Türkün İlk Ruhaniyyat Ocağı Asif Atanın – İnam Atanın Mütləqə İnam Ocağı



Yüklə 2,8 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə23/30
tarix14.06.2018
ölçüsü2,8 Kb.
#48355
1   ...   19   20   21   22   23   24   25   26   ...   30

83 
 
Aslına  bakılırsa,  Adam`ın  İnsanoğlu`na  dönüşmesi  de  bu  imkandan 
yaranıyor. En büyük mücadele Kişinin İnsana dönüşmesidir. 
Zira  tüm  felaketler  kişilikten  türemektedir.  Adamlık  seviyesinde 
mücadele  devrimler  gerçekleştirir.  Devrim  yoluyla  Adam  İnsan 
olamaz.  Devrim  adlı  şiddeti  "tarihin  ebesi"  diye  tabir  edenler 
insanlığa  mutlak  adalet açısından  tek  bir  hayır bile  vermediler.  Her 
şey  insanlığın  aleyhine  yöneldi.  Asif  Ata  diyor:  "İnsanlık  Kapita-
lizm-Sosyalizm,  Din-Ateizm,  İstismar-Demokrasi  kıskacından  çık-
mak  zorundadır."  Kapitalizm  körüklendikçe  sosyalizme,  Din 
karanlığı körükledikçe Ateizme, Demokrasi`nin hercayiliği, kendine 
başına  buyrukluğu  derinleştikçe  İstismara  zemin  hazırlamaktadır. 
Bunların  hiçbirisinde  çıkarcılık,  bencillik,  kölelik,  kaba  kuvvet, 
oyunculuk, yalan sözler, kendi çıkarlarını, ailesini, toplumunu halka 
karşı koymak ortadan kalkmıyor, tam tersi yeni biçimde tekrar ortaya 
çıkıyor.  
Yukarıda  sosyal  düzen  bozulduğunda  insanoğlunun  tüm  dönem-
lerde  eşitlik  prensibine  dayanmak  zorunda  kaldığını  vurguladık. 
Ancak  sosyal  düzende  eşitlik  asla  kendini  kanıtlayamadı.  Örneğin, 
Sosyalizm  insanı  bütünüyle  emeğe  alıştırarak  refah  vaat  ediyordu. 
Herkesin  maddi  kaynaklardan  emeğine  göre  benimsemesiyle  sosyal 
eşitliğin oluşması sosyal düzeni tamama erdiremedi. Biyolojik denge 
sağlanırken  milli  manevi  ahengin  bozulmasının  karşısı  alınamadı. 
Emperyalist  güclerin  oluşumu  gözardı  edildi.  Sosyal  sorunlar 
çözüldü,  ama  manevi  sorunlar  boy  gösterdi.  Sonuçta  daha  büyük 
düzensizliğin biçimlenmesine neden oldular.  
Ya demokratik yapılar nasıl durumu dengeledi? Şimdiden madde-
sellik uğruna giden  mücadele körüklenir ve herkesin bu mücadeleye 
katılmak  özgürlüğü  ilan  edilir.  Bu  gidişatta  kişisel  gelişim 
sağlayamayan  şahıslara  özgürce  itiraz  etmek,  söz  söylemek  hakkı 
sunulur.  Herkes  bunun  için  örgüt  oluştura  ve  kendi  hakkı  için 
mücadele  edebilir.  Demek  ki,  herkesi  rekabete  bağlamakla  sosyal 
adaletin  sağlanması  yönünde  görüntü  oluşturulmaktadır.  Zira, 
rekabet  dünyasında  insan  insanı  sevemez,  insan  insana  inanamaz. 
Güvenden  ve  sevgiden  mahrum  bırakılmış  insan  başkalarına  karşı 
adil olabilir mi?  
Nihayet dinlerin insanların eşitleme girişimleri de sosyal düzenin 
oluşmasında ciddi rol oynayamadı. Dinler kendi görüşlerini kuruluş-
ların eğittiği insanlar üzerinde kurdu. İnsanı soyut, ulaşılamaz, hayali 


84 
 
kutsallıkla  ilişkilendirmeğe  çalıştı.  Hiçbir  şey  yapamadı.  Oysa  din 
insanı kurtarabilirdi. Zira onun varoluş talebinde ruhun üstünlüğünü 
teyit etmek imkanı vardı. Ancak bu imkanı sağlayamadı. Neden din 
Kurtuluş  olayına  dönüşemedi,  acaba  yanlış  nerede  ve  nedeydi?  Bu 
soruya yanıt bulmak için dinin temel ilkelerini anlatmaya çalışacağız. 
Bunun  için  geri  inancın  ilkel  biçimlerinin  bugüne  kadar  süregelen 
hususlarına dikkat etmek gerekmektedir. Aynı zamanda fikri kanıtla-
mak  için  olgular  üzerinde  karşılaştırmalar  yapmak  da  zorunludur. 
Bizim yurdumuzda egemen etkiye sahip olan din İslam dini olduğu 
için  düşüncelerimizi  onun  temel  ilkeleri  üzerinde  açıklayacağız. 
Genellikle,  semavi  dinlerin  temel  prensiplerinde  esaslı  bir  fark 
bulunmamaktadır.  
Müslümanlığın, veya Hıristiyanlığın şartları ve genel olarak dinin 
temel prensipleri. Bu yazıda şartlar farkını açmağa gerek yoktur. Biz 
dinin  5  temel  prensiplerini  belirliyoruz:  1)  Yeri  göğü  yaratan  Allah 
fikri;  2)  Ahiret  dünyasının  (dünyanın)  varlığı  ve  Allah'ın  kutsal 
mekanı gibi takdim edilmesi; 3) Kaza ve kade (Kısmetcilik) - şerrin 
ve  hayrın  Allah'tan  geldiğini  kabul  etmek;  4)  Ümmetcilik  -  tüm 
insanoğlunun  Muhammed'in  ümmeti  olduğunu  vurgulamak;             
5)  Allah'ın  akıl  almazlığı  (bilimsel  dilde  agnotsizm)  ve  buradan 
ortaya  çıkan  Ruhsal  sınırlama  -  Kur'an'dan  sonra  Ruhsal  kitabın 
yazılmayacağı, Muhammed'den sonra peygamber olmayacağı düşün-
cesi.  Ayrı  yazılarda  bu  konuya  ilişkin  düşüncelerimizi  belirttik,  bu 
yazıdaysa özet geçmeğe çalışacağız.  
 
 
II. İnsanı korkutmak yok, inandırmak gerekir 
 
Genellikle, "Yaratıcı" fikri çok eskiden geliyor – Doğa`nın sırları-
nın açılmadığı bir dönemden. Ancak sonraları dinsel arayışlarda yeni 
bulgular  ortaya  çıksa  da,  bir  çok  konuda  peygamberler  kendi  ilkel 
bakışlarından  kopamadılar.  Hatta  bilimin  gelişmesiyle  eğitimin  ve 
öğretimin yaygın olduğu zamanlarda bile, ilkel bakışlara karşı esaslı 
söz  söyleyecek  kimse  bulunmadı.  Doğrusu,  böylesi  durumlarda 
bilimin  konumu  durumun  aydınlanmasına  destek  olmaktır,  bunu 
sadece  felsefi  dini  bilgiyle  açıklamak  mümkündür.  Bunun  içinse 
peygamberler hem de filozof olmak zorundalar. Peygamberler filozof 
olmadıkları için lojistik bilgiler uydurmak zorunda kalmışlardır. Dini 


85 
 
öğretilerde masallar anlatılmakta, gerçekçilikten daha fazla mitolojik 
yanlar  kabartılmaktadır.  Mitoloji  gerçeğin  anlaşılmasında  yardımcı 
olabilir, ancak gerçek olmayan, gerçeğe uygun olmayan simgelerle, 
fantezilerle  canlı  yaşamı  ayarlamak  mümkün  değildir.  Mitoloji  o 
zaman  önemlidir  ki,  insanın  duygularını  gerçek  arayışlarına 
yöneltiyor, onu fantezilere takılıp kalmasına izin vermiyor. Duygular 
fantezilerde  takılıp  kaldıklarında  hurafe  başlar.  Dinin  yanlışların-
dan  birisi  de  hurafenin  gerçekmiş  gibi  anlatılmasıdır.  Hurafenin 
simgeleştirilmesinin  en  büyük  örneği  Allah  fikriyle  ilgilidir.  Din 
Allah'ı hurafe haline getiriyor. Evreni bir bakışta yaratmak yalandır. 
Fikir ve düşüncedeyse yalanın kendisiyle beraber bulunduğu herşey 
insanlar tarafından uydurulabilir. Dinde yalan temele indirgenmiştir. 
Bu nedenle evrende eğlence fani ilan edilmektedir. Allah'ın el, ağız 
ve  göz  yeteneğinin  olması  onun  ezeli  ve  ebedi  diye  nitelendirilme-
sine  aykırıdır.  (Yani  Allah  görüyor,  konuşuyor,  duyuyor).  Allah'ın 
"yaratıcılığı"  niteliksiz  yaratıcılıktır.  Yani  Allah  oyuncak  "yarattı". 
Eğer tüm evren oyuncaksa, o zaman Mutlakı nasıl kavrayacağız? Bu 
yüzden  de  dinde  Allah'ın  kavranılmasına  yasak  konmaktadır.  Zira, 
oyuncak yaratıcısını kavramak onun Mutlak olmadığını açığa çıkarır. 
Dinde  Allah'a  güven  aslında  soyut  bir  nesneye  olan  inanctır.  Allah
 
soyut  olayların  Anlamı  olarak  değil,  onu  planlayan,  düzenleyen
 
olarak  davranmaktadır.  Önce  hiçbir  şey  mevcut  olmamış,  mutlak 
yokluk  bulunmuş,  Allah  ta  yokluktan  varlık  yaratmış,  kendisi  de 
yoklukta mevcut olmuş, yoklukta var olmuştur. Bu fikir düşüncenin 
hiçbir  mantığına,  aşamasına  uymuyor.  Aslında  dinin  tüm  hurafesi 
işte bu Yalandan başlar. Birkaç mantığa dikkat edelim. Peygamberler 
Allah'ın şerafetli kulları sayılırlar. Bu fikir aslında Kölelik döneminin 
taleplerinden  doğmaktadır.  Mantıkla  eğer  peygamber  köle  olmuş 
olsa, o zaman, Allah ta efendidir.  
Kimi zaman İslam'ı demokratik din diye tabir etmeğe kalkıyorlar. 
İslam dönemin Kölelik kavramı yaygındı, feodal düzen oluşmamıştı. 
Onun  demokrasisi  de Kölelik  demokrasisiydi. Kapitalizm  demokra-
sisi'nde İslam'ın demokrasisi nedir, nasıldır, bize belli değil... Diğer 
bir  noktaysa  "Allah'ın  peygamberini  sınava  tabi  tutması”  fikridir. 
Hem  Allah  her  şeyi  bilir,  görür,  hem  de  deniyor.  Denemek  –  tanı-
mazlık, bilmezlikten kaynaklanan bir durumdur. Her iki halde Allah 
insanoğluna eş tutuluyor, böylece Mutlak olmaktan menediliyor.  


Yüklə 2,8 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   19   20   21   22   23   24   25   26   ...   30




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə