Paul karl feyerabend 13 Ocak 1924'te Viyana'da doğdu. Avusturya asıllı abd'li filozof. Bilimsel gelişmenin ancak yeni kuramların eskilerini yadsımasıyla sağlanabileceğini ileri



Yüklə 8,94 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə6/135
tarix24.12.2017
ölçüsü8,94 Kb.
#17198
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   135

rinden bahsedildiğini görürüz, nerede farklı nesnel görüşlere sahip
farklı kültürler karşı karşıya gelir, orada onun boy gösterdiğine tanık
oluruz. Böyle bir karşı karşıya gelme durumuna gösterilen tepkiler
farklı farklıdır, ben üçünden söz edeceğim.
Birincisi  inatçılıktır  (persistence):  Kendi   yaşam   tarzımız   doğ-
rudur   ve   değiştirmeyeceğizdir.   Barışçı   kültürler   değişimden,   te-
mastan   kaçınarak   kurtulmaya   çabalarlar.   Örneğin   Pigmeler   ve   Fi-
lipinler’de   Mindoralar   Batılı   işgalcilerle   savaşmadılar,   ama   onlara
boyun   da   eğmediler;   yaptıkları   basitçe   onların   nüfuz   alanlarının
dışında   durmaktı.   Daha   savaşçı   kavimler   kendi   İyi   anlayışlarına
uymayanların   kökünü   kazımak   için   savaştılar   ve   öldürdüler.  Eric
Voegelin bu konuda, “Tevrat” , diye yazıyor, “Kenan Diyarındaki
tüm gayri-Musevilerin, özellikle de şehirlerde oturanların kökünün
kurutulmasıyla   ilgili   kana   susamış   fantezilerle   doludur.   Gayri-
Musevilerin soykırımını öngören yasa . . . onların Yehova dışındaki
tanrılara   inanıyor   olmalarının   iğrençliğinden,   kötülüğünden   ilham
alıyordu:   Tesniye’de   anlatılan   İsrail   savaşları   dini   savaşlardır.
Yehova’ya inanmayan herkesin görüldüğü yerde yok edilmesi için
savaş   kavramı   Tesniye’nin   bir   yeniliğidir....”  (Order   and   History,
Cilt 1, Israel and Revelation, Louisiana State University Press. 1956,
s.375 vd.). Batı uygarlığının temsilcileri, inşancıl sloganlara o kadar
düşkün olsalar da, bu tür kavramları her zaman geri çevirmezler.
İnatçılık bütüncü (fiziksel ve sosyal) bilimlerdeki -evrensel ya-
salar yerine tarihsel süreçlere vurgu yapan, “gerçekliğin” gözlemci
ile gözlenen şey arasındaki (çoğu kez bölünmez) etkileşimden doğ-
duğunu kabul eden bir yönseme  şeklinde özetleyebileceğimiz-  son
gelişmeleri de karakterize eden bir özelliktir. Çünkü bu yönsemeyi
teşvik eden yazarlar (Bohm, Jantsch, Maturana, Prigogine, Varela,
“evrimci epistemoloji” taraftarları ve diğerleri), onun nasıl da mo-
dellerine uyduğunu göstererek kültürel çeşitliliği etkisiz bir eleman
haline sokuyorlar. Kişisel ve toplumsal tercihlerin önünü açmak ye-
rine   teorik   şatolarına   çekilip   oradan,   şeylerin   geçmişte   niçin   öyle
olmuş   olduklarını,   bugün   niçin   böyle   olmakta   olduklarını   ve   ge-
lecekte niçin şöyle olacak olduklarını açıklamayı tercih ediyorlar. O
bildik   nesnelcilikten   başka   bir   şey   değil   bu,   ilaveten   devrimci   ve
güya-insancıl bir dille paketlenmiş o kadar.


m
/
İkinci   tepki  
fırsatçılıktır
  :   çatışan   kültürler(in   önde   gelen   şah-
siyetleri)   birbirlerinin   kuramlarını,   gelenek   ve   göreneklerini,
inançlarını   inceler  ve  bunlar   arasında  cazip   bulduklarını   alır   ya da
kendi   bünyelerine   uyarlarlar.   Karmaşık   bir   süreçtir   bu.   Tarihsel
duruma,   tarafların   tutumlarına,   korku,   ihtiyaç   ve   beklentilerine
bağlıdır; kültürlerin kendi içlerinde iktidar mücadelelerine yol açabilir,
ortamdaki -kimi hataları büyütürken kimi hataları geçiştiren- öylesine
değişikliklerden bile etkilendiği olur. Durum ne olursa olsun, fırsatçı
bir düzlemde yaşanan kültürel karşılaşmalar birtakım genel kurallara
bağlanamaz. Kültürel fırsatçılık bireyler, küçük gruplar ve topyekün
uygarlıklar   tarafından   yaşandı   (ve   halen   de   yaşanıyor).   Eski   Mısır
uygarlığı   uzmanı  Henry   Breasted’in   “İlk   Enternasyonalizm”   adını
verdiği,   Bronz   Çağı   sonlarındaki   Antik   Yakın   Doğu’yu   dolduran
kavim, krallık ve kabilelerin durumu verilebilecek örneklerden biridir.
Bölgedeki   kavim,   krallık   ve   kabileler   çoğu   zaman   birbiriyle   savaş
halindeydi. Fakat malzeme, dil, endüstri, üslûp, ve mimar, denizci,
fahişe   gibi   özel   hünerleri   olan   insan,   hattâ   tanrı   alışverişini   de
sürdürdüler   (ayrıntılar   için   bkz.   T.B.L.  Webster,  
From   Mycenae   to
Homer
, New York 1964).  Başka bir örnek Moğol İmparatorluğudur.
Marko   Polo,   Cengiz   Han’ın   ardıllarının   yabancı   şeylere   olan
inanılmaz düşkünlüklerine ve onları kendi ihtiyaçlarına uyarlamakta
gösterdikleri ustalığa tanıklık eder. Cengiz Han da yabancı gelenek ve
göreneklerin   önemini   kavramış   biridir,   kendi   göçebe   âdet   ve
alışkanlıklarını   evrenselleştirmek   amacıyla   elegeçirilen   kentlerin
yakılıp yıkılmasını isteyen danışmanlarına karşı çıkar. Günümüzden
ilginç bir örnek Karen Blixen’in anlattığı Kenya’daki Yerlilerdir (bkz.
Isak Dinesen,  
Out of Africa,
  New York  1985, s.54 vd.). “Çok çeşitli
ırk   ve   kabilelerle   içli   dışlı   olmalarından   ...   dolayı”,   “tektip   bir
toplulukta   ve   bir   dizi   sabit   fikirle   yetişmiş   kenar   mahalleli   bir
kentliden ya da bir taşralıdan daha fazla dünya [insanıdırlar]”.
Üçüncü tepki 
göreciliktir
: âdetler, inançlar, kozmolojiler yalnızca
kutsal, haklı ya da doğru değildir; bunlar bazı toplumlar 
için 
yararlı,
geçerli, doğru, başkaları için ise yararsız, hattâ tehlikeli, geçersiz ve
yanlıştır. Birinci Bölüm’de açıklayacağım gibi gö-


reciliğin birçok biçimi vardır, kimileri daha sezgisel ve ham, kimileri
oldukça   entelektüel.   Ve   entelektüel   görecilik   biçimlerini
eleştirenlerin sandığından da daha yaygın bir tutumdur. Örneğin Batı
hayat   tarzlarından   uzak   durmaya   çalışmış   Pigmeler’in   dogmatik
değil   göreci   oldukları   söylenebilir   -tabii   onların   bu   tür   ayrımları
umursadıklarını varsayarsak (bkz. C.M.  Turnbull,  “The  Lessons of
the Pygmies”, Scientific American 208 (1), 1963).
Birçok   tarihçiye   bakılırsa   Yunanlılar   kültürel   çeşitlilikle   başa
çıkmada   farklı   bir   yöntem   daha   bulmuşlardı.   Doğru   Yol’u   Yanlış
Yol’dan   ayırmaya   çalışırken,   ne   sorgusuz   sualsiz   inanılan   ge-
leneklere   ne   de   ad-hoc   uyarlamalara   bel   bağlamışlardı;   bel   bağ-
ladıkları yöntem argümandı.
Bir kere argüman o dönem için yeni bir buluş değildi. Tarihin her
döneminde   ve   tüm   toplumlarda   argüman   vardır.   Fırsatçı   yaklaşım
içinde   önemli   bir   rol   oynar:   bir   fırsatçının   soracağı   soru,   yabancı
şeylerin   kendi   hayatını   nasıl   iyileştireceği   ve   daha   başka   ne   gibi
değişikliklere yol açacağıdır. Zaman zaman “ilkeller” de kendilerini
akılcılık yoluna çekmeye çalışan antropologlar karşısında inisiyatifi
ele almak için argümana başvururlar.
Bu   konuda   E.E.   Evans-Pritchard,   “Okuyucu,   Zandelerin
kâhinlerinin gücü konusundaki tüm iddialarını tam anlamıyla boşa
çıkaracak bir argüman düşünsün”, diye yazıyor  (Witchraft, Oracles
and Magic Among the Azande, Oxford 1937, s.319 
Yd.), 
“bu argüman
Zande düşünme tarzına çevrildiğinde onların yekpare inanç yapısını
desteklemekten   başka   bir   işe   yaramayacaktır.   Çünkü   mistik
nosyonları mantıksal bir şebekeyle öylesine tutarlı, öylesine sıkı bir
şekilde   dokunmuş   ve   düzenlemiştir   ki   öyle   kolay   kolay   duyu
deneyimleriyle çelişmezler, hattâ aksine her deneyim onları doğrular
gibidir.” “Şunu söyleyebilirim ki”, diye devam eder Evans-Pritchard
(s.270), “bu [yani gündelik kararlar vermek için kâhinlere başvurma]
bana,   hayatını   idame   ettirme   konusunda   bilebildiğim   tüm   diğer
yollar kadar doyurucu geldi”. Dil, sanat ya da ritüel gibi argüman da
evrenseldir;   fakat  yine   dil,   sanat   ya   da   ritüel   gibi   onun  da  çeşitli
biçimleri   vardır.   Bir   tartışmada   karara   varmada   bazı   taraflar   için
basit bir  jest ya  da anlamsız  bir  ses yeterli olabilirken  bazılarının
ikna olması için uzun ve renkli aryalara ihtiyaç vardır. Diyeceğim,
eski Yunan filozofları bu ko-


Yüklə 8,94 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   135




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə