ha basit bir düzeyde “gerçekten söylenenin kastediliyor/kas
tedilenin söyleniyor olması” ihtimalini alabildiğine düşürme
si de cabası.
Fakat kanaat önderleri veya taşıyıcıları olarak muharrirlerin,
köşe yazarlarının profili, medyanın yapısal etkileri bakım ın
dan bir bağımlı değişkendir. Medyanın düşünce üretimi ve ye-
niden-üretimindeki asıl hegemonyası, basının medyaya dönüş
mesinin de âmili olan televizyona bağlı olarak ortaya çıkar. Te
levizyonun, görselleştirmeye, hızlı ve çarpıcı sunuma dönük
basıncı, düşüncenin, sözün dolaşımını terörize eder. Televizyo
nun ağzına lâyık olmak için, bir söz, bir fikir, kısa, kolay anla
şılır, “şık” hale getirilmelidir. Çok defa TV editörlerinin jest ve
mimiklerine de yansıyan bu taciz altında, bütünlüğü/tutarlılığı
olan fikir yürütme edimi, reklam diline benzeyen slogansı ifa
delere, klişelere zorlanarak lime lime edilir. Belirli bir uzman
lık bilgisinin, özgül söz bağlamının, TV programı filtresinden
sağ salim geçmesi zordur. TV’nin kendine özgü etkinlik/verim
lilik hesaplarına dayalı söz ekonomisi, entelektüel üretim alan
larında “işbirlikçilerini” de bulur. Medya gündemine her daim
amâde bekleyerek her konuya çarpıcı/fiyakalı yorum yetiştiren,
Pierre Bourdieu’nün fast-fo od ’a atıfla fast-thirıker (hızlı, abur-
cubur düşünür) dediği tipoloji doğar.5 Entelektüeli, bir yorum
öznesi olarak özerkliğini tanımaksızın, bir mevki-mertebe ola
rak meşrulaştırmaya, ona şöhret pastasından pay vermeye yara
yan, onun sözlerinin içeriğinden çok “resmine” veya imzasına
bakan bir istihdamdır bu: Anlık yorum siparişlerini karşılayan
bir görüşveren olarak entelektüel. “GünderrTin peşinde konu
dan konuya, hatta çoğun kanaatten kanaate atlayan köşe yaza
rının konumu da buna yakındır. Düşünsel/entelektüel emeğin
bu fragmanter, perakende kullanımıyla ilgili olarak, malûma
tın/enformasyonun magazin/eğlence ( entertainment) program
5
Pierre Bourdieu, Televizyon Üzerine, çev. Turhan İlgaz, Yapı Kredi, İstanbul
1997, s. 32 vd. Regis Debray da birtakım tarih ve tarihsel yer adı şifrelerini ve
“dan-dun-kavramlan” birbirlerine fırlatarak “tartışan” medya entelektüelleri
ne kahreden bir kitap yayımladı (akt. Rudolf Walther, “Illusionen und Realitâ-
ten”, Freitag, 16.2.2001). Bu tartışmanın Fransa’da bilhassa hararetli oluşu, les
philosophes
geleneğinin şanındandır!
larının formatma uyarlanmasını anlatan infotainment kavramı
na nazireyle, enteltainment kavramını öneriyorum.6
Nasıl söylemek?- Strateji
Evet, medyayı “işitmek”, konuşma ifradının/fesadının sözün gü
cüne
ket vurduğunu görmeye yetiyor olmalı. Bilge-Filozoflar ge
leneği geride kaldı; Sartre gibi, okuma yazma bilen herkesi pro-
voke etmeyi başarabilecek kudrette düşünürler, söz sahipleri,
artık olamaz gibi görünüyor. Şükrü Argın, söz karşısında kibir
li bir özgüvene ve umursamazlığa sahip olan liberal-demokra-
tik rejimlere kıyasla, nüfuz gücü düşük olan totaliter/baskıcı re
jim lerin sözden hâlâ tedirgin olduğunu söylüyor gerçi (a.g.m.,
s. 18). Fakat buradan bir iyimserlik çıkartmak zor. İktidarlar, li
yakatsizlikleri gereği, tedirgin olabilirler, fakat toplumsal dene
timin başka, “sivil” güçleri -tabii öncelikle yine medya-, zaten
bizzat ilerlettikleri söz felcinin pekâlâ farkındalar.
Bir parantez açalım: Son on-onbeş yılda “söylem ” kavra
mının serencâmı, sözün hükümsüzleşmesinin bir karikatürü
olarak görülebilir. “Söz bağlamı” diye de özetleyebileceğimiz,
kullanılan kavramları/kelimeleri anlamlandıran, onların so
mut/maddî göndermelerini belirleyen bir kuramsal bütünlü
ğü ifade eden söylem kavramı, sol-ve-akademik muhitten ta
şarak “meşhur” oldukça, basbayağı “l â f ’ anlamında kullanıl
maya başladı ( “bu söylemleri bırakın artık...”). ( “Söylemlerde
bulunmak” gibi türetmeler de eksik değil.) Giderek, teori-pra-
tik, söz-eylem arasındaki uyuşmazlığı belirten bir işlev kazan
dı: “Söylemleri güzel ama eylemleri öyle değil...” Tam da bağ
lamı, bütünlüğü, tutarlılığı anlatan bir kavramın bağlamsızlaş-
tırılması, eklemsizleştirilmesi, tam da söz-eylem bütünlüğünü,
sözün/dilin eylemle/maddiyatla birliğini ifade eden bir kavra
mın sözü/dili ehemmiyetsizleştirir, anti-entelektüalist bir ‘saf
eylem’ inancını teşvik eder doğrultuda kullanım ının yerleş
mesi, sarkastik değil mi? Söylem lâfına böyle davranılan bir
6
“Enteltainmerıt”
kavramını ‘önerdiğim’ ve Türkiye medyasına bu kavram ışı
ğında baktığım yazı dizisi elinizdeki derlemede yer alıyor.
ortamda, söz bağlam ına güç kazandırmanın yollarını aramak,
gerçekten müşkül bir iş.
Bu şartlarda söze nasıl güç ve etkinlik (ve “haysiyet”) kazan
dırılabilir? Pozitivist-Aydınlatmacı bakış açısından, bu sorun,
erişim niceliğine indirgenebilir bir sorundur. “Hak söz”ün if
şası için aracı kaynaklarını çoğaltmakla, gazete/TV veya gaze-
te/TV’lerde yer edinmekle aşılabilecek bir sorun... Medyum’u
(aracıyı) da alımlayanın ve sözün dolaşım koşullarını da sorgu
lamayan, onları aracılık ve alımlama işlevlerinden ibaret yan
sız/yüksüz (nötr) araçlar sayan bu yaklaşımla, söz ifradma/fesa-
dına katkıda bulunmaktan başka yapacak bir şey yoktur.
“Yapacak bir şey yok” deyince, entelektüel konformizm “se
çeneği” de geliyor akla. Entelektüel emekle ilgili profesyonaliz-
min gelişmesi, rekabette ayakta kalabilenler için mikro-iktidar
sahalarının genişlemesi, söz ve fikir için (muhalif, ucu açık) bir
güç ve etkinlik perspektifi sunar mı? Buna olumlu cevap vere
meyiz. Entelektüel konformizmin mikro-iktidar mevkileri, esas
itibarıyla akademik işletme, büyük ölçüde makro-iktidarla ek
lemlenme içinde biçimlendirilmiştir. Kaba bir baskıyı, hatta de
netimi bile gerektirmeyen bu yapılanmada söz, fikir, bilgi üre
timi tecrit edilmiştir; bir özgül etkinlik olarak başka toplumsal
etkinliklerle, bir söylem olarak başka söylemlerle alışverişinin
(veya bu alışverişle ilgili müdahaleciliğinin, müdahale kapasi
tesinin) azalması oranında, kendi üstüne kapanmaya yatkın
dır. Anlamın dilde, metinde olup bitmesiyle ilgili bir bilinçlilik-
ten bağımsız olarak süregiden, gayrıihtiyarî diyebileceğimiz bir
durumdan söz ediyoruz: Metin fetişizminden, anlama çabasın
dan çok otorite tesisine hizmet eden jargon üretiminden, vs...
Bu şartlarda, bir “fildişi kule” safiyetinden söz etmek de zordur.
Seçenekleri tüketirken, devrimci entelijansiya aranışınm es
ki gözdelerine de uğrayalım. “Organik aydın”ı, egemen-burju-
va kamusal alanının dışında bir karşı-kamu inşa etme strateji
sini yeniden düşünmek, anlamlı olabilir mi? “Organik aydın”,
bir yanıyla politik bağlanmışlığı, partizanlığı, diğer yanıyla fikir
üretme/yorumlama/yazma işinin apayrı bir toplumsal etkinlik
olarak ayrışmamışlığını belirtir. Sol tarihe bakıldığında açık
Dostları ilə paylaş: |