alanında uğraş vermekte hiç zorlanmamıştır. Mach’a göre bilim
tarihsel bir gelenekti. Mach, bilimlerin gelişimini açıklamak ve
bilimadamlarını göreve hazırlamak için soyut modellere değil
hikâyelere başvurmuştur. Görelikçi uzay ve zaman teorileri oluş-
turma yolunda çaba göstermiş, bu tür teoriler ortaya çıktığında on-
ları alkışla karşılamış {Physical Optics' in özel görelilik teorisini
ağır bir şekilde eleştiren önsözünün şimdi Mach’m oğlu Ludwig’in
sonradan koyduğu uydurma bir bölüm olduğu tahmin ediliyor) ve
kuantum mekaniğinin temel özelliklerini öngörmüştür. Çok daha
önemlisi, teori-inşası konusunda tarihsel, teorik ve psikolojik
düşüncelerden oluşan bir yaklaşım geliştirmiş ve Einstein’in
araştırma yöntemlerini açıklayıcı bir model önermiştir. Diyalektik
maddeci bir dille, Mach’ın (bilimsel) bilginin büyümesi konusuna
maddeci bir açıklama getirdiğini söyleyebiliriz. Onun yaptığı buydu.
Yaptığı söylenen ise bambaşka bir hikayedir. Çoğu tarihçi ve
felsefeci için Mach, bilimi sıkı sıkıya basit gözlemlere bağlamaya
çalışmış, haddinden fazla genel ve soyut olduğu gerekçesiyle
görelilik teorisini reddetmiş, dar görüşlü bir po- zitivisttir. Aradaki
bu fark karanlık ve çözülmesi zor metinlerin yorumlanmasındaki
esaslı güçlüklerden filan ileri gelmiyor -Mach görüşlerini açıkça ve
basit terimlerle ifade etmiştir ve onları tüm önemli eserlerinde
bulabiliriz. Onun için, ancak onu eleştirenlerin hemen tümü adına
ciddi bir ihmalden söz etmek gerekir. Mach üzerine yapılacak ciddi
bir çalışma bizi mükemmel bir insan ve büyüleyici bir bilim
felsefecisiyle tanıştırmakla kalmaz, ayrıca âlimliğin (scholarship)
doğası üzerine ilginç bir şey de öğretir: “uzmanlar” çoğu kez neden
bahsettiklerini bilmezler ve “âlimane kanaat” denen şey çoğunlukla
dünyadan habersiz bir dedikodudan ibarettir.
İdeolojik olarak güdülenmiş cehaletin tek kurbanı Mach değildir.
Aristoteles, Galile döneminin önde gelen Kilise te- orisyenleri ve
yüzyılımızda Niels Bohr da aynı kaderi paylaşır. Philosophical
Papers, Cilt 1, 16. Bölüm’de (Cambridge, Mass.
1981) Niels Bohr’u ele almıştım. VIII. Bölüm Galile’den (te-
reddütsüz) Weyl’e (çok tereddütlü) kadar çeşitli bilimadamları ta-
rafından kabul edilmiş kontinyum düşüncesinin Aristoteles’inkiyle
karşılaştırıldığında bir geri adım olduğunu gösteriyor. IX. Bölüm
uzman bilgisinin tartışılmazlığı hakkındaki eski bir tartışma ışığında,
şu sık sık alıntı yapılmış ve fazlaca tartışma konusu olmuş bir
mektubu -Bellarmino’nun Foscarini’ye yazdığı- çözümlüyor. Ve
Kilisenin yaklaşımının genel olarak sanılandan daha sağlam ve daha
insanca olduğunu gösteriyor.
X. Bölüm kıyaslanamazlık olgusunun teorik geleneklere (ve onun
taraftarlarından olan Hilary Putnam’a) çıkardığı güçlükleri tartışıyor.
XI. Bölüm Columbia Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nin başlattığı ve
yayımladığı bir tartışmaya yaptığım katkının bir parçası. Söz konusu
tartışmanın açılış tebliği modem düşüncenin sözüm ona içinde
bulunduğu “kaos”tan yakınıyor ve tektip bir ideoloji çağrısı
yapıyordu. Ben hem teşhise (felsefe bölümlerinde gitgide büyüyen bir
kaos olabilir ama dünyada kaos değil gitgide büyüyen bir tektipleşme
olduğu muhakkak) hem de çareye itiraz ediyorum. Ana iddiam şu:
işbirliği için ortak bir ideolojiye gerek yoktur.
Son olarak XII. Bölüm aldığım eleştirileri cevaplarken “benim”
felsefemin bir özetini de veriyor (şüphesiz benim değil, tüm dünya
üzerinde dağılmış çeşitli aklayatkm görüşlerin özet bir ifadesi bu).
Çalışmalarımı öven, lanetleyen ya da üzerlerine öylesine bir şeyler
söyleyen kırk denemeden oluşmuş bir derleme için Almanca yazıldı
(Versuchungen,
der. Hans Peter Duerr, 2 Cilt, Frankfurt 1980, 1981)
ve elinizdeki kitap için çevrilerek yeniden kaleme alındı. Bu bölüm ne
akılcılık ne bilim ne de özgürlükle -bu tür soyutlamalar yarardan çok
zarar getirmiştir- değil bireylerin yaşamlarının niteliğiyle ilgilendiğimi
açıkça ortaya koyacaktır. Herhangi bir değişiklik teklifi yapılmadan
önce bu nitelik kişisel deneyimle öğrenilmelidir. Diğer bir deyişle:
değişiklik teklifleri arkadaşlardan gelmelidir, ne idüğü belirsiz
“düşünürler”den değil. Yüzünü hiç görmediğimiz insanların hayatları
hakkında akıl yürütmeyi bırakmanın zamanıdır, “insanlık” ın (ne
fiyakalı bir genelleme!) o sıcacık bürolarında laf salatası yapan
insanlar tarafından kurtanlabileceğine inanmayı bırakmanın zamanıdır,
mütevazı olmanın ve bizim fikirlerimizden yararlanacağını sandığımız
insanları eğitilmeye muhtaç cahiller, ya da iş meseleleri söz konusu
olduğunda, dilenciler gibi görmeyi bırakmanın, Yoksul, Hasta ve
Cahil için
gökten inmiş en büyük lütuf gibi çalım satmayı bırakmanın za-
manıdır.
XII. Bölüm’ün kitaba da adını vermiş Başlığı iki şey söylüyor:
tarihin karmaşıklığı karşısında kafası allak bullak olmuş bazı dü-
şünürler akla uğurlar olsun deyip yerine onun bir karikatürünü
koymuşlardır; geleneğe unut gitsin diyemediklerinden (ve halkla
ilişkiler konusunu da ihmal etmek istemediklerinden) bu karikatüre
akıl (ya da benim kullandığım terminolojiyle büyük A ile Akıl)
demeye devam ettiler. Karmaşıklıktan hoşlanmayan felsefeciler
arasında, dünya hakimiyeti yönündeki mücadelelerine bir parça
kalite kazandırmakta sakınca görmeyen politikacılar (teknoloji
uzmanlan, bankerler, vb.) arasında Aklın büyük bir süksesi vardır.
Geriye kalanlar, yani pratik olarak hepimiz içinse bir felaket
demektir. Artık ona elveda diyelim.
Kitabın bölümlerini oluşturan denemelerin her biri farklı ve-
silelerle yazıldı. Üslûpları farklıdır ve içerik olarak zaman zaman
örtüşürler. Bazıları oldukça âlimanedir, bazıları sohbetlerden alın-
mıştır, bazılarıysa kimi soruşturma ya da eleştirilere cevap ni-
teliğindedir. Çoğunu kitap için yeniden yazdım ama üslûp fark-
lılıklarına ve kimi tekrarlara dokunmadım. Güzel, iyi kalpli ve son
derece sabırlı arkadaşım Grazia Borrini yüksünmeden her de-
nemenin birkaç şekliyle uğraşmak gibi bir incelik gösterdi. Şu dev
“kalkınma” konusuyla onun sayesinde içli dışlı oldum. Onun nazik
ama sağlam eleştirileri olmasaydı bu kitap daha az tartışılmış, daha
soyut ve hiç şüphe yok -ne yazık ki- şu an olduğundan daha
anlaşılmaz bir kitap olacaktı.
Dostları ilə paylaş: |