81
çizilen kültürel sınırlar ve korunan farklı kimlikler, batı
dünyasının hegemonyasında imgelerin ve formların
genel olarak standartlaştırıldığı bir potada eritilir. Bah-
sedilen tekillik Batı’nın egemen olduğu potada eritilme
ve standartlaşma demektir. Bu anlamda, çağdaş sanat,
batı harici birçok görsel gelenekten gelen heterojen
sanatsal etkinlikleri bünyesine ne kadar çok aldıysa, o
kadar açık, tek bir küresel kültürün özelliklerini ortaya
çıkarmaktadır (Bourriaud, 2009, s. 13).
Tanınmanın önemli sahneleri olan bienalleri, uluslara-
rası sergileri ve fuarları, meşrutiyet sorununa deği-
nerek ele alan Brenson, neyin meşrulaştırıldığını ve
meşrulaştırma sürecinin nasıl olduğunu sorgular: Meş-
rulaştırılan sanat mı, sanatçı mı, küratörler mi, gele-
nekler mi, yoksa kültürler mi, kommüniteler mi, şehirler
mi, bölgeler mi, uluslar mı diye sorar (Brenson, 1998,
s. 63). Bienaller, bir yandan yerel ve ulusal sanatçılara,
insanlara içerden bu sanatçıların neler yapabildiklerini
gösterebilecekleri sergi mekânları sunarken, diğer yan-
dan dünyanın farklı yerlerinden ve kültürlerinden gelen
sanatçıların neler yapabildiklerini gösterebilecekleri
ortamı sağlar. Basında, sanat dergilerinde yer verilen,
tüm dünyadan bir izleyici kitlesinin akın ettiği tanınmış
bir etkinlik olan bienal aracılığı ile yerelin geçerliliği
tanınmış ve onaylanmış olur (Brenson, s. 63-64). Yerel
için uluslararası tanınma ve onaylanma önemlidir, yerel
uluslararasının meşrulaştırma gücünü ve otoritesini
tanır. Böylelikle yerel, bölgesel ve uluslarası olanlar
birbirlerini meşrulaştırmış olurlar (Brenson, s. 64). Bie-
nallerin meşruluk ve önemine dair yapılan eleştirilere
birçok bienal düzenleyicisi ve kurucusu için bu periyodik
gösterilerin Batı’nın moda fenomenine giriş yapabilmek
için fırsat olarak görüldüğü eklenir (Gioni, 2013, s.172).
Bienallere yöneltilen önemli eleştirilerden birisi de
1990’lardan beri bu periyodik gösterilerde belirli grup
sanatçıların ve belirli türde sanatçıların dünya çapında
neredeyse tüm bienallerde, seyahat eden çağdaş sanat
sirki gibi, görülmesi ve sergilenmesidir (Gioni, s.172).
Bienaller böylece, belirli yerel çeşitliliği istiflemede ve
belirli sanat çalışmalarını ve sanatçıları ithal etmekle
sorumludur.
Küreselleşmenin sıkıştığı bu uluslararası metropol
etkinlikleri için Maurice Roche, küresel etkinliklerin
küreselleşmeyi canlandırdığı ve yansıttığı ayrıcalıklı bir
konuma sahip olduğunu belirtir (aktaran Yardımcı, 2005,
s. 26). Küresel kültürü yansıtmasının yanı sıra Maurice
Roche bu etkinliklerin kendilerine özgü yerel boyutları
olduğunu da söyler:
Mekân-zamanın gittikçe ‘sıkıştığı’ bir dünyada takvimleri
ve dönemsellikleri mekânı yeniden kurar, mesafeyi yeniden
tesis eder. Kültürel olarak bir örnekleşen ve mekânların
birbiri ile değiş tokuş hale geldiği bir dünyada, [bu etkinlik-
ler] gelip geçici bir özgünlük, bir farklılık, mekân ve zaman-
da bir yerellik yaratırlar (aktaran Yardımcı, s. 31).
Bienallerin özellikle farklı “öteki” kültürlere özgü sanatı
bir dizi halinde, yanyana göstermede ve küresel piyasa
ekonomisine eklemesinde önemli bir rolü vardır. Yerel
bir kültürün temsillerini, “çokkültürlülük” ya da “kültü-
rel farklılık” söylemine eklemleyerek küreselleştiren
küratörler, bu yerel sanatçıların farklı kimliklerini ve
kültürlerini öne çıkardığı, sanatsal değerlerinden çok
ideolojik ve toplumsal bağlamları ile ele aldıkları ölçüde
bienalin kavramsal ve görsel içeriğini oluştururlar.
Bazı sanatçıların uluslararası sanat arenasının içeriğine
soktuğu imgeler sanatçıların belirli etnik ve kültürel kö-
kenini gösterir. Bu imgeler, herhangi bir bölgesellikten
kaçınan ana akım kitlesel medya tarafından kullanı-
lan normatif estetik kontrolüne karşı direnirler. Diğer
tarafta bazı sanatçılar ise mevcut ortamlarının taşralı
ve folklorik boyutundan kaçmak için kitlesel medya
ürünü imgeleri kendi bölgesel kültürlerinin içeriğine
yerleştirirler (Groys, 2008b, s. 17). Başlangıçta bu iki
sanatsal yaklaşım birbiri ile çelişiyor gibi gözükür: biri
ulusal kültürel kimliği ifade eden imgeleri vurgularken,
öteki, tam tersi olarak, uluslararası, küresel, medya ile
alakalı herşeyi tercih ediyor gözükür. Boris Groys, bu iki
stratejinin sadece görünürde zıt olduğunu belirtir ve her
ikisinin de belirli bir kültürel içerikten dışlanan şeylere
referans verdiğini söyler (2008b, s.17). Küresel sanat
piyasasının içine sanatçının etnik ve kültürel kimliğini
temsil eden imgeleri getirdiği durumda, dışlama bölge-
sel imgelere karşı olan ayrımken, ikinci durumda, ana
akım kitlesel medya ürünü imgelerin bölgesel kültür-
lerin içeriğine yerleşmesinde, dışlanan küresel medya
imgeleridir. Her iki örnekte de yerleştirilen imgeler
küresel ile yerelin ikililiğinin hareketinde türemektedir.
1980’lerin iki çelişkili ve birbirine karşıt gelişmesini
değerlendren Araeen, bir tarafta Batı kültürü dışından
gelen, beyaz olmayan, sanatçılara yönelik kurumsal
politikaları ve tavırları sorgulayan ve kurumsal ayrımcı-
lığı suçlayan bir tartışmanın olduğunu diğer tarafta ise
çokkültürlülüğün ortaya çıkışı ile kurumlar tarafından
desteklenen ve teşvik edilen bu sanatçıların görünmeye
başlamasının ortaya atılan tartışmalardaki meseleleri
gölgelemesinin tehlikesininin yattığını belirtir (2002,
s. 333). Çokkültürlülük ile birlikte ortadan kalkmayan
bir sorun olmaya devam eden ana meselenin Batı dışı
sanatçıların sanat dünyasından dışlanmasıdır. Her
nekadar bu sanatçılar içerilip, daha görünür hale geti-
rilseler de farklılıklarının altının çizilmesi ile evrensel
kabul edilen Avrupa etnomerkezciliğin imtiyazında ko-
numlandırılmışlar ve küresel sanat tarihinde ana akım
gelişmelere olan katkıları yok sayılmış ya da bastırıl-
mış olarak kalmaktadır. James Clifford, Batılı ve Batılı
olmayan görsel kültürü birbirinden ayırmayı reddeder
ve onları ayırmak yerine simbiyotik bir sistemin içinde
kendi negatiflerinden ayrılmaları ile düzenlendiklerini
söyler (1998, s. 94-107). Bu sanat-kültür sisteminin
içinde Batı sanatının anlamı Batılı olmayan kültürden
ayrılmasına bağlıdır. Dolayısıyla Batı sanatının meş-
ruiyeti tam da kendinden olmayan yerellikleri tanıması
ile mümkün olmaktadır. Bugün Avrupa merkezci sanat
sisteminin postkolonyal kültür kuramlarını kullanarak