Selçuk iletiŞİM



Yüklə 2,6 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə28/120
tarix15.10.2018
ölçüsü2,6 Mb.
#74209
1   ...   24   25   26   27   28   29   30   31   ...   120

Kitabın, Ait Olduğu Sınıfa Dönüşü… (58-66)
59
tanımlayıp, varoluşunu bağımsızlaştıramayacak
ölçüde sistemle girift bir ilişki içinde erimiş ve
prozak kutularının içine muhalif duygularını
hapsetmiştir. Kimsenin birbirini tanımadığı bu
köyde yaşayanlar ise, sistemin kendi içsel di-
namiklerini ve korkularını yansıttığı korku
filmleri figüranlarına, zombilere dönüşmüştür.
Nietzsche’nin ifadesiyle “ne dününü, ne bugü-
nünü bilen kitleler”, tarihsizleştirilmiş bir ma-
salın anlatıcısı olan medyanın onlara sunduğu
sanal ikon hapsine girmişler ve özgürlüklerinin
bile sistem tarafından tanımlandığı bir köleliği
yaşar olmuşlardır. Görsel iletişim araçlarının
sunduğu iletilerin yapısından dolayı, toplumda
yaşayan bireyler gün geçtikçe birey olma nite-
liklerini kaybetmekte ve neo-skolastik bir çağa
doğru ilerlemektedirler. Bu skolastik çağ, dü-
şünce kontrolünü, bir öncekinden çok daha
güçlü gerçekleştirmektedir. Çünkü araçları bir
öncekine nazaran çok daha güçlüdür.
800’lerden 1500’lere kadar süren ilk skolastik
dönem içerisinde çekilen acılar ve insanın
sefilleştirilmesi, köleleştirilmesi; batıda, insan-
lığı yok etmişti. Görsel kültürün yaygınlaşma-
sını 20. yüzyılın ortaları itibariyle alırsak, ikin-
ci skolastik döneme girmeyi engelleyecek bir
devrimi gerçekleştirmenin halklar için kaçınıl-
maz olduğu görülecektir. Kendilerini gerçekçi,
farklı bir sistemi savunanları ise hayalci olarak
nitelendirerek bunun üzerinden güçlü bir pro-
pagandayı sürdüren şirket küreselleşmesinin
yandaşları dünyayı dolu dizgin tahrip ederken,
Ernesto Che Guevera’nın şu sözünü tekrar
anımsamak gereklidir:
“Gerçekçi ol, imkansızı iste!”
Bu çalışmada niteliksel tarihsel analiz yöntemi
kullanılmış ve neden sonuç ilişkilerinin ardın-
daki tarihsel bağlam daima göz önünde bulun-
durulmuş, alt yapı-üst yapı ilişkisi irdelenmiş-
tir. Kaynaklar literatür taraması yöntemi ile
toparlanmış ve mümkün olduğunca birincil
kaynak kullanımına özen gösterilmiştir. Çalış-
manın amacı, önemli bir iletişim aracı olan
kitabın tarihsel gelişimini aktarmak, bu gelişi-
min altyapısal süreçlerle bağlantısını ortaya
koymak ve yine altyapısal süreçlerin doğrultu-
sunda oluşan, teknolojik gelişmeler sebebiyle
toplumun ve bireyin bilgiye ulaşma yapısının
değişimiyle gerçekleşen, bir yok olma sürecini
göstermektir. Yapısal çözümlemelerle destek-
lenen, Marksist bakış açısıyla eleştirel teori
temel alınarak oluşturulan çalışma ile iletişim
bilimine farklı bir açılım katılmak istenmiştir.
1. İLETİŞİM TARİHİNİN TEMEL DÖNE-
MEÇLERİ
Toplumların iletişim araçlarının evrimini üç
kısımda inceleyebiliriz: Sözlü kültür, yazılı
kültür ve görsel kültür. Bu kültür tiplerinin her
birinin farklı araçları ve bu araçların sağladığı
bir etki alanı mevcuttur ki bu etki, dönemlerin
ideolojilerinde de kendini hissettirir. Sözlü
kültür yazının bulunmasına kadar geçen süreç-
tir. Bu süreçte insanların hafızaları daha güçlü-
dür. Aracın olmaması, kaydedilecek tek nokta-
nın beyin olması bu gücü sağlamıştır. Elbette ki
o dönemin de kaydetme araçları vardır: sagu-
lar, destanlar, masallar vb. Sözlü kültürde sö-
zün belli bir tılsımı ve gücü vardır. Örneğin
dua adeti, sözlü kültüre ait bir olgudur. Sözlü
kültürde şiirlere ve destanlara hakim olanlar
bilge kişilerdir. Şair-sanatçı, kahin, rahip, falcı,
gizbilimci, filozof, hatip, demagog, sofist,
sözbilimci figürleri vardır. Halklarına danış-
man kişi kimliğiyle hitap etmekteydiler
(Huizinga 2006: 158).
Yazıdan, hatta yazı yazma olanağından bihaber
bir kültürün nasıl olabileceğini okuryazarlar
ancak büyük bir zahmetle hayal edebilirler
(Ong 1995: 46). Ritmik nesir, şiir vb. gibi araç-
larla tekrarlanabilirliği olan, kolay akılda tutu-
labilen ifade kalıplarından oluşan bir kültürdür
sözlü kültür. Ezberlemek zaman pratik isteyen
bir  süreçtir.  Bu  nedenle  bir  çok  şeyin  akılda
tutulduğu sözlü kültürlerde günlük önem taşı-
yan bilgileri belli yöntemlerle unutmak eğilimi
vardır. Başka bir deyişle, sözlü kültürün insanı,
salt şimdiki zamanın baskısı altındadır. Sadece
günlük deneyimleri için yararlı olanı hatırlar,
modern insanın tarihsel gerçeklere karşı olan
duyarlılığından yoksundur, geçmişin artık
güncel olmayan ya da tedirgin eden bölümleri
hemen unutulur, gündelik yaşamın sunağına
kurban edilir (Baldini 2000: 15).
Yazılı kültür ise, M.Ö VI-IV. bin yıllardan 19.
yüzyılın sonuna kadar geçmiş olan süreçtir.
Yazıyı ilk bulanlar Mezopotamya’da yerleşmiş
olan Sümerler’dir. Daha sonra İ.Ö. 3000’de
Mısır’lılar, İ.Ö. 1500’de Çinliler, İ.S. 1400
yıllarında Aztekler kendi yazı türlerini kullan-
mışlardır (Baldini 2000: 12). Ancak yazının


Selçuk İletişim, 5, 3, 2008
60
kullanılmaya başlamasıyla geniş kitleler tara-
fından kullanılabilirliği farklı süreçlerde ger-
çekleşmiştir ki bu süreçler arasında yüzyıllar
vardır. Yazı ilk çıkış yılları itibariyle egemen
sınıfın bir aracıdır ve halka yayılmaması için
gerekli tedbirler alınmıştır. Bu, Roma’da ilk
halk kütüphanesini açmak isteyen Farncesco
Petrarca’nın önerisini reddeden Venedik sena-
tosunun tavrında görülebilir. Petrerca, 1346
yılında Venedik’te oturabileceği bir eve karşı-
lık olarak kişisel kütüphanesini kente armağan
etmeyi önermiştir. Aynı yılın 4 Eylül tarihinde
toplanan Venedik senatosu bu öneriyi reddet-
miş, böylece Batı tarihinde ilk kez devlet otori-
tesi, kitapların halka sunulması konusunda bir
karar almış, tüm ortaçağ boyunca manastırlara
ait olan bu ayrıcalık, devletin kullanım alanına
girmiştir (Baldini 2000: 52). Bu anlamda yazı-
nın kültürlere etkisinin sınırlı olduğunu bilmek,
iletişim araçlarının teknolojik determinizminin
sınırlarını bilmek açısından önemlidir. Ancak
yazı elbette ki kendi çapının etkisiyle belli
kültürel formları değiştirmiştir. Yazılı söylem
sözlü söylemden daha ayrıntılı ve sabit dilbilgi-
si kuralları geliştirmiştir, çünkü yazıda ‘anla-
mın verilebilmesi’ dilin düzenlenişine bağlıdır.
Bunun da nedeni, sözlü söylemdeki gibi dilbil-
gisine pek gerek kalmadan ‘anlamın belirlen-
mesine’ yardımcı olan canlı ortamın yazılı
söylemde var olmayışıdır (Ong 1995: 54).
Fotoğrafın icat edildiği tarih olan 1839, bir
başka iletişimsel çağın başlangıç tarihidir. Bu
tarihten sonra artık ansal varoluş simgesel
olarak dondurulabilecek ve çoğaltılabilecek,
egemenlerin gaddarlıkları görüntülenebilecek,
küçük burjuvazinin yaşam tarzları ölümsüz
kılınabilecektir.
İnsanoğlunun bilinci, maddeyle ilişkisinden
türer. Yaşamı belirleyen bilinç değil, tersine,
bilinci belirleyen yaşamdır (Marx 2004: 46).
Altyapıdaki üretim araçları ve özellikle modern
toplumlarda bireyin sosyalleşmesinde yüksek
düzeyde belirleyici olan iletişim araçları, bilin-
cin oluşmasında temel faktördür. Ancak
modernite öncesi toplumlarda iletişim araçları,
kitapta olduğu gibi, günümüzdeki kadar etkin
değildirler. Çünkü bunlar küçük bir topluluğun,
egemen azınlığın elindeydiler.
McLuhan toplumların biçimlendirilmesini
şöyle ifade eder: Toplumlar her zaman iletişi-
min içeriğinden çok, insanların iletişimde kul-
landıkları iletişim araçlarının doğasınca biçim-
lendirilmişlerdir. Alfabe, örneğin, insanın kü-
çük bir çocukken, bilincine bile varmadan
özümsediği, bir ökse otu gibi içinde bakıp
yaşattığı bir teknoloji olmuştur. Sözcükler ve
sözcüklerin içerdiği anlamlar çocuğun neyi
nasıl düşüneceğini, nerede nasıl davranacağını
öğreten önedinimlerdir. Alfabe ve basım tekni-
ği, daha da sonrasındaki uzmanlaşmaya, bölün-
tüleşmeye varacak olan bir fragmanlaşma süre-
cini başlatmış, giderek ivme kazanmasına ne-
den olmuştur (McLuhan 2005: 8). Ancak
McLuhan geçmiş kültürlerde ortak bilinci oluş-
turmada iletişim araçlarının etkisini, kültür
merkezci bir bakış açısıyla günümüzdeki kadar,
yani kendi yaşadığı kültür kadar etkin olarak
düşlemiştir. Oysa geçmiş kültürlerde ortak
bilinci oluşturan en temel unsur iletişim araçla-
rı değil, din ve altyapısal süreçlerde onu da
oluşturan, Marks’ın ifade ettiği, üretim araçları
ve toplumdaki meta döngüsüdür. Her ne kadar
alfabetik sistem, bir ortak bilincin oluşmasında,
özellikle de milliyetçiliğin oluşmasında etken
olsa da, bu değişimlerde asıl belirleyici etken
ekonomidir. Almanya’da Luther, matbaanın
yardımıyla Alman dilinin gelişiminde tayin
edici  bir  rol  oynamıştır.  Luther  Orta  ve  Aşağı
Almanya’da halk dilinin konuşulmasını teşvik
etmiş, fakat Thuringia ve Saksonya ona esas
kelime hazinesini sağlamıştır. Bu dilde pek çok
çalışmanın baskısı yapılarak dil giderek daha
fazla ulusal yazın dili haline gelmiştir
(Guibernau 1998: 118). Ancak bu durumun
belirleyicisi, McLuhan’ın ifade ettiği gibi ileti-
şim araçlarının değişmesi değil, burjuvazinin
ticari ilişkilerinin gelişimi için gerekli ideolojik
atmosferin milliyetçilikten geçmesi sebebiyle,
zamanla geçmiş ekonomik sistemin düşünsel
kalıplarını kırmak zorunluluğudur. Milliyetçili-
ğin geniş kitlelere dayatılması ve bir toplum
mühendisliği olarak çeşitli coğrafyalarda be-
nimsetilmesi, fordist üretim şeklinden kaynak-
lanır ve burjuvazinin, ulaşım ve haberleşme
teknolojilerine bugünkü kadar sahip olmaması
nedeniyle, o dönem için gerekli bir  “yerli malı
yurdun malı” propagandasına ihtiyaç duyması
ile üniter sınırlara gereksinmesidir.
Postfordist süreçte ise gümrük duvarları kaldı-
rılmış ve burjuvazinin palazlanmasıyla, dünya
çapında etkinleşebileceği ve üretimi hızlandı-
rabileceği bilgisayar teknolojisinin gelişmesi


Yüklə 2,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   24   25   26   27   28   29   30   31   ...   120




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə