ça anti-entelektüalist talepler de içerdiğini görmezden geleme
yeceğimiz bu ideal-tipte, özellikle entelektüel konformizm ve
profesyonalizmin aldığı boyutlar karşısında, ihyâ edilmeye de
ğer bir yan görülebilir. “Organik aydın” arayışının anti-entelek
tüalist romantizminde ve güç mücadelesine (asker kazanmaya)
indirgenmiş stratejik mantığında değil, esas itibarıyla Said’in
amatörizmine benzeyen veçhesinde bulunabilecek bir yandır
bu. Ahlâkçı bir tutumla, okur-yazarları “safını seçmeye” çağıra
rak “organik aydın”a varılamaz; bitimsiz ve organikleştirilmiş
(yani örgütlenmiş, mecraları va vasatı oluşturulmuş) bir eleşti
ri sürecinden bahsetmek daha doğrudur.7 Karşı-kamu, bugün
ne anlama gelir? Bir karşı-kültür, paralel-toplum, paralel-ikti-
dar tasarımına dayanan strateji, sosyalizmin İkinci Dünya Sava
şı öncesi dönemine aitti. 20./21. yüzyıl dönümünün medya ve
söz ifradı koşullarında, birbiriyle yüzleşmeyen söz bağlamları,
bağlamsız söz akışları, geçişen kamusallık momentleri arasın
da yitip gitmeyecek, etkili, güçlü bir karşı-kamu kurgulamanın
zorluğu ortada. Bu strateji yeniden düşünülecekse, topyekûn
ayrışmış bir kamusal alan olarak değil, akışkan, geçişken, de
ğişken bir müdahale gücü olarak düşünülmeli. Öte yandan po
litik- kamusal-özel düzlemlerini araçsal ve uzamsal olarak ya-
lıtmaksızın özgül ilişki ve düşünüm süreçleri olarak ayırt eden,
dillerin/düzlemlerin akışkanlığı/geçişkenliği içinde bu ayrıma
dair tetikliğini yitirmeyen bir strateji olmalıdır bu; dolayısıyla,
politik-kamusal-özel ayrımını sürekli yeniden-kuran bir strate
ji... vurgu, post-‘lu kuramsal yönelimlerin leitmotiv’i olan re-/
yeniden-‘li fiilin yeniden’inde değil de kuran’ında olmak üzere!
Nasıl söylemek?-Taktik
Bu strateji tartışması içinde taktik alâkalara girelim.
Yapısalcılık-ve-sonrası eleştiriye muhtaç olmaksızın, ayık ve
tetik olmaya çalışan bir medya izleyiciliğinin yeterince göste
7
Bauman, Siyaset A rayışı’nda (çev. Tuncay Birkan, Metis, İstanbul 2000, s.
137), entelektüelin zaten -sıfat halini kastederek- tanım gereği organik olmak
gerektiğini söylüyor.
rebileceği üzere ( “araç, mesajın ta kendisidir”) anlatılanla an
latım arasında çizgisel bir özne-nesne ilişkisi bulunmuyorsa,
verili/egemen anlatıya karşı bir şey anlatabilmenin, verili/ege
men anlatım biçimlerine müdahaleyi gerektirdiği açık. Bu ay
nı zamanda, öznel-nesnel durumu yansıtan ve kuran, kimse
nin azâde olmadığı o anlatım biçimlerinin içinde eyleyebilme-
yi de gerektirecektir. “Doğru” fikri savunmak, hız ve çarpıcılı
ğın egemenliğine karşı ‘klasik’ Aydınlanmacı-Akılcılığın “uzun
lâ f’a dayalı sâlim kafalı muhakemesini savunmakla özdeş ol
mayabilir, örneğin. Sol muhitlerimizde epeydir klişeleşen ifa
deyle ezber bozan, klişe yıkan çarpıcı sözlerle, söyleyişlerle,
medya/reklam formatının dili iğdiş ediş usullerini kullanarak
‘devrimci’ -h iç yoksa ‘yıkıcı’- bir imkân kovalanabilir. Bir di
reniş -h iç yoksa ayak direm e!- sanatı olan halk mizahı ve ar
go geleneklerinin izi sürülebilir. Entelektüellik karakteri olarak
kurumlaşan sinisizm, kinizme çevrilebilir.8 Ayrıca, söz-mer-
kezliliğe mecbur olmadan, sanatla, imgesel enstalasyonla, “per
formansla”, daha ‘ciddi’ ilişkiler kurulabilir.
Şükrü Argın da yazısını oraya vardırıyordu, aklı/dili oyuna
getirmeye dönük yapıbozumcu “hile”lerden umulacak fayda
lar vardır. Fakat bunların kamunun deformasyonu şartlarında9
konuşulduğu unutulmamalı. Sözkonusu “söz oyunları” ya da
yapıbozucu sözel-imgesel icraat, “taktik” olarak seferber edile
cek propaganda avadanlığı gibi düşünülemez; sentetik olarak
uygulanmakla “neticeye tesir edecek” formüller değildir. (İde
olojik olarak fevkalâde eleştirel olduğu harika bir makaleyle ta
nıtlanan bir yapıbozucu “söylemsel gerilla hareketi” veya im
8
Peter Sloterdijk, -olum lu anlamda- provokatif eseri “Sinik Aklın Eleştirisi”nde
(Kritik der zynischen Vemunft, 2
cilt, Suhrkamp, Frankfurt 1983), modern ak
la, eninde sonunda iktidann hizmetinde, özgürlük potansiyellerini baskılayan
sinik bir tavrın (“aydınlanmış yanlış bilincin”, a.g.e., 1. cilt, s. 37) egemen ol
duğunu ‘teşhir’ ederken. Eleştirel Teoriyi, bu sinizm karşısında ‘naif olmakla,
hatta aynı sinizmi yeniden üretmekle itham eder. Buna karşı, satirik/kinik ge
leneği canlandıracak deklase/proleter entelektüelliğin imkânlarını arar - bu
nun için ‘sanatlar’dan umutludur.
9
Argın, a.g.m. Zygmunt Bauman, Siyaset Arajyışı’nda, kamunun deformasyonu-
nu, politik-kamu-özel ilişkisinin/dengesinin kaymasıyla kamunun bir arayüzey
olarak işlevini yitirişini ‘gerekli hassasiyetle’ tartışıyor (a . g . k özeli. 73-118).
gesel stratejiden bu yıkıcı sonucun ancak işte o makale aracı
lığıyla çıkartılabiliyor olduğu örneklerin bolluğunu düşünün.)
Ayrıca unutmamalı ki, bu sözel-imgesel üretim ve ona ilişkin
düşünüm de belirli bir toplumsal bağlam içinde cereyan edi
yordur, bu bağlam da esas itibarıyla entelektüel muhitidir. Di
li ve etkileşim evreniyle, tıpkı başka yaşam-dünyaları gibi ay
rışmış bir muhittir bu. Tamam, “gündelik hayat” ve “gündelik
dil” denen şeyden daha fazla kurgusal, daha az gerçek, dolayı
sıyla gayrimeşru değildir;10 fakat önemli olan, en az onun kadar
bunun da ayrışmış, başka yaşam dünyaları ve söz bağlamlarıyla
alış-veriş yeteneği azalmış olmasıdır. Bugünkü dünyada “anlaş
manın zor olması”, empatinin müşkülleşmesi, sınıfsal ve sosyal
olarak ayrışan yaşam dünyalarıyla birlikte dillerin ayrışmasının
ürünü değil mi? Şükrü Argın’ın söylediğini çoğullaştırarak yi
nelersek, sözleri, akıllan tecrit eden, hücresine kapatan bir sü
reç, bu. Söz bağlamlarının/dillerin birbirleriyle sınanma/sağlan
ma zemini aşınmış... Kamusal dille,11 sentetik bir dil kurgusun
dan öte, bu zemini, bu ihtiyacı kastediyoruz. Bu kaygı ortadan
kalktığında, ‘performatif dil ve yapıbozum oyunlarının ürünle
ri, ne denli popülerlik kuşanırlarsa kuşansınlar, tıpkı devrimci
propaganda jargonu gibi, tıpkı bilimsel-“akademik” lisan gibi,
kendi üstüne kapanır, tecritten çıkamaz. ÖDP’nin kimisi iyi de
akıl edilmiş olan sloganlarının, politik pazarlama düzlemi dı
şında “organik” temas noktalarının sınırlılığında, reklam ola
rak kalması gibi...
Organik temas noktaları derken, entelektüel düzlemle “ger
çek hayat” arası bir ayrımdan ya da bir aydm-halk ikiliğinden
bahsetmediğimiz tekrar vurgulanmalı. Doğru, bu beylik popü
list göndermeler, entelektüel uğraşın ve lisanın kendi üstüne
kapanmaması anlamında her zamankinden de meşrudur. An
10 Bütün diller gibi gündelik dilin de kendine ait fiktif bir uzamda devindiğini
söyleyen tabii ki Derrida olacaktır - akt. Heinz Kimmerle, D errida zur Ein/üh-
rung,
Junius, Hamburg 1992, s. 100.
11 Bu konuda daha evvel yazdıklarımı hatırlatayım: “Sol politika dili üzerine dü
şünceler”, Yeni Bir Sol Tahayyül için içinde, Birikim Yayınları, İstanbul 2000,
s. 135-146; Birikim 44, Aralık 1992, s. 22-6; “Sol politikanın dili - yeni bir ka
musal dil”, Birikim 110, Haziran 1998, s. 16-20.
Dostları ilə paylaş: |