188
m a r t 1 1
seyahatlerden oluşuyor ve bu eserlerde Balkan
halkları vahşi, tehlikeli, barbar halklar olarak
resmediliyordu. Coğrafi bir isimlendirmeyi
tarihte, uluslararası ilişkilerde ve genel entelek-
tüel yazında pejoratif bir tavsife dönüştüren ve
Osmanlı’nın Rumeli-i Şahanesini önce Balkan
yapıp sonra onu balkanlaştıran bu süreç iyi tah-
lil edilmeden Balkanlar’da yaşananları yorum-
lamak mümkün görünmüyor.
Balkanlar’ı Batıdan farklı kılan unsurlar
Balkanlar Avrupa’nın bir parçası olduğu halde
onu Batının ötekisi yapan, yanı başındaki ya-
bancı haline getiren nedir? Balkan halkları da
diğer Avrupa halkları gibi Hint-Avrupa köken-
lidir; bölgede zengin bir etnik farklılık olmakla
birlikte, ırksal farklılık yok denecek kadar azdır
ve bölge Avrupa’nın Greko-Romen kültür mi-
rasının bir parçasıdır. Fiziki uzaklık açısından
bakıldığında ise Atina’yla Paris arası Kopenhag
ile Madrid arasından daha fazla değildir. Buna
rağmen Balkanlar’ı Batı için ötekileştiren en
önemli saik, bölgenin tarihinde beş yüzyıldan
uzun bir süre devam eden Osmanlı kimliğidir.
Osmanlı’nın çok dinli, çok dilli ve çok etnisiteli
yaşama imkan veren Osmanlı Barışı Pax Otto-
mana ile Balkanlar’da kurduğu istikrar, bölge
halklarını aynı çatı altında bir arada tutmayı
başarmıştır. Bu sebeple ulus-devletleşme süre-
ci Batı Avrupa’dan çok daha sonra bu bölgede
hayat bulmuştur. Bu noktada Balkanizm olarak
adlandırabileceğimiz Batının Balkan dünyasına
bakışı, Edward Said’in formüle ettiği şekliyle,
Batının kendini üstün görerek Doğuyu öteki-
leştirdiği, ideolojik önyargıların ürünü olan
Oryantalizmden çok da farklı değildir. Ancak
kendine uzaklığa bağlı bir farazi bir öteki ya-
ratan Oryantalizmin tersine Balkanizmin bes-
lendiği kaynak, yakınlığa bağlı bir farazi yok
sayma olmuştur.
Balkanlar nereden başlar?
Batının bölgeyi kendisiyle ilintilendirmemesi-
nin ve yok saymasının bir neticesidir ki, 19. yüz-
yılın başında Avusturya Başbakanı Metternich’e
göre Asya, zamanında Viyana’nın bir dış semti
olan Landstrasse’ın bitiminden başlamaktadır.
19. yüzyılın Avrupa zihin dünyasında Uzakdo-
ğu bugünküyle aynı manada kullanılıyorken,
Ortadoğu Mısır ile İran arasında kalan böl-
geyi ifade etmekte, Yakındoğu ise Türkiye ve
Balkanlar’ı kapsamaktadır. Dönemin bazı Batılı
aydınının, mesela en meşhurlarından biri olan
Lord Byron’ın çalışmalarında “yabancı” olarak
tanımlanan Balkanlar’ın bu yabancılığı uzaklığa
değil, tersine coğrafi yakınlığına rağmen sahip
olduğu farklılıklara bağlıdır. 1911’de yayımlan-
mış bir Yakındoğu haritasında Bosna’nın Ban-
jaluka kazası en batı, Konya ise en doğu nokta
olarak gösterilmiştir. Oysa bugün Uzakdoğu ve
Ortadoğu’nun çağrıştırdıkları hemen hemen
aynıyken, Yakındoğu kavramı ortadan kalkmış
ve bu kavramın ifade ettiği coğrafya artık Gü-
neydoğu Avrupa tabiriyle, Doğudan ziyade Batı
olarak kabul edilir olmuştur.
Balkanlar’ın Doğuya mı Batıya mı ait olduğu
sorusu kadar önemli diğer bir tarihi soru da
hangi ülkelerin Balkan olduğudur. I. Dünya
Savaşı arifesinde Türkiye kesinlikle Balkanken
şimdi artık neredeyse hiç Balkan değildir. Keza
Yunanistan o dönemde Balkan olarak kabul
görürken şimdi Balkan olmadığı ispatındadır.
Macaristan eskiden bazen Balkanken şimdi hiç
değildir ve Balkan eskiden kesinlikle Doğuyken
şimdi artık tamamen Batıdır. Balkan kavramı-
nın bu tarihsel evrilimi, onun sade bir coğrafi
tanım olmaktan çıkıp nasıl bir kavramsal tasa-
rıma dönüştüğünün iyi bir göstergesidir.
Balkanlar’da bölgesel işbirliği mümkün mü?
Balkanlarda etnik çoğulculuğa dayalı proje-
lerin, kimliklerin bastırılarak inşa edilme-
si durumunda uzun ömürlü olamayacağını,
Yugoslavya’nın bir iç savaşla parçalanması ör-
neği bize açık bir şekilde gösterdi. Öte yandan
Balkanlar’da etnik homojenliğe dayalı ulus dev-
letler inşa etmek, birbirine düşman kapı kom-
şuları üretmek anlamına geliyor. 1992-1995
“
Balkanlarda etnik çoğulcu-
luğa dayalı projelerin, kimliklerin
bastırılarak inşa edilmesi durumun-
da uzun ömürlü olamayacağını,
Yugoslavya’nın bir iç savaşla parça-
lanması örneği bize açık bir şekilde
gösterdi.
189
b a l k a n l a r ’ d a b ö l g e s e l i ş b i r l i ğ i a r a y ı ş l a r ı
Bosna Savaşı ve 1998-1999 Kosova Savaşı, bu
coğrafyada yüzyıllardır birbiriyle komşu olmuş
insanların nasıl birer “kapıdaki düşmana” dö-
nüştüğünün en iyi kanıtı. Bir siyasi psikoloji uz-
manı olan J. F. Brown ulusu, “neseplerine dair
ortak bir yanılgının ve komşularına dair ortak
bir nefretin bir araya getirdiği insanlar toplu-
luğu” olarak tanımlıyor. Meşruiyetini ötekileş-
tirme üzerine kurmuş her ulus devlet için bu
sözler geçerliyse de, tarih boyunca bir geçiş böl-
gesi olması hasebiyle bugün bir düzineden fazla
etnik gruba ev sahipliği yapan Balkanlar’ın çok
etnisiteli yapısını reddederek bir devlet kurgu-
lamaya çalışanlar için bu biraz daha geçerli.
Bölgedeki huzursuzlukların son bulması için
bölge halklarını birbirine bağlayan tarihi, kül-
türel ve ekonomik bağların güçlü bir şekilde ye-
niden tesisi gerekiyor. 8 Mart’ta Kosovalı ve Sır-
bistanlı yetkililerin ortak mevzuları konuşmak
için AB’nin himayesinde Brüksel’de bir araya
gelmeleri, Kosova’nın 2008’de bağımsızlığını
ilan etmesinden beri gerçekleşen ilk ikili görüş-
me olması açısından özel bir öneme sahip. 10
Mart’ta ise Ankara ilk defa bir Sırp Başbakanı-
nı ağırladı ve bölgesel işbirliğini pekiştirmeye
yönelik bir dizi anlaşma imzalandı. Başbakan
Erdoğan’ın Türkiye ve Sırbistan’ın bölgesel ve
uluslararası işbirliğine yapacağı olumlu katkı-
nın altını çizmesi; yine aynı tarihlerde gerçek-
leşen Yunanistan ziyaretinde Dışişleri Bakanı
Davutoğlu’nun, korkulardan sıyrılarak birbiri-
ne yaklaşılması durumunda iki halkın sorun-
larını rahatlıkla aşılabileceği üzerinde durması
ve ilişkilerde yeni bir paradigmanın gereklili-
ğinden bahsetmesi, bölgede yok yönlü ve çok
aktörlü bir politika değişikliğinin işaretlerini
veriyor. Bundan birkaç gün sonra resmi te-
maslar için Türkiye’ye gelen Hırvatistan Cum-
hurbaşkanı Ivo Josipovic ve Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül’ün de gündeminde yine bölgesel
işbirliği vardı.
Balkanlar’da sınırları geçişken hale getirecek
mekanizmaların daha aktif bir şekilde devreye
sokulması, bölgesel kalkınma projeleri çerçe-
vesinde üretim sürecinin ülkeler arası iş bölü-
müyle gerçekleştirilmesi ve ortak serbest ticaret
bölgelerinin yaygınlaştırılması, bölgede enteg-
rasyonu artıracaktır. Balkan ülkelerini birbirine
yaklaştıracak uluslararası sivil toplum kuruluş-
larının yaygınlık kazanması ve ortak kültürel ve
tarihi birikimi ortaya koyacak çalışmalara hız
verilmesi de bölgenin daha fazla balkanlaşma-
sına engel olacaktır.
www.setav.org, 28.03.2011
AA