Türkiye bölgesel liderlik rolünü çalar
mı? - Vefik el Samırrai
(El Şark'ul Evsat) - 2006 Hartum Arap
zirvesinde Başbakan Erdoğan'ın sözleri
etkili ve hamasiydi, alışılagelmiş hitaplara
yeni bir soluk getirmişti. O tarihten sonra
Türkiye'nin yönelimlerinde pek çok
gelişme oldu. Alışıldığı üzere kalabalıklar
kendi görüşleriyle çelişmediği sürece güçlü
sloganların ve yankılı sözlerin esiri olmaya
devam ederler. Erdoğan'ın aktif politikası,
Filistin-İsrail
çatışmasında ve İran'ın
nükleer dosyasında Türkiye'nin bölgesel
çerçevedeki
rolünü
sağlamlaştırmayı
başardı. Türkiye'nin tavrı, Brezilya ile
uranyum takasında yaptığı arabuluculukla
iyice netleşti. Daha sonra da Özgürlük
Konvoyu'yla Türkiye'nin rolünü güçlü bir
şekilde ileriye doğru itti.
Erdoğan, Konvoyla ilgili etkili hitabında,
Türkiye-İsrail
ilişkilerinin
Gazze
saldırısından veya diğer şeylerden fazla
etkilenmediğini ortaya çıkardı. Buna göre
ortak askerî tatbikatlar son olayla birlikte
iptal edilmeden önce zaten yapılacaktı. Şu
bilinen bir gerçek ki, iki taraf arasındaki
askerî ve istihbarat eş güdümü, güçlü
ilişkiler olmadan gerçekleşemez. Bununla
birlikte Türkiye, hamasi hitabı komşusu
Tahran'ın
elinden
almayı
başardı.
Uluslararası
alanda
gerilimin
tırmandırılması, bakışları İran'ın nükleer
dosyasının üzerinden çekmeye ve ona
zaman kazandırmaya yarasa da, bu durum
İran'ı kızdırdı. Türkiye'nin ağırlığıyla
Konvoy, kuşkusuz bazı Arap ülkelerini de
-başta Mısır olmak üzere- rahatsız etti.
Türkiye ile İran arasındaki rekabet pek çok
nedenden dolayı üzerinden öylesine
geçilecek veya üstü örtülecek türden bir
şey değil. Bu nedenlerin bazıları her iki
ülkenin iç durumuna, yaygın inanca,
ekonomik çıkarlara ve hem uluslararası
hem de bölgesel düzeydeki çelişkili
ilişkilerin doğasına bağlı. Ancak Arap
ağırlığının gelişmesiyle birlikte bu iki
devletten birinin bazı istisnalar dışında
Arap sahasına girişi sınırlanacaktır.
Dolayısıyla bu iki ülke arasında gizli bir
anlaşmanın varlığına dair endişe duymaya
gerek yok.
Abdülnasır döneminde Mısır, o dönemde
yaygın olan ulusal bakış açısı sayesinde
Arapların büyük bir bölümünü kendine
çekmeyi başardı. Ancak Türkiye'nin elinde
İslami çerçevede hareket etmekten başka
bir fırsat yok. Bu iş, himaye ve destek
esaslarına göre yapılırsa çoğu Arap
rejiminin çekincelerini kışkırtacak ve
ilişkilerde olumsuz sonuçlara neden
olacaktır ki bu, bölge için yeni zorluklar
anlamına
gelir.
Ancak
Türkiye'nin
politikası bu yöne doğru kaymayacak
kadar akıllıdır.
Özgürlük Konvoyu'na gelince, gücün
ölçüsüz
bir
biçimde
kullanılması,
uluslararası bir itiraz fırtınasıyla karşılaştı.
Peki ama cesaret veren ve yardım eden
resmî tarafların İsrail'in öncesindeki
tepkilerini
ölçerek
bir
durum
değerlendirmesi yapmaları ve insanların
korumaları
gerekmez
miydi?
Organizasyonu himaye eden tarafın
İsrail'in tepkisini okumakta bu denli
başarısız kaldığı akla sığıyor mu? Yanıt
"Evet" ise o zaman felaket daha da büyük
demektir.
İsrail'in Golan konusundaki ısrarcı tavrı ve
Arapların Hamas ile İran arasındaki
ilişkiden
dolayı
meşru
sayılacak
hassasiyetleri barış yolunda bir gelişme
olmamasının asıl nedenleri. Türkiye, ilgiyi
taktik meseleleriyle sınırlı tutmaktansa bu
dosyalarda olumlu bir ilerleme sağlamada
önemli
bir
rol
üstlenebilir.Laik
yönelimlerdeki kargaşa bölgeyi daha da
karmaşıklaştıran yeni kargaşalara sebep
oluyor ve İran'ın yönelimlerinin lehine
olumsuz baskıyı devam ettirme fırsatı
veriyor ki bu, bölge için en büyük tehdit
unsuru. Belki de konvoya düzenlenen
saldırı sırasında Türkiye'nin güneyinde
askerleri hedef alan saldırı güvenlik
meselelerine yönelik ilgiyi daha da
yoğunlaştırır. Zira pek çok taraf aynı
duruma düşebilir.
Türkiye en fazla öneme sahip bölgelerden
birinde stratejik bir denge noktası. Ondan
beklenen stratejik karar da onun ağırlığı ve
uluslararası
konumuyla
eş
değer.
Uluslararası iradeye boyun eğene kadar
İran üzerindeki baskılar hafifletilmeyecek
ve yöntemleri baş ağrısı yaptığı sürece
Arap ülkelerindeki siyasi hareketlerle iş
yapılmayacak. (BYEGM)
Yeni Türkler Arapların kapısında -
Süleyman el Hitlan
(el Beyan) - Yakın arkadaşım Dr. Tarık
Yusuf bana şunu söyledi: AK Parti,
Araplarda çağlardır süren Türklere dair
kötü intibaı sadece üç yıl zarfında
değiştirdi. O zaman AK Parti yüz yılardır
süren bu kötü intibaı üç yıl içinde nasıl
değiştirdi?
Bilindiği gibi Arap halkı "duygusal" bir
halktır ve dünyadaki her politikacı, ABD
veya İsrail'e sövse bütün Arap dünyasını
arkasına alabilir. Ancak Türkler, bugün
çok zekice bir politika uyguluyor. Bu
politika,
çağlardır
süren
Arap-Türk
düşmanlığını bitirecek ve bunun sayesinde
Türkler, asırlar sonra Arap dünyasının
kapılarını açabilir. Bu durumdan en çok
fayda
görecek
olan
da
Türkiye
ekonomisidir.
Türkiye'nin, bölgede ve dünyada güçlü bir
ülke olmasından Araplar bir şey kaybetmez
çünkü Arap ulusu -son olaylardan sonra-
bir Arap siyasî gücünün ortaya çıkacağına
pek ihtimal vermiyor. O zaman niye bazı
insanlar Arap ülkelerinin başkentinde
halkın Türk bayraklarını taşımasına
şüpheyle yaklaşıyor. Türkiye, kimse
istemeden Filistin meselesini üstenme
kararı aldı ve bu tavrı bölgedeki en yakın
dostuyla -İsrail- arasını açtı.
Burada önemli bir gerçek var: o da
Türkiye'nin fiilen değiştiği. Bu değişim,
İslami parti tarafından gerçekleştirildi.
Türkiye yakın bir zamana kadar devasa bir
güç olmasına rağmen, uzun bir kış
uykusudaydı. Ancak bu devasa gücü şimdi
iktidarda olan Parti bu uykudan uyandırdı.
Bu vesileyle Türkiye, Arap ve İslam
dünyasında önemli bir rol oynamaya
başladı.
Türkiye'nin bu yeni rolü, bölgede ve
dünyada yeni bir gücün doğmasını
sağlayacak ve aktif bir şekilde dengeleri
hâle yola koyacaktır. Bu da Türkiye'nin,
bölgedeki ekonomik gücünü müspet
etkileyecektir. Ankara eğer İran sorununu
çözerse -çözeceğinden eminim- bölgede
tek güç hâline gelecek ve bu sayede
bölgede çıkacak herhangi bir sorunda
Türkiye, çözümün ana kapısı olacaktır.
(BYEGM)