“M edyacılık”, “entelektüellik” diyerek toptancılık yaptık
kuşkusuz, profesyonel meslek ideolojilerini genelledik. (Med-
yacılığınki açık; entelektüelliğin profesyonel meslek ideoloji
sini de “akademisyenlik”le tanımlayabiliriz zannederim.) Pro
fesyonel meslek ideolojilerine ve pratiklerine baktığımızda,
her iki konumun birbirlerinden huylanmasını haklı gösterecek
“davranış bozuklukları” görebiliriz. Entelektüellik mesleğinde,
kendi uzmanlık sahasının rutinine ve lisanına kapanmış, dün-
ya-âlem umurunda olmayan bir tip vardır, fildişi kulesinde te
ferruata dalmış bir hakikat peşinde de değildir, alıntıları birbi
rine ekleye ekleye gün doldurmaktadır; ondan bir harf öğren
meye çalışan “basit halk” kılığındaki medyacı, yarım-bilgisini
“kendi cümleleriyle” bile anlatamayan bu dirayetsizle en iyi ih
timalle alay edebilir. Medyacılıkta da, gazetesinde iki satır, tele
vizyonunda 40 saniye yer kaplamak uğruna sorumsuzca “üfü-
ren” ve “görüş aldığı” insancağızın titizlendiği bir sözü kese bi-
çe kuşa çeviren bir hoyratlık vardır ki; entelektüelliğe azıcık
hürmeti olan herkesin tahammülünü aşar.
Bu netameli münasebetlere bir “çözüm”, meslek ideolojileri
içinden çıkmaz, olsa olsa politika ve etik yardımıyla bulunabi
lir. Politik kaygı, bununla illâ bir partiye/11 çizgiye” mensubiye
ti kastetmiyorum, dünya ve insanlık ahvaline ilişkin birtakım
dert ve özlemlere sahip olmak anlamında politik kaygı, terbi-
yevîdir. Entelektüel meşgale içinde olanları, “jurnalistik der
ler” endişesinden sıyrılarak söz almaya, bulduğu hakikati pay
laşmaya, anlatma gayretine sevkeder. Medyacıya, her tuttuğu
nu “haber yapmama”, lâfın/görüntünün önünü sonunu azıcık
düşünme görgüsü verir. Tabii politik kaygıyı etikle de aşılama-
lıdır; kullanılan araçlarla ilgili tercihin, amacın bir parçası ol
ması gerekir.
Politika ve etiğin terbiye ettiği bir medyacılık-entelektüellik
ilişkisi anlamlı ve verimli olabilir, aklın-fikrin toplumsal payla
şımına ve ‘ilerlemesine’ katkıda bulunabilir. Ama dikkat: Fert
ler arasında bir alışveriş gamsız yürüyebilir ama burada kurum
sal olarak eşitsiz bir ilişkiden bahsediyoruz! Medya bugünün
dünyasında bir iktidar aracı ve aygıtı, dahası bir iktidar kipi.
Medya, hızıyla ve ‘format’ıyla, toplumsal ilişkiler üzerinde be
lirleyici bir güce sahip. Medya, bilişim-iletişimin modern kapi
talizmde kazandığı rolle, büyük paraları kontrol ediyor. Med-
yacılık, entelektüelliğe üstten bakan bir konumda, birçok du
rumda da işveren konumunda. Medya, kendisi dışında hiçbir
kamusal sözün dolaşımına yer vermeyebilecek, her kamusal
sözü ehemmiyetsizleştirebilecek bir kudrete sahip. Entelektüel
emeğin ürününü kendi hızına, süresine, formatına uyarlanma
ya zorlayan bir gücü var. Yukarda değinilen profesyonel meslek
ideolojilerini de üst-belirleyen bir yapıdır bu.
Nitekim günümüzün muteber ve meşhur entelektüelleri ara
sında, üretim lerini, sözlerini medyadan geçinebilenler olu
yor. Bu çığırda, birçok düşünür, filozof, akademisyen, “medya
da yer alma” hevesi içinde entelektüelliği sulandırmakla; ener
jisin i akıl yürütme, fikir olgunlaştırma yerine medyanın ağzı
na lâyık fiyakalı lâf imalatına harcamakla suçlanıyor. Mesela
Fransa’da Bernard Henri-Levy, Almanya’da Ulrich Beck, Peter
Sloterdijk “boş adamlar” olmamalarına rağmen medyaya pa
ça kaptırma töhmeti altındalar. Entelektüelin entelektüelce po
zuyla birlikte aktarılan, reklam sloganına benzer bir yarı-cüm-
le, onun merâmını tamamen önemsizleştirebiliyor, gerçekten.
“Entelektüel görüşü”, bir cilâ işlevi görüyor. Gerçi dünya ba
sınında, muayyen günlerde parlak bir entelektüelin bir yazısı
na, karmaşık ve ağır bile olsa, yer verme geleneği tamamen ter
kedilmiş değil. Lâkin geçerli eğilim gerçekten de entelektüelle
rin kolay okunur, kısa, aktüaliteyi gözünden vuran ve şık lâf
larla yazmalarıdır. Kuşkusuz bu format içinde de söylenen an
lamlı sözler oluyor (format içeriğe baskın gelse bile öyle!), ba
zı entelektüeller bu işi ustaca beceriyorlar; velâkin “iyisi” sahi
den kafa çatlatmaya değen, zihinde bir aydınlık yaratan “ağır
yazı”nın, “uzun cüm le”nin, “karmaşık söz”ün gitgide sürgün
edilmesi ciddi bir kayıptır.
Haber vermeyi eğlenceyle birleştiren (post-)modern televiz
yonculuk anlayışı için kullanılan bir terim var, malûm: İngi
lizce information (haber/malûmat) ile entertainment (eğlen
ce) sözcüklerinden melezlenmiş infotainment ( “habeğlence”
mi demeli?). Türkiye televizyonlarının, hele ki Reha Muhtar’ın
şahikasına çıkmakla kalmayıp oradan aşağı düştüğü bir tarz.
Buna benzer bir enteltainmerıt işlevinden de söz edebiliriz ga
liba: Eğlencelik olarak entelektüellik. (Entelektüellik bir cid
diyet kâbusuna dönüşmek zorunda değil tabii, Nietzsche “Şen
Bilim”den dem vurmamış mıydı? - lâkin burada “maymun et
me” türünde bir eğlenceden bahsediyoruz.)
Yurtta enteltainmerıt
Yukarıda medya/gazetecilik ile entelektüelliğin netâmeli ilişki
si üstünde durmuş ve günümüzde bu ilişkiye hâkim olan man
zaraya ilişkin bir tabir bile icat etmiştik: enteltainment. Yani, ha
berle eğlence/magazini melezleyen Infotainment’ten ilhamla,
eğlencelik/magazin formatında entelektüellik.
Şimdi, azar azar, yurtta enteltainment'e bakalım, medyamızın
entelektüel meşgaleyle ilişki biçimi üstüne düşünelim.
Evrensel olduğu kadar ulusal gerçekliği de olan bir gözlemle
başlayalım: Aşağı yukarı 1980’lerin başlarına dek, gazete oku
yor olmak, bir vasat! münevverlik belirtisiydi. Bugün, - “gaze-
te okumak münevverliğe uzaklığın karinesidir” demeyeceksek
b ile !- böyle bir bağıntı kurmak zordur. Basın, çığırtan manşet
leriyle, telgraf boyutlarına inen ve cıvıyan haber diliyle, çok de
fa Chomskygil bir analize bile lüzum bırakmayan gözü dönmüş
tarafgirliğiyle, bilgiyle ve dahi malûmatla geniş açılı, mesafeli,
sorgulayıcı bir ilişki kurmanın önünü kesiyor. Böylelikle, biz
zat entelektüel kaygıyı kovalamış oluyor. “Bulvar gazetesi” ve
ya “tabloid” denen, aklî değerlendirmeyi hatta tedricen bizzat
“yazı”yı sürgün eden formatın bütün “büyük” gazetelere gitgi
de daha fazla sirayet ettiğini gözlüyoruz. Herhangi bir zengin
bayide ya da diyelim havaalanında yapılacak gözlem yeterlidir;
yurdumuz gazetelerinin, Avrupa ve Asya (Japon, İran, Arap...)
mevkutelerinin yanında çocuksu irilikte puntoları, “şok” man
şetleri ve yazı seyrekliği ile gürültülü bir tabloid ailesi görüntü
sü verdiğini görürsünüz. Uzun yazı, azıcık uzunca yazı, Türk
basını için bir günahtır. Gazete olgusunun tarihinde saygın bir
Dostları ilə paylaş: |