yol açacağıdır. Zaman zaman “ilkeller” de kendilerini
akılcılık yoluna çekmeye çalışan antropologlar karşısında inisiyatifi
ele almak için argümana başvururlar.
Bu konuda E.E. Evans-Pritchard, “Okuyucu, Zandelerin
kâhinlerinin gücü konusundaki tüm iddialarını tam anlamıyla boşa
çıkaracak bir argüman düşünsün”, diye yazıyor (Witchraft, Oracles
and Magic Among the Azande, Oxford 1937, s.319
Yd.),
“bu argüman
Zande düşünme tarzına çevrildiğinde onların yekpare inanç yapısını
desteklemekten başka bir işe yaramayacaktır. Çünkü mistik
nosyonları mantıksal bir şebekeyle öylesine tutarlı, öylesine sıkı bir
şekilde dokunmuş ve düzenlemiştir ki öyle kolay kolay duyu
deneyimleriyle çelişmezler, hattâ aksine her deneyim onları doğrular
gibidir.” “Şunu söyleyebilirim ki”, diye devam eder Evans-Pritchard
(s.270), “bu [yani gündelik kararlar vermek için kâhinlere başvurma]
bana, hayatını idame ettirme konusunda bilebildiğim tüm diğer
yollar kadar doyurucu geldi”. Dil, sanat ya da ritüel gibi argüman da
evrenseldir; fakat yine dil, sanat ya da ritüel gibi onun da çeşitli
biçimleri vardır. Bir tartışmada karara varmada bazı taraflar için
basit bir jest ya da anlamsız bir ses yeterli olabilirken bazılarının
ikna olması için uzun ve renkli aryalara ihtiyaç vardır. Diyeceğim,
eski Yunan filozofları bu ko-
Dostları ilə paylaş: |