107
Sevinç, Mehmedoğlu / İnançsızlığa Yönelmede Çevresel ve Entelektüel Faktörlerin Etkisi
inançsız olmuştur. Entelektüel olarak aktif oldukları tespit edilen 9 kişiden 6’sı (%18,7) önce
çevresel sebeplerle inançsızlığa yönelmiş ve sonradan entelektüel bir gelişim göstermiştir.
Salt entelektüel sebeplerle inançsızlığa yönelen kişi sayısı 3’tür (%9,7). Görüldüğü gibi ger-
çekten entelektüel olarak aktif olanların sayısı yalnızca %28,12’dir ve bunlardan çok azında
(%9,37) entelektüel sebepler sürecin başlatıcısıdır. Bu veriler inançsızların inançsızlıklarını
daha sonra gerekçelendirdikleri yönündeki H
6
hipotezini doğrulamaktadır.
Tartışma ve Sonuç
Demografik verileri incelendiğinde, inançsızların genel profilinin, daha önce yapılan araştır-
maların bulgularıyla birebir örtüşmediği görülmektedir. Bu sonuç, demografik değişkenler-
le inançsızlık arasındaki ilişkinin ülkeden ülkeye değişebileceğini, yani kültürel veya çevresel
faktörlerin inançsızlığın tercih edilmesine etki edebileceğini göstermektedir.
Bu araştırmada inançsızlığın nedenlerine dair uygulanan ölçekte entelektüel nedenler ilk
sırada çıkmıştır. Fakat araştırma verileri incelendiğinde, sonradan inançsız olanların eğitim
düzeyinin, inançlılardan ve inançsız büyüyenlerden düşük olduğu görülmüştür. Ayrıca
inançsızların yarıdan fazlasının inançsızlıkla ilgili hiçbir kitap okumadığı, hiçbir TV veya inter-
net yayını takip etmediği, Tanrı’nın yokluğuna dair bir kanıt ileri sürmediği görülmüştür. Bu
veriler inançsızların entelektüel olarak aktif olduklarını düşündüklerini ama gerçekte çoğun-
luğunun inançsızlık konusunda entelektüel olarak aktif olmadığını göstermiştir.
İnançlıların, sonradan inançsız olanların ve inançsız büyüyenlerin aile yapıları incelendi-
ğinde, inançsız büyüyenlerin arasında anne-babası boşanmış olanların oranı ilk sırada,
sonradan inançsız olanların ikinci sırada ve inançlıların son sırada çıkmaktadır. Bu veriler,
anne-baba birlikteliğinin bozulmasının bireyi inançsızlığa yöneltebileceğini göstermekte-
dir. Katılımcıların ergenlik döneminde ebeveynle ilişki durumlarına bakıldığında, sonradan
inançsız olanların ebeveynleriyle daha kötü bir ilişkiye sahip oldukları görülmektedir. Ayrıca
inançsızlığa geçiş, sol siyasi görüşe ve Alevi geçmişe sahip olmakla doğrudan ilişkilidir. Bu
veriler, bireyin ailesiyle problem yaşamasının, parçalanmış aile yapısının, içinde bulunduğu
toplumun/kültürün hâkim inancına ve değerlerine yabancılaşmanın, belli bir inanç ve kültür
çevresi içinde sosyalleşmenin, bazı siyasal hareketlere dâhil olmanın inançsızlığa yönelme-
ye neden olduğunu veya inançsızlığa geçişi hızlandırdığını göstermektedir. İnançsız büyü-
yenlerin aileleri inançsız, inançlıların aileleri inançlı ve sonradan inançsız olanların aileleri
ise düşük dindarlık düzeyine sahiptir. Sonradan inançsız olanların aileleri çoğunlukla dine
ilgisiz veya sekülerdir. Bu olgu, inançsız veya inançlı büyüyenlerin ailelerini model aldıkla-
rını, sonradan inançsız olanların ise seküler bir çevrede sosyalleşerek, ebeveynlerinin dine
ilgisizliğini bir nesil sonra inançsızlığa taşıdığını göstermektedir. Sonradan inançsız olanların
ergenlik dönemlerinde anne-babalarıyla ilişkilerinin, diğer gruplara göre daha kötü olması,
üstelik anne-baba dindar ise ilişkinin daha da kötüleşmesi, bireyin inançsız bir çevreye
yönelmesinin sebeplerinden birisi olabilir.
Elde edilen bulgular, inançsızların inançsızlık nedenleri olarak entelektüel sebepleri görme/
gösterme eğiliminde olduklarını, bazılarının daha sonra inançsızlıklarını rasyonel olarak
gerekçelendirdiklerini göstermektedir. Bu kişiler birkaç nedenden ötürü entelektüel sebep-
leri ön plana çıkarmaktadırlar. (1) Bunlardan birincisi, inançsız veya dine ilgisiz olmakla geliş-
108
İnsan & Toplum
miş olmak arasında bir bağ olduğuna dair oluşturulmuş suni toplumsal kodlardır. Nitekim
Çınar’a (2005) göre Türkiye’de seküler, şehirli, entelektüel, eğitimli ve modern olmak aynı
çevrenin sahip olacağı özelliklerken, karşısında dindar, kırsal, cahil, eğitimsiz ve geri kalmış
bir blok olduğu algısı vardır (s. 47). Bu anlamda birçok kişi için dindar olup olmadıklarına
verdikleri “dindar değilim” cevabı aslında “ben modernim, liberalim, sekülerim, aydınım”
demektir (Casanova, 2009, s. 1054-1056). Aronson’un (2004) dediği gibi insan, akıllı ve başa-
rılı insanların kendi tarafında, aptal ve başarısız insanların ise diğer tarafta olmasını ister (s.
153). Dolayısıyla kişinin kendi bulunduğu tarafın entelektüel olarak daha gelişmiş olduğunu
düşünmesi normaldir. (2) İkincisi, tutum değişiminin ilkeleri ile ilgilidir. İnsanın ne yaptığı, ne
düşündüğünü öncelemektedir (Zajonc, 2001, s. 226). Yani duygu ve davranış düşünceden
önce gelmektedir, ama tercih nedeni sorulduğunda kişi bunu rasyonel olarak gerekçelen-
dirmektedir (Zajonc ve Markus, 1982, s. 123-128). Birey tutum değişiminden sonra başka
kaynaklardan elde ettiği yeni fikirleri, tutum değişimine yol açan kendi fikirleriymiş gibi
sunmaktadır. Gerçekte olan şey, insanın zamanla davranışına uygun bir tutum benimseme-
sidir. Kişi, sahip olduğu bir tutuma ters bir davranışta bulunduğunda, davranışı geri almak
mümkün olmadığı için, genellikle tutumu değiştirme yoluna gitmektedir (Taylor, 2012, s.
148-149). Yani dine ilgisiz veya “Tanrı yokmuş gibi yaşayan” bireylerin zamanla Tanrı’nın var-
lığını reddetmeleri, aslında düşünceyi davranışa uygun hale getirmektir. Kişi, yeni tutumunu
neye göre değiştirdiği sorulduğunda afektif değil bilişsel faktörleri ön plana çıkarmaktadır.
Ayrıca yeni tutumunu rasyonel olarak gerekçelendirme gereksinimi duyduğu için bu yönde
söylemde ve faaliyette bulunması gayet olasıdır.
Bu veriler beraberce değerlendirildiğinde, inançsızlığa yönelmede afektif faktörlerin bilişsel
faktörlere göre daha etkili olduğunu göstermektedir. Zajonc ve Markus’a (1982) göre bir-
çok durumda tercihlerimizde afektif faktörler (duygusal ve davranışsal) önce gelmektedir.
Dışsal bir takım etkilerle tercih ve tutumlarımızı oluşturur veya değiştiririz. Ancak çoğu
zaman birey bunların farkında değildir. Çevre ve hayatın ilk dönemlerinde yaşanan olaylar,
tutumları edinmede veya değiştirmede çok etkilidir. Bu durum, Yaşam Seyri Yaklaşımı’yla
(Life Course Approach) daha iyi açıklanabilir. Bu yaklaşıma göre birey ve çevre arasında
dinamik bir değişim ve etkileşim vardır. Gelişim psikolojisindeki teoriler, insanın hayatında
belli dönemlerde meydana gelen olaylara dikkatlerini vermektedir. Bu dönemsel olayların
evrensel ve kaçınılmaz oldukları, istisnaları olmakla birlikte, hemen her bireyin bu yoldan
yürüdüğü kabul edilir. Fakat YSY, tarihsel zamana, coğrafi yaşama, sosyal konuma, sosyal
bağ ve arkadaşlara, kültürel etkilere ve bireysel gelişim ve tecrübelere dikkat çekmektedir.
Biyolojik-psikolojik-manevi bir varlık olarak kişi ve çevresi bir bütündür (Hutchison, 2008, s.
11-34). Kişi, bu çok boyutlu çevre içerisinde varlığa gelir ve varlığını devam ettirir. Kişi, belli
bir zamanın, kültürün, toplumun ve inanç sisteminin içerisinde neşet eder. Bundan ötürü,
kişinin bugün aldığı kararlar, tüm bu yaşam seyri içerisindeki bileşenlerin ortak tesiriyle
alınmış kararlardır. Bu kararların salt anlık mantıksal bilişsel ürünler olarak görülmeleri düşü-
nülemez. İnsanların kararları salt bilişsel değil, bağlamsaldır.
Araştırma bulgularından hareketle inançsızlığın hem epistemolojik anlamda hem de geli-
şim seyri açısından inançla aynı kategoride değerlendirilebileceği sonucuna ulaşılabilir.
İnançsızlığın gelişimi de tıpkı inancın gelişimine benzemektedir. Her ikisi de çok sayıda
faktörün girift ilişkileri neticesinde oluşmaktadır. Ancak çevresel faktörler diğerlerine göre
daha etkilidir ve inanç afektif olarak oluşmaktadır. İnanç gelişimi araştırmalarında bu tespit