Stephen King ve Peter Straub Cilt1 Tılsım



Yüklə 2,72 Mb.
səhifə49/55
tarix26.03.2018
ölçüsü2,72 Mb.
#34420
1   ...   45   46   47   48   49   50   51   52   ...   55

Jack öbür tarafa döndü. Yanaklarını ve alnını terler kaplamıştı. Ense-sindeki saçlar dimdikti.

Yine gördü. Madenî bir parıltı. O odalardan birinin loşluğunda. Koca taşlar günah kadar karaydı. Yüzlerini yosunlar yeşertmişti. Berbat albino böcekler deliklere girip çıkıyordu. Duvarlarda onbeş yirmi adım aralıkla halkalar vardı. Oralara takılması gereken meşaleler çoktan gitmişti.

Klank.

Bu sefer gözünü kırpmadı bile. Dünya gözlerinin önünde yana kaydı, akan su ardından görülüyormuş gibi titredi. Duvarlar siyahımsı maundu taş yerine. Kapılar da indirmeli demir parmaklı değil, basbayağı kapıydı. Kadınların naylon çorapları kadar ince bir zarla birbirinden ayrılan iki dünya şimdi üstüste çakışmaya başlıyordu.



Jack içindeki Jason kişiliğinin de Jack kişiliğiyle birleşmeye başladığını hissetti. İkisinin bileşimi olan bir üçüncü varlık çıkıyordu ortaya.

Bileşim nedir, bilmiyorum ama, umarım güçlüdür... çünkü o kapıların ardında bir şeyler var... hepsinin ardında..

Jack koridorda tekrar lobiye doğru ilerlemeye koyuldu.

Klank.


Bu sefer dünyalar değişmedi. Tahta kapılar tahta kapı olarak kaldı, hareket de gözükmedi.

Ama tam şuranın arkasında. Tam arkasın...

Boyalı, çift kanatlı kapıların ardından bir ses duydu. Orada HERON BARI diye yazılıydı. Duyduğu ses eski, kocaman paslanmış bir makinenin hareketle geçirilmesine benzer bir sesti. Jack hemen.

(Jason hemen)

açılmakta olan o kapıya döndü.

(yükselmekte olan parmaklıklara döndü)

elini çabucak

(kesesine)

cebine daldırdı.

(kese yeleğinin kuşağına takılıydı)

Blucininin cebinde parmaklan Speedy'nin verdiği gitar mızrabını buldu.

(köpekbalığı dişini buldu)

Heron Bar'dan ne çıkacağını beklerken otelin duvarları boğuk boğuk fısıldadı. Fis hafızlarla başa çıkmak için başka yollarımız da var. Vakit varken gitmeliydin... çünkü artık süren doldu, küçük çocuk.

A7a/ı...GÜM!

Klan... GÜM!

Klank...GJJM\

Ses yüksek, sarsak ve metalikti. İnsanlık dışı niteliği Jack'i insan sesinden çok daha fazla korkutuyordu.

Adımlarını budalaca bir tempoyla atmakta, yaklaşmaktaydı.

Klank... GÜM! Klank... GÜM!

Uzun bir sessizlik oldu. Jack boyalı kapıların biraz sağına çekilip sırtını duvara dayadı, bekledi. Sinirleri öyle gergindi ki, ses çıkaracaktı neredeyse. Uzun süre hiçbir şey olmadı. Jack klanklsyan şeyin bir boyut kapağından düştüğünü, geldiği dünyaya geri gittiğini umdu. Bu kazık gibi sahte pozdan sırtı ağrıyordu. Omuzlarını sarkıttı.

O sıra kırılma gibi bir ses duyuldu, kocaman, beş santim boyunda tırnaklan olan bir mâdeni el kapının üzerindeki resmi delip dışanya uzandı. Jack tekrar duvara yapıştı, ağzı dehşetle açıldı.

Ve çaresizlik içinde Diyar'a geçiverdi.


6

Yukardan inen demir kapının ardında siyahımsı paslı zırh giymiş biri vardı. Silindir miğferi kara yatay bir aralıkla göz yerinde kesilmişti yalnızca. O da iki santimden geniş değildi. Miğferin tepesinde kırmızı bir tüy göze çarpıyordu. Oradan da içeriye böcekler girip çıkıyordu. Jack bunların Thayer okulunda duvarlardan dökülenlerle aynı olduğunu gördü. Miğfer paslı şövalyenin omuzlarına inen bir boyunlukla son buluyordu. Kadınların sallan gibiydi omuzluk. Pazulan ve kolları ağır çelikle kaplıydı. Dirsekte tel örgü zırhtan eklem yeri vardı. Üstleri asırlık pisliklerle doluydu. Şövalye kıpırdadıkça o örgüler çocuk ağlar gibi gıcırdıyordu.

Zırhlı ellerin ucu birer mızraktı sanki.

Jack taş duvara yaslanmış duruyordu. Karşısındaki şekle bakıyor, gözlerini ondan alamıyordu. Ağzı kurumuştu ateşten. Gözleri yuvalarında tempolu olarak, kalp vuruşlarına adım uydurarak her an biraz daha büyüyor gibiydi.

Şövalyenin sağ elinde bir savaş çekici vardı. Onbeş kiloluk paslı, çelik başlı... cinayet âleti.

Yukardan inen kapı. Unutma, o kapı ikinizin arasında...

Ama o anda, yakında hiçbir insan bulunmadığı halde, yukardaki teker dönmeye, parmaklık kapı ağır ağır yükselmeye başladı.
7

Pençe kapıdan çekilmişti. Orada bir delik kalmıştı yalnızca. Kapıya boyanmış kırlık manzara, gökyüzündeki delikle sünealist bir havaya girmişti. Sanki resimdeki avcı günü fena gitti diye kızmış, gökyüzünü patlatıver-mişti. Derken savaş çekicinin tokmağı kapıda patladı, parçaladı, Jack uçan tahta parçalarından korunabilmek için ellerini yüzüne kapadı. Sivri uçlu el tekrar göründü. Önce bir yana, sonra öteki yana uzandı, deliği genişletti, çekildi. Çekiç ikinci kere indi, kapının büyük bir parçası kopup halıya düştü.

Jack artık Heron Bar'm gölgelerinde dev zırhlı hayali görebiliyordu. Bu zırh, kara şatoda Jack'le karşı, karşıya gelenin giydiğiyle aynı değildi. Şatodaki, silindir biçiminde bir miğfer giymişti. Tepesinde kırmızı tüy vardı. Bunun miğferi çelik bir kuşun cilâlı kafasına benziyordu. İki yamndan boynuzlar çıkıyordu. Boynuzlar hemen hemen kulak hizasındaydı. Jack zırhın göğüs parçasına baktı. Örgüdendi. Altında zincirlerden dokunmuş bir önlük etek vardı. Çekiç her iki dünyada da aynıydı. Şövalye ikizliler onu iki dünyada da aynı anda indiriyorlardı. Tiksinerek yapıyorlar gibiydi bu işi. Böyle bir hasıma karşı, gerek var mıydı savaş çekicine?

Kaç, Jack, kaç! Doğ/u, diye fısıldadı otel. Kaç! Fis hı/fızlar hep öyle yapar! Kaç! KAÇ!"

Ama kaçmadı. Ölür de kaçmazdı... çünkü o fısıldayan sinsi sesin hakkı vardı. Fis hırfızlar gerçekten de kaçarlardı.

Ama ben hırsız değilim, diye düşündü Jack ciddi ciddi. Bu yamtık beni öldürebilir ama, yine de kaçmayacağım. Çünkü hırsız değilim ben.

"Kaçmayacağım!" diye haykırdı o ifadesiz çelik kuş kafasına doğru. "Hırsız değilim ben! Duyuyor musun ? Benim olan şeyi almaya geldim ve hırsız değilim!

Miğferin soluyan deliklerinin derinlerinden homurtulu bir çığlık yükseldi. Şövalye uzun tırnaklı pençelerini kaldırdı, yumruk yapıp indirdi. Biri yere doğru, öteki sağa indi. Kapıdaki kır manzarası bitmişti. Menteşeler koptu, kapı üzerine doğru devrilirken Jack kuşlardan birinin resimden fırlayıp uçarak kaçtığım, gözlerinin Walt Disney çizgi filmlerindeki gibi korkuyla açıldığını gördü.

Zırh tıpkı katil bir robot gibi üzerine geliyordu. Bacakları kalkıyor, sonra iniyordu. Boyu iki metreden fazlaydı. Kapıdan geçerken boynuzlan üst pervazda iki çizik oluşturdu.

Soru işareti gibiydi çizikler.

Kaç! diye uyardı kafasmda bir ses.

Kaç, hırfız, diye fısıldadı otel.

Hayır, diye karşılık verdi Jack. Yaklaşan şövalyeye baktı, parmaklan gitar mızrabının çevresinde sıkıştı. Diken parmaklı eller kuş miğferin göz kapağına yükseldi, kapağı tutup kaldırarak açtı. Jack soluksuz kaldı.

Miğferin içi boştu.

Sonra o eller Jack'e doğru uzandı.
8

Diken parmaklı eller yükseldi, silindir miğferi iki yanından tuttu, yavaşça kaldırdı, içinden en azından üçyüz yaşında görünen öfkeli bir ihtiyarın yüzü çıktı. Eskimiş kafasının bir yanı ezilmişti. Teninden kırık yumurta kabuğu gibi bir şeyler fışkırmıştı. Yarada siyah ve yapışkan bir madde de yayılıyordu. Beyindi galiba. Çürümüş beyin. Solumuyordu adam. Kırmızı kenarlı gözleri Jason'a cehennem alevleri gibi bakıyordu. Sonra sırıttı, Jason onun insanı parçalamaya hazır sivri dişlerini gördü.

Şövalye sakırdayarak ilerledi. Ama tek ses o değildi.

Jason sola, ana hole doğru baktı.

(lobiye)

şatoda


(otelde)

ikinci bir şövalye daha bulunduğunu gördü. Bu seferki daha alışılmış bir miğfer giymişti. Onun arkasından bir üçüncüsü geliyordu... sonra da dördüncüsü. Koridordan yavaş yavaş yaklaşmaktaydılar. Eski zamanın hareketli zırhları şimdi içlerinde bir tür vampir yaratık barındırıyordu.

O sırada eller onu omuzlarından yakaladı. Eldivenlerin ucundaki sivri parmaklar omuzlarına ve kollarına gömüldü. Sıcacık kanlar akmaya başladı, buruşuk yüz korkunç, aç bir gülümseme ifadesine büründü. Dirsekler-deki zincir örgüler çığlık atarken ölü şövalye çocuğu kendine doğru çekti.
9

Jack acıyla haykırdı. Sivri parmaklar etinin içindeydi... vücudunun içindeydi... bunun gerçek olduğunu, biraz daha sürerse kendisini öldüreceğini anladı.

Miğferin içindeki o kara boşluğa doğru çekiliyordu.

Ama boş muydu orası gerçekten?

Jack karanlığın ortasında iki kızıl parıltı görür gibi oldu... göz sanki. Zırh eller onu yukarı kaldırdı. Jack donarcasına üşüdüğünü hissetti. Tüm kışlar birleşmiş, bir tek kış olmuş gibi... ve o buz gibi hava boş miğferden dışarı boşalıyordu.

Beni gerçekten öldürecek ve o zaman annem de ölecek, Richard da ölecek, Sloat kazanacak, beni öldürecek, öldürecek

(dişleriyle parçalayacak)

beni donduracak...

JACK! diye seslendi Spçedy'nin sesi.

(JASON! diye bağırdı Parkus'un sesi.)

Mızrap, evjjt! Mızrabı kullan! İş işten geçmeden! JASON AŞKINA MIZRABI KULLAN İŞ İŞTEN GEÇMEDEN!

Jack'in parmaklan mızrabı kavradı. O seferinde para nasıl ısındaysa bu da öyle sıcaktı. Uyuşturucu soğuğun yerine beynini coşturan bir zafer duygusu geldi. Mızrabı cebinden çıkardı, omuzlarına gömülen çelik tırnakların acısından bağırdı ama zafer duygusunu yine de kaybetmedi., o tatlı Diyar sıcağı, o apaçık gökkuşağı duygusu.

Mızrap... evet mızrap olmuştu yine... parmaklarının arasındaydı. Güçlü, ağır bir fildişiydi. Üzerinde garip desenler vardı. O anda Jack.

(ve Jason)

o desenlerin bir yüz oluşturduğunu gördü... Laura DeLoessian'ın yüzü.

(Lily Cavanaugh Sawyer'in yüzü.)


10

"Onun adına, iğrenç şey!" diye bağırdılar ikisi bir ağızdan... ama bir tek ses çıktı... bir tek varlığın sesi... Jack/Jason. "Dünyayı senden alındırmak için! Kraliçenin ve oğlunun adına dünyayı senden temizlemek için!"

Jason gitar mızrabını yaşlı vampir yaratığın bembeyaz, buruşuk suratına indirdi. Aynı anda yaratık geçiş yaptı, mızrabın siyah boşluğa doğru indiği görüldü. Jack bir an daha Jason oldu, vampir yaratığın kırmızı gözlerinin inanmaz bakışlarla dışarı uğradığını gördü. Mızrap buruş buruş alnına daldı. Bir an gözler üzerini film kaplamış gibi oldu, sonra da patladı, içinden fışkıran siyah sıvı Jack'in eline, bileğine yayıldı. Sıvının içi minik, ısırgan kurtlarla doluydu.
11

Jack duvara doğru fırlamıştı. Başını çarptı. Başınm, omuzlarıyla kollarının acısına rağmen mızrabı elinden bırakmadı.

Zırh teneke, konserve kutularından yapılmış gibi tangırdıyordu. Jack bir ara onun şişmeye başladığını farketti, gözlerini korumak için elini kaldırdı.

Zırh kendi kendini parçaladı. Her yana şarapnel saçmadı ama, parçalanıp yıkıldı... Jack şu anda pis bir otelin alt katında kanlar içinde olmasa da, film seyrediyor olsa, kahkahalarla gülerdi. Cilâlı çelik miğfer boğuk bir takırtıyla yere yuvarlandı. Boyunluğu zırhın içine düştü. Ön ve arka parçalar, arası boş kitap destekleri gibi yıkıldılar. İki saniye boyunca küflü halıya metal yağdı, sonunda ortada bir hurda yığını kaldı.

Jack duvara dayanarak doğruldu, zırhın tekrar kalkıp toparlanmasını bekliyormuş gibi baktı. Aslında da bekliyordu öyle bir şeyi. Beklediği olmayınca sola, lobiye doğru döndü... ve üç yeni zırhın ağır ağır kendisine doğru yaklaşmakta olduğunu gördü. Birinin elinde peynir gibi, küflü bir tuğ vardı. Üzerinde Jack'in tanıdığı bir sembol göze çarpıyordu. Orris'li Morgan'ın askerlerinde görmüştü. Arabaya eşlik edenler de bu tuğdan taşıyorlardı. Morgan'ın işareti... ama bunlar Morgan'ın yaratıkları değildi ki... Jack bunu hayal meyal anlayabiliyordu. Bu tuğu taşımalarının nedeni, korku içindeki konuğa bir tür şakaydı. Kendi varlık nedenlerini çalmaya gelmişti bu konuk buraya.

"Yeter artık," diye fısıldadı Jack boğuk boğuk. Mızrap parmakları arasında titredi. Bir şey olmuştu ona. Hasara uğramıştı zırha saldırırken. Fildişi eskiden krem rengindeyken şimdi dikkati çekecek kadar sararmıştı. Üzerinde incecik çatlaklar görülüyordu.

Zırhlar hâlâ yaklaşıyorlardı. Biri upuzun bir kılıç çekti. Ucu çatallıydı.

"Artık yeter," diye inledi Jack. "Ah, Tanrım, lütfen, yeter artık, yorgunum, yapamam, lütfen, yeter, yeter..."

Gezgin Jack, dostum Gezgin Jack...

"Speedy, yapamam!" diye bağırdı. Gözyaşları kirli yüzünden aşağıya sızdı. Zırhlar bir fabrikanın konvayör kemeri üzerindeki birleştirilmeye hazır oto parçalan gibi yaklaşıyorlardı. Miğferlerin içindeki buz gibi karanlıklarda kutup rüzgârlarının uğultusunu duydu.

...sen Califomia'ya onu almaya geldin.

"Lütfen, Speedy, yeter!"

Kara metal robot suratlar, paslı kollar ona yaklaştı, uzandı.

Elinden geleni yap, Gezgin Jack, diye fısıldadı Speedy. Onun da sesi yorgundu. Sonra yokoldu, Jack tek başına kaldı.

Bölüm: 42

JACK VE TILSIM


1

Bir hatâ yaptın... dedi bir ses Jack Sawyer'in beyninin içinden. Heron barın kapısında durmuş, yaklaşan zırhlara bakıyordu. Zihninde bir göz açıldı, karşısında öfkeli bir adam gördü. Genç irisi bir çocuk gibiydi hemen hemen. Bir kovboy köyünde, kameraya doğru yürüyordu. İki tabancasının kılıflarının çıtçıtlarını açıyordu. Bir hatâ yaptın... Ellis kardeşlerin ikisini de öldürmen gerekirdi!

Annesinin tüm filmleri içinde Jack'in en çok sevdiği İdam Kentine Son Tren olmuştu. 1960'da çekilmiş, 1961'de piyasaya çıkmış bir filmdi. Warner Brothers filmiydi. O zamanın tüm Warner Brothers kovboy filmleri gibi bunun da başrollerini televizyon dizilerinden aktörler doldurmuştu. Maverick dizisinden Jack Kelly (kibar kumarbaz rolünde), Bourbon Sokağından Andrew Duggan (kötü yürekli sığırcı zengin), televizyonda Choyen-ne Bodie'de bir tip çizen Clint Walker de emekli şerif Raffe Ellis rolün-deydi. Silâhlarını son bir kere kuşanmak zorunda kalıyordu. Inger Ste-vens'a dans salonundaki kız rolü verilmişti ama Bayan Stevens ciddi şekilde bronşit olunca rol Lily Cavanaugh'ya kalmıştı. Böyle rolleri komadayken bile yapardı o. Bir keresinde Jack, annesiyle babası onu uyuyor sandığı bir sırada, onların alt salonda konuştuklarını dinlemişti. Annesi yalınayak mutfağa, su almaya giderken garip bir söz söylemişti... garip olmalıydı, çünkü Jack hiç unutamamıştı o sözü. "Canlandırdığım bütün kadınlar sevişmesini bilir ama hiçbiri doğal davranmayı bilmez," demişti Phil'e.

Warner'in Sugarfoot diye bir başka filminde rol almış olan Will Hutc-hins da vardı bu filmde. İdam Kentine Son Tren'i Jack'in en çok sevmesinin nedeni de onun oynadığı roldü. Andy Ellis tipi... zırhlar karşıdan yaklaşırken onu hatırlamıştı Jack'in yorgun zihni o anda.

Andy Ellis, şerifin korkak küçük kardeşiydi. Ancak en son anda öfkeleniyordu. Bütün film boyunca rezil olduktan sonra.

Tozlu, geniş sokakta ilerlerken tabancalarını çıkarıyor, "Haydi, gelin! Gelin! Hazmın ben! Hatâ yaptınız! Ellis kardeşlerin ikisini de öldürecektiniz!" diye haykırıyordu.

Will Hutchins büyük bir aktör sayılmazdı ama, o anda başarmıştı... en azından Jack'in gözünde başarmıştı. Çocuk ölümüne gidiyor ve bunu da biliyordu. Ama yine de gidiyordu. Gerçi korkuyordu ama, adımları isteksiz değildi. Hevesliydi. Yapmak istediği şeyden emindi. Tabancaları çeker-kenki beceriksizliğine rağmen.

Zırhlar aradaki uzaklığı kapıyorlardı. Oyuncak robotlar gibi iki yana sallanmaktaydılar. Sırtlarında anahtar mı var acaba, diye düşündü Jack. Olmalıydı.

Onlara doğru döndüğünde sarı mızrap parmaklarının arasında, sanki bir ezgi çalmaya hazırdı.

Zırhlar bir kararsızlık geçirir gibi oldular. Onun korkusuzluğunu hissetmiş gibiydiler. Otelin kendisi de kararsız gibiydi. Belki önce önemsemediği bir tehlikeyi hissediyordu. Yer döşemeleri gıardadı, kapılar çarparak kapandı, damdaki rüzgâr gülleri bir an dönmeyi kestiler.

Zırhlar yine ilerledi. Uygun adım geliyorlardı. Birinin elinde dikenli gülle vardı. Tahta saplıydı. Ortadaki savaş çekici, sonuncusu da çatal uçlu kılıç taşıyordu.

Jack birden onlara doğru yürümeye başladı. Gözleri parladı, gitar mızrabım kaldırıp önünde tuttu. Jason parıltısı vardı suratında. Ve birden geçiş yaptı kendini bir an için Diyar'da buldu ve Jason oldu. Köpekbalığı dişi sanki alev almış gibi parlıyordu burada. Üç şövalyeye yaklaşırken, biri miğferini çıkardı, yine beyaz, yaşlı bir surat belirdi... Sarkık gerdanı erimiş bir mumu hatırlatıyordu. Miğferini savurduğunda Jason kolaylıkla eğilip kaçtı.

ve

tekrar*geçiş yaptı "7



Jack kimliğine döndü. O anda miğfer arkasındaki lambri duvara çarptı. Karşısında başsız bir zırh duruyordu.

Bu beni korkutur mu sanıyorsun? diye düşündü Jack nefretle. Korkutmaz... sen de korkutmuyorsun. Bitireceğim bu işi, o kadar.

Bu sefer otelin dinlemekte olduğunu hissetmekle kalmadı. Otel Jack'in çevresinde büzülmüştü. Bir sindirim organının dokusu, zehirli bir şey yiyince nasıl büzerse öyle. Üst kattaki beş odada beş koruyucu şövalye ölürken pencereler tabanca gibi patladı. Jack zırhlara doğru ilerledi.

Tılsım tatlı sesiyle zafer şarkısı söylüyordu.

JASON! BANA!

"Gelin!" diye bağırdı Jack zırhlara. Sonra gülmeye başladı. Elinde değildi. Gülmeyi hiç bu kadar kuvvetle istememişti. Kaynaktan fışkıran su gibiydi gülüşü. Ya da derin bir ırmaktan. "Gelin, hazırım size! Hangi manyak yuvarlak masadan geliyorsunuz bilmiyorum ama, omda kalsanız daha iyi ederdiniz! Bir hatâ yaptınız!"

Kahkahalarla gülerek ama için için kararlı, kendini kafası olmayan zırha doğru attı. Ortadaki kafasız zırh sallanıp duruyordu.

"Ellis kardeşlerin ikisini de öldürecektiniz!" diye bağırdı. Mızrap buz gibi hava tabakasını geçerken zırh parçalanıp yığıldı.


2

Lily Cavanaugh, Alhambra'daki yatak odasından birden okumakta olduğu kitaptan başını kaldırdı. Bir ses duyduğunu sanmıştı... Yoo bir ses değil, Jack! Bomboş, upuzun bir koridordan sesleniyordu. Belki de aşağıdaki lobiden. Dinledi. Gözleri açılmış, dudakları kısılmış, yüreği umutla doluydu... ama bir şey duyamadı. Jacky hâlâ uzaklardaydı. Kanser hâlâ kendisini lokma lokma yiyordu. Ağrı kesiciyi almasına da daha bir koca saat vardı.

O şişedeki hapların hepsini birden almayı gittikçe daha sık düşünüyordu. Ağrıyı dindirmekle kalmazdı o zaman. Temelli bitirirdi. Kanseri tedavi edemiyonız diyorlar ama, sakın inanmayın, Bay Kanser... bunlardan bir düzine yutun da bakın. Ne dediniz? Var mısınız?

Bunu yapmayışı Jack'den ötürüdü. Onu tekrar görmeyi o kadar çok istiyordu, sesini hayal ediyordu artık... hem Jack yalnız annesine seslenmiyor, eski bir filminden bir replik söylüyordu.

"Kaçık bir cadalozsun sen, Lily," dedi kendi kendine. Titreyen parmaklarıyla bir Herbert Tarrytoon daha yaktı. İki soluk çekip söndürdü. İki soluktan fazlası öksürüğü başlatıyordu bu günlerde. "Kaçık cadaloz." Kitabım yine eline aldı ama okuyamadı. Gözlerinden yaşlar boşalıyordu. İçi acıyordu. O kahverengi hapların hepsini birden yutmak istiyordu. Ama onu tekrar görmeyi de istiyordu. Güzel alınlı, parlak gözlü, sevgili oğlunu.

Dön evine, Jacky, diye düşündü. Lütfen çabuk dön, yoksa bir daha konuştuğumuzda ruh masasından konuşuna. Lütfen, Jack, lütfen evine dön.


3

Dikenli gülleyi taşıyan şövalye bir an yerinde sallandı, boş içini gösterdi, sonra o da patladı. Tek kalanı çekicini kaldırdı... sonra yığıldı kaldı. Jack enkazın arasında bir an durdu. Hâlâ gülüyordu. Ama Speedy'nin mızrabına baktığında gülmesi kesildi.

Koyu sarı olmuştu artık. Çatlaklar da irileşmişti.

Boşver, Gezgin Jack. Sen devam et yoluna. Bu tenekelerden bir tane daha var sanırım. Varsa haklarsın, değil mi?

"Mecbursam yaparım," diye mırıldandı Jack yüksek sesle.

Yerdeki zırhlara bir tekme savurdu, koridorda yürümeye koyuldu. Lobiye varıp kısaca çevresine bakındı.

JACK! BANA GEL! JASON! BANA GEL! diye seslendi Tılsım.

Jack merdivenlerden çıkmaya başladı. Yarıya vardığında üst kata baktı ve şövalyelerin sonuncusunu gördü. Üst sahanlıkta durmuş, aşağıya, ona bakıyordu. Dev bir yaratıktı. Üç metre boyundaydı. Tepesindeki tüyü siyahtı. Miğferinin göz aralığından kızıl parıltılar görünüyordu.

Elinde korkunç bir kılıç vardı.

Jack bir an merdivende dondu kaldı, sonra tekrar tırmanmaya koyuldu.


4

En kötüsünü en sona saklamışlar, diye düşündü Jack ilerlerken. Ve birden.

geçiş yaptı tekrar

Jason oldu. Şövalye hâlâ siyah zırhlıydı ama farklıydı. Miğferinin yüz kapağı açıktı. İçinden kan lekelerinden görünmeyen yaralı bir yüz Jack'e bakıyordu. Jack bu yaralan tanıdı. Şövalye Lânetli Topraklardaki ateş toplarına biraz daha yaklaşmıştı mutlaka.

Merdivende başka varlıklar yanından geçmekteydi. Onları pek göre-miyordu. Eli trabzan üzerinde kaymaktaydı. Trabzan, otelde tahtadan, Diyar'da demirdendi. Yanından geçen insanlar, siyah ipek gömlekli erkekler, kocaman, büzgülü etekli kadınlardı. Çok şık giyinmiş, saçlanna mücevherler takmışlardı. Güzel ama bahtsız gibiydiler. Hayaletler yaşayanlara hep öyle görünürdü. Yoksa neden böyle dehşet yaratsındı hayalet fikri?

JASON! BANA! diye seslendi Tılsım. Bir anda parça parça gerçekler birleşir gibi oldu. Jack geçiş yapmadı ama, düşer gibi oldu, kendini eski bir şatonun kulesinde, çürük tahta merdivenlerde buldu. Korkmadı. Düşüş devam ediyordu. Sonunu bulamayıp ebediyen düşeceği hiç aklına gelmedi. Kaybolacağı da. Bunlar Jason'a oluyordu.

(ve Jack'e oluyordu)

Göz açıp kapayana kadar... bir adım atana kadar. Geri dönecekti. O tek yaratıktı. Böyle birinin kaybolabileceğine inanmıyordu. Bu dünyalann her birinde bir yeri vardı çünkü onun. Ama hepsinde bir anda var olamam, diye düşündü Jason.

(Jack)

Önemli olan o, farklı olan o. Ben her dünyadan geçerim. Belki göremeyecek kadar hızlı geçerim. Ardımda sesten bir iz bırakırım. Hava oraya kapanır. Saniyenin binde birinde. Ben başka yerde uzayda yer kaplarım.



Bu dünyalann hepsinde kara otel, kara bir harabeydi. Dünyalar bunlar, diye düşündü. California ile Diyar arasında bir gergin hat vardı şimdiden. Birinde deniz kükrüyor, kıyıya saldınyordu ama ölü bir yeşildi. Gök de kangren olmuş gibiydi. Ötekinde vagon kadar iri uçan yaratıklar kanat-lannı kapayıp çaylak gibi pike yapıyorlardı dünyaya. Koyuna benzer bir 6hayvanı kapıp tekrar uçuyorlardı.

Geçiş yap... geçiş yap... geçiş yap... Sözler beyninden, bir kumarbazın karıştırdığı kartlar gibi hızla geçti.

İşte yine oteldeydi. Tepede o şövalyenin yarım düzine kopyası duruyordu. Ama hepsinin amacı aynıydı. Farklann önemi yoktu. İşte şu dünyada kara bir çadırın içindeydi. Çadır yer yer yırtılmış, aradan gökyüzü görünüyordu. Çürümüş tente bezi kokuyordu her taraf. Bu dünyada Jack/Ja-son bir ipin üzerinde yürümekteydi. Kara şövalye karga yuvası gibi bir sepetin içindeydi. Jack ilerlerken tekrar geçiş yaptı, tekrar yaptı, tekrar yaptı.

Tüm okyanus yanıyordu. Otel yine Point Venuti'dekine benziyordu. Ama okyanusa yarı gömülmüş durumdaydı. Jack bir an kendini bir asansörde gördü. Şövalye üst kattaydı. Bir kapaktan aşağıya, ona bakıyordu. Sonra Jack bir yokuştaydı. Yokuş koca bir yılan tarafından korunuyordu. Uzun, kaslı vücudunun zırhı, parıltılı kara pullardı.

Bunun sonuna nerede ve ne zaman varacağım? Ne zaman düzeyleri bitirip siyahlığa dalacağım ?

JACK! JASON! diye seslendi Tılsım her dünyada. BANA!

Ve Jack de geldi ona... bu iş tıpkı yuvaya dönüş gibi oldu.
5

Haklıydı. Bunların hepsi olurken bir tek basamak çıkmıştı ama gerçek tekrar somutlaştı. Kara şövalyesi, yani Jack Sawyer'in kara şövalyesi, üst kat sahanlığındaydı. Kılıcını kaldırdı.

Jack korkuyordu ama tırmanmayı sürdürdü. Speedy'nin mızrabını önünde tutuyordu.

"Seninle uğraşamam," dedi Jack. "Yolumdan çekilsen iyi ede..."

Kara gölge kılıcı savurdu. Kılıç inanılmaz bir kuvvetle indi, Jack yana atıldı. Kılıç merdivenin basamağına çarptı, onu olduğu gibi çökertti.

Şövalye kılıcını çekip kurtardı. Jack iki basamak daha çıktı. Speedy'nin mızrabı hâlâ parmaklarının arasmdaydı... birden dağıhverdi. Yumurta kabuğu gibi parçalanmıştı. Çoğu Jack'in ayağındaki lastik pabuçlara döküldü. Jack onlara aptal gözlerle baktı.

Ölü bir kahkahanın sesi.

Kılıç, üzerine kıymıklar ve çürümüş küflü parçacıklar yapışmış olduğu halde şövalyenin zırhlı ellerinde havaya yükseldi, göz aralığında yine kırmızı ışıltılar panldadı. Jack'in yukarıya kaldırdığı yüzünde, burnunun üstü hizasında bir çizgi halinde kanını ikiye bölüyordu sanki o pırıltılar.

Yine,aynı dondurucu kahkaha... kulakla duyulan bir şey değildi. Jack bu zırhın da ötekiler gibi boş olduğunu biliyordu. Ölü olmayan bir ruha giydirilmiş çelik bir-ceketten başka bir şey değildi. Ama kahkahayı kafasının içinde duyuyordu. Kaybettin, küçük... o garip oyuncağın beni geçmene yaracağına gerçekten inanıyor muydun ?


Yüklə 2,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   45   46   47   48   49   50   51   52   ...   55




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə