Teorik yaklaşım, ikinci olarak, dünyadan bihaberdir. Örneğin ekolojik
olarak sağlam, manevi açıdan doyurucu çeşitli hayat biçimlerinin bozulup
dağılması ve yerlerini Batı uygarlığının yapaylıklarına bırakması sonucu,
şimdi Üçüncü Dünya ülkelerinin karşı karşıya olduğu' birçok sorundan
(açlık, aşırı nüfus, manevi bozulma) habersizdir.
9
Sperry’nin bahsettiği
“farklı mitolojik, sezgisel, mistik ya da dünya ötesi referans çerçeveleri”
kuru hayal şatoları değildir; onlar ne vaat ettilerse yerine getirdiler; en
güç ortamlarda maddi hayatın devamının ve ihtiyaç duyulan manevi
doyumun güvencesi oldular.
10
İlerleme ve uygarlık müjdecileri kendi
yapmadıkları şeyleri yıktılar, anlamadıklarını alaya aldılar. Hayatın
devamının anahtarlarının yalnızca bu baylarda olduğunu varsaymak
miyopluktur.
Üçüncü olarak şaşırabilirsiniz ama teorik yaklaşım sığdır. Zengin,
özel bir değerin mayalanmasıyla oluşmuş düşünceler, algılar, eylemler,
tutumlar ve jestler karmaşasını ta miniminnacık bir bebenin yüzündeki
anlık gülümsemeye varıncaya kadar yavan ve soyut kavramlarla
değiştirir; ve bu kuruntu mahsûlleri arasında yapılacak “akılcı” bir
seçimin sorunu bir karara bağlamaya yeteceğini sanır: “ . . .
teorisyenler . . . "insan doğası"nı tanımlamak isteyen birisinin karşı
karşıya kalacağı derin epis- temolojik sorunları hesaba katmıyor
görünüyorlar. Geçmişte ve günümüzde insani-toplumsal yaşamın
olağanüstü zenginlik ve
limler (ki akademik olarak gayet müesses bilimlerdir) birer karşı-disiplin kabul edilirken,
akademik-olmayan fikir ve bakış açıları karşı-disiplin olarak görülmez.
9. Krş. Sunuş, Dipnot 3 ve 4’te zikredilen eserler. Bilimci olmayan kültürler ayrıca, radikal bir
yenilik sergileyen bilgilerin tehlikeleri konusunda da daha açık bir anlayışa sahip olabilirler.
Sayısız mit bize entelektüellerin ancak daha dün ve büyük bir mücadele vererek nihayet
anladıkları bir şeyi anlatır -doğduğu ortamdan koparılmış bilgi yıkıcı eğilimler taşır ve doğanın
seyri bedelsiz değiştirilemez.
10. “Yerli” toplumlarda her şeyin yolunda olduğunu ve dışardan hiçbir yardıma ihtiyaç
olmadığını söylemek istemiyorum. Parazitler, salgın hastalıklar, doğuştan gelen sakatlıklar bu
toplumlarda dev sorunlar olarak karşımıza çıkar; Batı tıbbı bunlardan bir kısmının etkilerini
hafifletmeyi başarmıştır (ayrıntılar için bkz. W.W. Spink,
Infectious Diseases, Minneapolis 1978
-biraz fazla iyimser bir kitap). Tıpkı kusursuz bir insan vücudu olmadığı gibi kusursuz bir toplum
da yoktur. Ancak eleştirdiğim yazarlar işi çok ileri götürüyor. Yalnızca yardım gerekebileceğini
varsaymakla kalmıyor, Batı uygarlığı ve öz.ellikle de Batı bilimi doğrultusundaki her değişimi
peşinen kaçınılmaz bir iyiye gidiş kabul ediyorlar ki, basitçe söylersek bu doğru değildir.
karmaşıklığı karşısında, tıpkı 19. yüzyılda yapıldığı gibi, tüm insan
soyunu aynı Avrupa burjuva toplumunun değişik bir şekli gibi tanımlama
yoluna gidiyorlar”.
11
Sığlık bilimlere yaklaşımları konusunda da
geçerlidir. Bilimsel disiplinler, okullar, yaklaşımlar ve cevaplarda tanık
olduğumuz büyük çeşitliliği konu alan çok az tartışma vardır. Varsa
yoksa “bilim”, tek bir yol bildiği ve tek bir sesle konuştuğu söylenen
yekpare, doğa üstü bir ucube.
Dördüncü olarak teorik yaklaşım eksiktir: yürürlüğe koyma sorunu
hakkında susar. Bu, teorisyenlerin konu hakkında hiçbir görüşleri
olmadığı anlamına gelmiyor. Tersine son derece net görüşleri vardır.
Önerdikleri şeylerin er geç Batı sanayi devletleri ve resmi kurumlar
tarafından kabul edileceği, oradan da ilk önce eğitime sonra da gelişme
sürecine sızacağı umudundadırlar. Tıpkı ataları sömürge memurları gibi,
düşüncelerinin iktidar gücüyle yürürlüğe sokulmasından hiç vicdan azabı
duymazlar. Fakat onlardan farklı olarak, iktidar gücünü bizzat
işletmezler; hattâ tersine akılcılıktan, nesnellikten hoşgörüden dem
vururlar. Demem o ki sadece saygısız, dünyadan bihaber ve sığ değil,
aynı zamanda oldukça namussuz insanlardır bunlar. Neyse ki şimdi tüm
insani varoluş biçimlerine derin bir saygıyı bayrak edinerek yola çıkmış
ve “ilkel” dünya görüşlerinin ve “arkaik” kuramların içkin gücünü ortaya
çıkarmış, bilgi anlayışlarını da buna uygun olarak değiştirmiş çeşitli
bilimadamlanmız var. Onların anlayışına göre, ne araştırma özel grupların
bir ayrıcalığıdır ne de (bilimsel) bilgi insani seçkinlik göstergesi evrensel
bir kıstas. Bilgi yerel ihtiyaçları karşılama, yerel sorunları çözme
amacıyla oluşturulmuş faydalı, yerel bir şeydir; dışardan değiştirilebilir
ama ancak ilgili tüm tarafların düşüncelerini ortaya döktüğü geniş bir
müzakereden sonra. Bu bakış açısından ortodoks “bilim” tek ve yegâne
bilgi haznesi değil, diğer kurumlar arasında bir kurumdur. İnsanlar ona
danışmak; ondan gelen bilimsel teklifleri kabul etmek ve kul-
11. R.C. Lewontin, Steven Rose ve Leon J. Kamin,
Not in our Genes,
New York 1984,
s.245. Yazarlar sosyo-biyolojiyi eleştirirler; bireysel kararlann yerine teoriyi
geçirdiğinden dolayı değil sığlığından. Ama en karmaşık bir teori bile bize ancak özgül
bir değerler kümesinin geçmişte ne yaptığını anlatabilir; yeni ve önceden
kestirilemeyecek koşullar altında onların ne yapabileceğini öngöremez. Gelecekteki
sonuçlarını bulmak için yüzümüzü değerleri kullananlara çevirmeliyiz, yani onlardan
kendi kararlarını vermelerini istemeliyiz.
Dostları ilə paylaş: |