ce düz baskıyı, açık tahakkümü değil, bütün velayet ve vesayet
mekanizmalarını da yıkıp rüşd kazanmaya azmetmiştir. 1917
Rusya’sındaki, 1918/19 Almanya’sındaki, İspanya iç savaşın
daki, 1956 Macaristan’ındaki Konsey/Sovyet/şûra deneyimleri,
Cumhuriyetçi-ortak iradeci birinci devrim perspektifiyle, anar
şizmden de rüzgâr alan ikinci devrim perspektifinin buluştuğu
ve aynı zamanda çatıştığı deneyimlerdi. Zira bu organlar, daha
doğrusu hareketler, yeni bir düzen, yeni bir devlet kurmanın
nüveleri olmak yanında, temsiliyete ve vekâlete karşı doğrudan
demokrasiyi tahkim ederek düzen ve devlet fikriyle çatışan bir
enerjiyi açığa çıkarıyorlardı. Yönetme/karar işlevinin sair top
lumsal faaliyetlerden ayrışması, mütehakkim hale gelmesi ve
meslekleşmesi anlamında ‘yüksek’ veya makro politikaya karşı
bir dinamik işliyordu burada. Bu özgürleşme ve rüşd kazanma
deneyimine gözü gibi bakan Rosa Luxemburg’un katli, konsey/
şûra devriminin ezilmesinin simgesidir. Onu, büyük resmi ve
ya yüksek politikayı gözden kaçırmadan, mikro politika zana
atkârlığının hakkını veren bir sosyalist politika etiğinin unutul
maz bir ilham kaynağı saymalıyız.
Bugünden bakıldığında Sovyet/komün/şûra deneyimlerinin,
Demiroviç’in de üzerinde durduğu bir zaafı, ekonomik üretim
alanıyla sınırlı ve ekonomizmle malûl olmalarıdır. Toplumsal
alanda ve yeniden-üretime ilişkin etkinlikler temelinde örgüt
lenen, daha doğru ifadesiyle bu alanları örgütleyen deneyimle
re o karambolde rastlayanlayız, Böylesi bir açılımı,’68 Hareke
tinin arayışlarında teşhis edebiliriz. Komün-sovyetler-konsey-
ler-şûralar şerefli yenilgiler zincirine13 eklenen bir halka olarak
’68, üretim alanının ve yalıtık bir politika alanının dışında da
ve azîm bir istisna hali olarak devrim ânı dışında da, alternatif
toplumsallaşma deneyimleri kurmayı önüne koyan bir devrim
ci perspektifin ilham yolunu açtı.14 icabının yapılamamış olma
13 Rus Sovyet deneyimini bu yenilgi veçhesiyle ele alan iki kitap: Maurice Brin-
ton, Bolşevikler ve işçi Denetimi, çev. Necmi Erdoğan, Ayrıntı Yayınlan, İstan
bul 1990 ve Oskar Amveiler, Rusya'da Sovyetler (1905-1921), çev. Temel Ke-
şoğlu, Aynntı Yayınlan, İstanbul 1990.
14 Wallerstein’ın 1968’i 1789 gibi bir dünya devrimi saymasındaki (Liberalizmden
Sonra,
çev. Erol Ûz, Metis Yayınlan, İstanbul 1998, s. 134 vd.) hikmeti bence
sı veya deneyimlerin başarısızlığı, bu ilhamı kıymetten düşür
müyor, onu yeniden ele alma gereğini duyuruyor.
Zapatista’ların şiarıyla: sorarak ilerlem enin yolunu soruyor
sak eğer...
Birikim 244-245, Ağustos-Eylül 2009
asıl burada aramalı; Debray’ın ünlü devrimde devrim şiânnı asıl buradan anlam-
landırmalı. ’68’in anlamına ilişkin iki eski yazımı hatırlatayım: “’68 ruhu ne
dir?” ve “’68: İkinci eleme”. Birikim 109, Mayıs 1998.
Sinizm ve Pragmatizm
12
E y l ü l B o zg u n u n u n S ü re k lİlİğ İ:
S o l ve Sİnİzm*
1991-sonrası rektifikasyonuyla beraber 12 Eylül’ün, en geniş
anlamıyla sistem karşıtı muhalefet ve sol karşısında kazandığı
en büyük başarı, bozgunculuğu, mağlubiyet psikolojisini yerle-
şikleştirmesidir. Doğru dürüst bakılmayan, dosta bile gösteril
meyen ( “Dostuna yarasını gösterir gibi...’’, Ahmed Arif) bu de
rin yaranın üzeri de, sinizm kabuğuyla bağlanmıştır.
Sinizm
Sinizmle neyi kastediyoruz? Sinizm veya kinizm kavramı, fel
sefî düzlemde, yapay ihtiyaçlardan arınarak gerçek erdeme
erişmeyi savunan çileci bir Aristotelesçi okulun hayat görüşü
nü tanımlıyor. Kinizmin ve onun üstadı Diyojen’in, Atina şehir
devletinin-toplumunun dekadans döneminde ortaya çıkması da
kaydedilmeli. ‘Popüler felsefe’ düzleminde ise, ‘gerçekleri’ dob
ra dobra söyleyen, cüretkâr bir töretanımazlığı ifade ediyor.1
Gündelik dildeki daha ‘düz’ anlamı ise, basitçe: alaycı, müsteh
(* ) Aksu Bora, Ömer Laçiner, Mithat Sancar ve en çok da Nilgün Toker’le tartış
malarla şekillenen bu yazı yayımlandıktan sonra, Tuncay Birkan’ın önemli
eleştirileri doğrultusunda bazı değişiklikler yaptım.
1
“Kinikler Okulu (Kinizm )”, Sarp Erk Ulaş: F elsefe Sözlüğü, Bilim ve Sanat
2002, s. 827.
zi. İnceltirsek: durumun hassasiyetini gözetmeden hatta inadı
na kıyıcı alaycılık (‘sarkastik’e yaklaşan).
Benim sinizmle kastettiğim, en ziyade, gündelik düz kul
lanıma yakın: müstehzilik. Ama dahası var. Dahasını, Peter
Sloterdijk’in zamanında Eleştirel Teori muhitinde hayli tartış
ma yaratan Sinik Aklın Eleştirisi kitabındaki2 kavramsallaştır-
masına atıfla açmaya çalışacağım.
Sloterdijk’e göre, sinik (veya kinik) tutum; umumiyetle ge
çiştirilen, görmezden gelinen ‘çıplak gerçeği’, bir rezilliği açı
ğa vuran bir tutumdur. “Kötü” veya daha iyisi “pis” gerçekçi
liktir. O gerçeğin, onu vareden gücün karşısında bir şey yapı
lamayacağı duygusuyla -b ir şey yapılabileceğine sahiden inan
m adan- yapıyordur bunu; taşını atıp, lâfını dokundurup geçi-
yordur. Ağzın kıyısında, yamuk bir alaycı gülümseme gibidir,
sinik tutum.
ideolojinin “yanlış bilinç” olarak tanımlanmasını anıştıra
rak, “Aydınlanmış yanlış bilinç" olarak tanımlar Sloterdijk siniz-
mi! Aydınlanmacı akılla donanmış, gerçekliğe -v e kendi ger
çekliğine- eleştirel bir mesafeyle bakan ve onu kavrayan, fakat
bu kavrayıştan çıkardığı sonucun icabım yapamayan, yapmaya
muktedir olamayan, yapamamanın da mutsuzluğunu taşıyan
bilinçtir bu. Arkasında, aslında modernliğin doğal neticeleri sa
yılacak etkenler vardır: Bireyin psiko-kültürel dağılma endişe
si, bir Benlik iddiası ortaya koymaya dönük bastırmalar, soğuk
araçsal akılcılığın nüfuzu...
Sloterdijk, bu sinik imtina etme halinin, yeni zamanlarda -taa
Birinci Dünya Savaşı sonrasından b eri- kitleselleştiğini söyler.
Sinik tutum, bireysel/orijinal bir ‘tutunamayan’ın hali olmak
tan çıkmış, kitle kültürünün anonimliği içinde yayılmıştır. Mo
dem sinikler, “entegre olmuş asosyal”lerdir.
Sinizmin iki tarzı arasındaki ayrım, çok önem verilen bir
nokta Sloterdijk’te. Bir tarafta, deklase veya plebleşmiş enteli-
jansiyanın sinizmi vardır. Özgürleştirici, hücumcu bir sinizm-
dir bu. Maske indiren, “kral çıplak” diyen satirik geleneğe da
yanır. ‘Gerçeğin’ ve hâkim gücün karşısında neşeli bir kayıtsız
2
Kritik der zynischetı Vemunft -
2 cilt, Suhrkamp 1983.
Dostları ilə paylaş: |