H firat küçük-Burjuva Popülizmi ve Proleter Sosyalizmi


Partinin oluşum ve gelişim süreci



Yüklə 0,87 Mb.
səhifə10/10
tarix06.02.2018
ölçüsü0,87 Mb.
#26154
növüYazı
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10
Partinin oluşum ve gelişim süreci: Bütün ülkelerde komünist hareketin oluşum ve gelişim sürecinin ortak bir zemin ve özellikleri olmakla birlikte, kendine özgü ayırd edici özellikleri de vardır. Sağlam bir teorik temele sahip, siyasi ve toplumsal hayatta kalıcı izler bırakan, pratik örgütsel tecrübe ve birikimi kuşaktan kuşağa aktarılan komünist mirastan yoksun olma, küçük-burjuva bir hareketin bağrında oluşma ve bu oluşum sürecinde Birinci, İkinci ve Üçüncü Enternasyonal dönemlerinde olduğu gibi uluslararası komünist hareketin yakın desteğinden ve organik ilişkilerden yoksun olma, partinin oluşum ve gelişim sürecinin ayırd edici özellikleri arasında yer almaktadır.

Ülkemizde partimizden önceki ilk komünist hareket olan M. Suphi hareketi sağlam bir teorik temele sahip değildi. M. Suphi hareketi M-L’nin evrensel gerçeğini ülkemizin ekonomik ve top(216)lumsal gelişme sürecine uygulamada sınıfla ve diğer emekçi sınıflarla birleşmede ileri adımlar atamadan tasfiye edildi. M-L adına ülkemiz soluna oportünizm ve revizyonizm egemen oldu. Bu, gelenekleri, pratik örgütsel tecrübe ve birikimi, kuşaktan kuşağa aktarılan komünist bir mirasın olmamasına yol açtı.

Doğrudan bir süper devletin resmi ideolojisi haline gelen, dünyanın üçte birini oluşturan revizyonist dünya tarafından desteklenen modern revizyonizmin tahrip edici sonuçları 1970’lerde henüz yok edilmemişti. M-L’ye katkı yaptığı ve geliştirdiği propagandası yapılan Çin revizyonizmi, Maoculuk Uluslararası Komünist Hareket içinde büyük bir prestij ve etkiye sahipti. M-L’ye yönelen, devrimci gıdasını küçük-burjuva devrimciliğinden, Maoculuktan alıyordu. M-L adına onların anti-ML tezleri ve teorik eserleri öğreniliyordu. 1970’lerin ortalarında bu durum değişmemiş, Mao ve Çin revizyonizmi uluslararası komünist hareketin temsilcisi olarak görülüyordu.

İşte tam da bu koşullarda küçük-burjuva ihtilalci bir hareketin saflarında Uluslararası Komünist Hareketle organik bağı olmaksızın partimizin oluşum ve gelişim süreci başladı. Partinin oluşum ve gelişim sürecinde bu küçük-burjuva hareketin kadroları belirleyici rol oynadı. Onların denetiminde ve önderliğinde partinin inşası süreci başladı.

Partimizin öncülü olan THKO genç bir hareketti. Çin'de Sun Yat Sen hareketi gibi geniş kitleleri kucaklayan bir kitle hareketi değildi. Teorik-kültürel bakımdan geriydi, kayda değer bir pratik örgütsel tecrübe birikiminden yoksundu. Üstelik bu hareket teorik-kültürel ve pratik örgütsel bakımdan en ileri unsurlarını, önderlerini çatışmalarda, darağaçlarında yitirmişti. Partinin oluşum sürecini başlatan ve bugüne dek bu süreci yönlendiren kadrolar öğrenci gençlik devrimciliği ve romantizmi ile gözlerini cezaevlerinde açan, kültürel ve teorik bakımdan geri, sınıf mücadelesinin ateşi içerisinde pişerek gelişip yükselmemiş, sosyal köken olarak küçük-burjuvazinin çeşitli katmanlarına mensup unsurlardı. O dönemin koşullarında pek de küçümsenmeyecek küçük-burjuva sosyal temele sahip bir siyasi hareketi yönetme ve bu hareketin bağrında partimizi oluşturma görevini üstlendiler. Bu görevin tam olarak başarılması onların(217)da kendilerini yeni bir kalıba dökmelerine, küçük-burjuva devrimciliği ve sosyal kökeninden her anlamda tam bir kopuş ve sınıfla birleşmelerine, kültürel ve teorik geriliğin aşılmasına, en ileri ve en devrimci teoriyle donanmaya bağlıydı. Onlar M-L’ye uluslararası komünist harekete yönelmekle birlikte bu kopuşu ve gelişimi tam olarak gerçekleştiremediler. Gerçekleştiremedikleri için de küçük-burjuva devrimciliğinin ideolojisini, alışkanlıkları ve değer yargılarını, yaşam tarzını partiye taşıdılar. Bu farklı düzeyde de olsa her alana yansıdı. M-L’ye yönelmenin yanı sıra pratikte ve temel sorunlarda sağdan sola, soldan sağa savrulma, sağ ve solun bir arada bulunması, subjektivizm, teoride sığlık, tek yanlılık, şematik kavrayışlar, dar görüşlülük, anti-bilimsel yaklaşımlar bu temelde yükseldi. Bu ülkemizin bir küçük-burjuvalar ülkesi olmasıyla birleşince küçük-burjuva etkilerden arınma ve ruh halinden kurtulma, küçük-burjuva ideolojisi ve devrimciliğinden tam bir kopuş daha da güç oluyordu. Bu zemin, sınıfa yönelme, sınıfla birleşme tespitlerine rağmen, sınıfla birleşememesinin temel nedenlerinden birini oluştururken, sınıfla birleşememenin, arınamamanın, küçük-burjuva atmosferinden kurtulamamanın nedenlerinden birini oluşturuyordu. Dar görüşlülük, subjektivizm, sığlık, tek yanlılık, iç tutarlılıktan yoksunluk, eklektizm, bir uçtan başka bir uca savrulma devrimin yükselme dönemlerinde aşırı bir devrimcilik, yenilgi ve devrimin zor yıllarında, zor koşullarında yılgınlık, teslimiyet, uzlaşma ya da intihar, saman alevi gibi yanıp sönme, panik, bilimsel çalışma ve tutumdan yoksunluk, sabırsızlık vb. küçük-burjuva devrimciliğinin tipik özellikleri içinde yer alır. Partinin ve önderliğinin gelişme süreci göz önüne alındığında bu özelliklerin hemen tümünü, olumlu yönde bir gelişme olmakla birlikte farklı düzeylerde görmek mümkündür.

Poliste, cezaevlerinde, düşman karşısında gösterilen zaaflar üçlü MK'nın polis ve darbe yeme fobisine kapılarak partiyi örgütsel tasfiyeyle yüz yüze getirmeleri, sınıf niteliğinden soyutlanmış bir demokrasi mücadelesi, iktidar perspektifinin yitirilmesi gibi en kaba revizyonist tezlerin savunulması önemli olmakla birlikte daha kapsamlı ve zor görev ve sorunların görülmemesine yol açmamalı(218)dır. Küçük-burjuva devrimciliği ve ideolojisinden tüm alanlarda da tam bir kopuş, onların kalıntılarından tam bir arınma, kadroları ve kitle bağlarını partinin işlevine uygun bir biçimde yenileme, küçük-burjuva atmosferden kurtulma, partinin önündeki en önemli görevdir. Bu ancak kesintisiz ve sabırlı bir teorik çalışma, bilimsel çalışma ve sınıfla birleşme, her bakımdan onun bir parçası haline gelme sürecinde yerine getirilebilir.

Bugüne kadar yapılanları küçümsememek, doğru ve olumlu olana sahip çıkmak, ancak yapılanları abartmamak, M-L’nin bilimsel bir teori, insanlığın bugüne kadarki kültürel gelişiminin ve tüm bilim dallarındaki gelişmenin üzerinde yükseldiğini göz önüne alarak eleştirici bir gözle irdelemek gerekiyor. Gelişme, M-L’yi özümleme ve ülkemiz koşullarına uygulamada yetkinleşme buna bağlıdır. Bütünlüklü bir siyasi ideolojik örgütsel çizgiye, program ve tüzüğe sahip olduğumuz saptaması, geçmişte bu perspektifin yitirilmesine, M-L’yi ülkemiz koşullarına ve sınıf mücadelesine uygulamada yetkinleştiğimiz sonucuna varılmasına bağlı olarak gündeme getirildi. Oysa bu gerçek durumu tam olarak yansıtmıyordu. O güne kadar ortaya çıkan ürünlerin ve yapılanların eleştirici bir bakış açısıyla gözden geçirilmesini ve geliştirmeyi engelledi.

1979'daki tahliyelerden sonra teorik çalışmaların, araştırma ve incelemenin esas yükünü omuzlayanlar da pratik örgütsel faaliyetin içine çekildi, teorik çalışma, teorik mücadele hemen hemen askıya alındı. Yapılanlardan ve durumdan hoşnut olma egemen hale geldi. Son 5-6 yılda teorik mücadele ve çalışma alanının tamamen boş bırakılması başka şeylerin yanı sıra bu tutumun sürdürülmesinin, bir yönüyle de geriye kalanların söyleyecekleri şeylerin olmamasının, mültecilik koşullarında erimenin bir sonucudur. Üçlü, bir alanda da 12 Eylül öncesinin olumsuz ve değişmesi gereken yönlerini derinleştirerek sürdürüyor.

Tekrar da olsa belirtmek gerekiyor. Teorik çalışma ve mücadele alanında boşluk Nisan darbesinden sonra birdenbire yeni bir olgu olarak ortaya çıkmadı. Esasında Mao eleştirisinden, yıl olarak 1979’dan sonra kayda değer bir teori!, çalışma ürünü yoktur. Maoculuğun eleştirisiyle birlikte hareketimizin M-L’nin evrensel gerçe(219)ğine yönelimi, uluslararası komünist hareketin saflarında onun organik bir parçası olarak yer alıp kesinleşti. Ancak onların ideolojik etkilerinden tam bir arınmanın M-L’nin sığ ve şematik kavranmasının aşıldığı söylenemez.

Maoculuk gibi anti-ML akımların yörüngesinden kurtulma ve yönelimimizin netleşmesinde, başında E. Hoca yoldaşın bulunduğu AEP’in büyük rolü oldu. Esasında AEP’in modern revizyonizme, maceracılığa, Avrupa komünizmine karşı mücadelelerinden ve M-L’yi somut koşullara uygulamasından eleştirici bakış açısını yitirmeksizin öğrenebileceğimiz çok şey vardı. Bunu yeterince yapamadık. Yapabilseydik parti bugün daha ileri bir noktada olurdu, birçok hatadan kaçınılabilirdi. Yapılan hataları daha erken saptayıp giderebilirdi. Hareketimizin ideolojik yöneliminin henüz yeni yeni netleştiği, Maoculuk gibi anti-ML akımların gerçek yüzünü ve sınıf niteliğini yeni görmeye başladığımız küçük-burjuva ideolojisi ve devrimciliğinden tam bir kopuşu gerçekleştiremediğimiz dönemde toplumumuzun gelişme sürecini tahlilde ve M-L'yi sınıf mücadelesine uygulamada hatalar yapıldı. Tek yanlı şematik sığ bakış ve dar görüşlülük, teorik ve kültürel gerilik, ekonomik siyasal yapı ve toplumumuzun tarihsel gelişmesini tahlilde ve sınıf mücadelesinin taktik sorunlarında da yansıdı.

Toplumumuzun tarihsel gelişimine, ekonomik, siyasi yapı ve gelişme doğrultusuna ilişkin tahlillerinin derinleştirilmesi ve hataların ayıklanması önümüzde görev olarak durmaktadır. Bugüne kadar yaptığımız tahliller ve ileri sürdüğümüz tezlerle yetinemeyiz. Onları tarihi ve diyalektik materyalist açıdan sabırlı bir bilimsel araştırma ve çalışma ile aşmak, derinleştirmek zorundayız.

Yukarıda ana hatları belirtilen koşullarda küçük-burjuva maceracı bir hareketin bağrında M-L’ye yönelme, uluslararası komünist hareketin saflarında yer alma, onun organik bir parçası haline gelme, maceracılığa, revizyonizme, üç dünyacı Maocu revizyonizme karşı çıkma, açık mücadeleyi başlatma, yalpalayan birçok gruba yol açma, onları etkileme önemlidir ve küçümsenemez. Yapılan tüm hatalara, var olan eksikliklere ve yetersizliklere karşın partinin temel taşları atıldı ve yönelim netleşti. Son 5-6 yıldır parti örgütsel(220)bir tasfiyeyle yüz yüze gelmesine, ağır yenilgi, yoğunlaşan baskı ve terör, teorik mücadele alanının tamamen boş bırakılması gibi olumsuz faktörlere karşın partinin bugün bir siyasi hareket olarak varlığını sürdürmesinin, diğer grupların potasında erimemesinin temel nedenlerinden biri de bu temel taşların atılmış olmasıdır. Bunların önemini yadsımamakla birlikte bunlarla yetinemeyiz.

Teorik çalışmanın bilimsel inceleme ve araştırmanın gerekliliği sadece partiyi en bilimsel, en ileri teoriyle donatarak, hataları saptayarak gidermek parti çizgisini derinleştirmek açısından değil, teorik mücadelenin öneminin artmış olmasından da gereklidir. Bugün ülkemizde Troçkist, modern revizyonist bir çok akım ML’nin ihtilalci özüne karşı çok yönlü ve kapsamlı bir saldırı kampanyası yürütmektedirler. Bu saldırıyı püskürterek, legal sosyalist parti girişiminde bulunan “Legal Marksist” cephenin gerçek yüzünü açığa çıkarmak kapsamlı ve çok yönlü bir ideolojik mücadelenin yürütülmesine bağlıdır. İllegal örgüt ve faaliyetin her zaman temel alınması, geçmişteki gibi ihmal edilmeksizin, legalizm batağına saplanmaksızın, legal olanaklardan sonuna kadar yararlanmak, legal bir kürsüye kesinlikle sahip olmak gerekir.

12 Eylül öncesi legalizm batağına batmış olmaktan hareketle legal olanaklardan yararlanmayı, legal ve illegal faaliyeti birleştirme gerekliliği yadsınmamalı ve küçümsenmemelidir. Deşifre olmuş ve bugün parti ile düzenli bağları olmayan geniş bir legal çevre var. Uzun süre parti ile ilişkileri kesilen, baskı ve terör sonucu yılgınlığa kapıldıkları için partiden uzaklaşan bu geniş çevrenin önemli bir bölümü illegal cihazın ve faaliyetin partinin ağırlığını hissetmesine bağlı olarak legal faaliyet için harekete geçirilebilir. Legal faaliyet ve örgütlenmeyle iç içe geçmemesine ve gerekli inisiyatifin verilmesine dikkat edilirse illegal cihaz ve örgüt legal faaliyetten zarar görmez aksine partiyi koruyan, etkinliğini artıran bir işleve sahip olur.



4- Ele alınmayan sorunlar üzerine notlar: Partimizin yayınlarında, çağımızda sömürge ve yarı-sömürge ülkelerde emperyalizmin bir yandan feodalizmi çözer ve zayıflatırken, diğer yandan da koruduğu, tasfiyesini engellediği, bu nedenle demokratik, daha(221)doğrusu toprak devrimiyle feodalizm tasfiye edilmedikçe sosyalist devrim, ya da demokratik görevleri olan sosyalist devrimin gündeme gelemeyeceği savunuluyordu. Bu tez emperyalizmin özelliklerine, ülkemizde gelişen kapitalizmin tekel öncesi dönemde ulusal temelde gelişen sanayi kapitalizmi olmadığı, aksine emperyalizme bağımlı olarak gelişen komprador kapitalizmi olduğu, bu nedenle de Prusya, Balkanlar ve Doğu Avrupa ülkelerinde olduğu gibi tarımda Prusya tipi gelişmenin olmayacağına dayandırılıyordu.

Burjuva demokratik devrimlere, burjuvazinin önderliğinde katılan proletarya ve diğer emekçi sınıfların, burjuva demokratik devrimiyle birlikte silahlarını burjuvaziye yöneltmelerinden, özellikle 1848 Fransız devriminden sonra burjuvazi devrime ihanet etti, gericiliğin kollarına atıldı. Burjuvazinin kendi devriminden yüz çevirerek gericiliğin kollarına atılmasına karşın, demokratik devrimle tasfiye edilmeyen feodal toprak ağalığı ekonomisi sanayi kapitalizminin, kapitalist pazarın gelişmesine bağlı olarak süreç içinde kapitalistleşiyor, toprak ağaları burjuvalaşıyordu. Bu sürecin motoru ulusal temelde gelişen sanayi kapitalizmiydi. Oysa kapitalist gelişme yoluna esas olarak kapitalizmin tekelci evreye girdiği 19. yy sonları ve 20. yy başlarında giren sömürge ve yarı-sömürge ülkelerde gelişen kapitalizm ulusal temelde gelişen sanayi kapitalizmi değil, emperyalizme bağımlı gelişen kapitalizm, uluslararası mali sermayenin yeniden üretim sürecinin bir unsuru olarak gelişen kapitalizmdir. Bu kapitalizm tekelci bağımlı kapitalizmdir. Bu nedenle sömürge ve yarı-sömürge ülkelerde tekelci evrede yaşanan süreç, daha doğrusu sürecin motoru rekabetçi dönemde Almanya’da, Doğu Avrupa’da ve Balkan ülkelerinde yaşanan süreçten farklıdır.

Süreçlerin harekete geçirici güçleri, yaşanan süreçler farklı olmasına karşın emperyalizm aşamasında sömürge ve yarı-sömürge ülkelerde kapitalizm eskisinden daha hızlı bir gelişme süreci gösterir. Lenin “Emperyalizm” adlı eserinde, emperyalizmin en gelişmiş kapitalist ülkelerde, kapitalist gelişmeyi yavaşlatma pahasına dünyanın geri tarım ülkeleri olan sömürge ve yarı sömürge ülkelerde kapitalizmi çok daha hızlı geliştirdiğini vurguluyordu.(222)

Bir yandan emperyalizmin sömürge ve yarı-sömürge ülkelerde mevcut düzenin egemen sınıflarıyla ittifaka girmesine karşın, sermaye ihracı vb. yollarla kapitalizmi geliştirdiğini, kapitalizm öncesi üretim biçimlerini zayıflattığını kabul edip, öte yandan, teorik olarak bu ülkelerde demokratik devrim zafere ulaşmadıkça feodal, yarı feodal ilişkilerin devrimin özünü devrim aşamasını belirleyecek kadar varlığını sürdüreceğini, tasfiye edilemeyeceğini savunmak bir paradokstu. Teorik olarak demokratik devrim zafere ulaşmadan, bir toprak devrimiyle feodal ilişkiler tasfiye edilmeden de feodalizmin tasfiyesi ya da feodal kalıntıların devrimin karakterini, devrimin özünü belirlemeyecek kadar zayıflaması mümkündür.

Devrimle feodal kalıntılar tasfiye edilmeden de sürecin feodalizmin tasfiyesine ve bunun üstyapıda yansımasına bağlı olarak sömürge ve yarı sömürgelerin sosyalist devrim ya da demokratik görevleri olan sosyalist devrim aşamasına girmeleri mümkündür.

Devrimci proletarya feodal kalıntıların emperyalizm tarafından tasfiye edilmesini ve sosyalist devrimin gündeme gelmesini eli kolu bağlı beklemeyecektir. Devrimci proletarya, feodal kalıntıların devrimci yolla tasfiyesinden, sosyalist devrime kesintisiz geçişten yanadır. Ancak öteki olasılığı yadsımak doğru değildir, ve tek tek ülkeler açısından bu olasılığın gerçekleşip gerçekleşmeyeceği tamamen pratik bir sorundur.

DHB ile polemiğimizde DHB ülkemizde Prusya tipi gelişme sürecinin yaşandığını belirterek süreci doğru tahlil etmiyordu. Ancak bu hatadan doğru bir sonuca varıyordu. Biz süreci doğru tahlil ediyor ancak bu tahlili mantıki kaçınılmaz sonucuna kadar götürmüyor, hatalı bir sonuca varıyorduk. Bu hataların nedenlerinden biri Stalin’le Troçki arasındaki Çin devrimi üzerinde süren polemikte Stalin’in tezlerini hatalı yorumlamamızdı.

Ülkemizin ekonomik-toplumsal yapısı tahlil edilirken yapılan hatalardan biri de yukarıda ana hatları belirtilen hatalı yaklaşımın doğruluğunu kanıtlamak için feodal kalıntıların gücünün abartılması, kapitalist tarım işletmelerinde feodal ilişkilerin aranması, önemsiz kalıntıların (feodal ilişki) öne çıkarılmasıydı. En gelişmiş kapitalist işletmelerde ya da kapitalizmin en çok geliştiği tarımsal yörelerde(223)mikroskopla feodal ilişki aranması, bulunduğunda da aynalarla büyütülüp yansıtılmasıydı. Bu, feodal ilişkilerin ekonomik toplumsal yapıdaki gücünün ya da yerinin abartılmasına, kapitalist işletmelerin niteliğinin bile tartışılmasına yol açtı. Somut gerçeği bilimsel bir yaklaşımla ve yöntemlerle tahlil etme yerine, gerçek, önyargılara, leninist tezlerin hatalı yorumuna uydurulmaya çalışılıyordu. Bu hatanın sonuçlarından birisi de kaçınılmaz olarak tarımsal sektörde sınıf farklılaşmasının olgunlaşan düzeyini küçümsemek, devrimin zaferinden sonra kolektifleştirilebilecek toprakların bir kısmını köylülüğe dağıtılabilecek topraklar arasında ele almaktı.

Ekonomik toplumsal yapının tahlilinde yapılan hatalar zorunlu olarak işyeri ya da bölge düzeyinde çelişmelerin, çelişmeler arasındaki ilişkinin taleplerin ve talepler arasındaki ilişkinin doğru saptanamamasına yol açar. Sorunun kitle örgütleri açısından da ayrıca irdelenmesi, ekonomik toplumsal yapı tahlillerinin derinleştirilmesi gerekir.

Kapitalist gelişme düzeyi ve kalıntıların varlığı açısından bölgeler arasında önemli dengesizlikler vardır. İki ayrı ulusun Türk ve Kürt ulusunun yaşadığı bölgeler arasında bu dengesizlik belirgindir. Kürdistan'da feodal ilişkiler ve bu ilişkilerin güçlü bir biçimde varlığını sürdürdüğü büyük toprak mülkiyeti, Türk ulusunun yoğunlaştığı bölgelerden daha yaygındır. Türk ulusunun yaşadığı bölgelerde, kapitalist tarım işletmeleri ve pazar için üretim yapan küçük üretim, küçük ve orta köylülük Kürdistan‘dan çok daha fazla yaygındır. Bu dengesizliğin ulusal sorunla birleşmesi sorunun önemini artırmakta farklı açılardan yaklaşılmasını ve irdelenmesini gerektirmektedir. Bu henüz benim açımdan da netleşmemiş olup üzerinde, özellikle siyasi sonuçları açısından araştırma ve düşünme ihtiyacı duyduğum bir sorundur.

Uluslararası tekelci sermaye geri tarım ülkelerinin ekonomik gelişme sürecini koşullandırır ve kapitalizm öncesi üretim tarzlarını yeniden üretim sürecine tabi kılar. Bunun bizim gibi sömürge ve yarı sömürge ülkelerin ekonomik gelişme süreci tahlil edilirken kavranacak halka olarak ele alınması doğruydu. Sömürge ve yarı sömürgelerde(224)gelişen kapitalizm ulusal kapitalizm değil, emperyalizme bağımlı uluslararası mali sermayenin kendini yeniden üretim sürecinin bir unsuru olan kapitalizmdir. Ancak yayınlarımızda emperyalizmin Allahın çamurdan Ademle Havvayı yaratması gibi komprador kapitalizmin yerli temelinin gözden kaçırılmasına, yabancı sermaye ile komprador burjuvaziyi yarattığı vb. hatalı ifadeler yer aldı. Bu ifadeler gerçeği yansıtmadığı gibi komprador sermaye arasındaki bazı farkların ihmal edilmesine, iki sermaye arasında mekanik bir ilişkinin kurulmasına yolaçtı.

Emperyalizm geri tarım ülkelerinde ekonomik gelişmeyi koşullandırmakla birlikte, bunu mekanik bir yoruma tabi tutmamak gerekir. Karşı etkenler, iç dinamikler varlığını sürdürür. İç dinamikler sistemden tamamen koparılmasa da, ulusal burjuvazinin siyasi iktidarı ele geçirmesi, genel bir buhran gibi koşullarda farklı bir rol oynayabilir. Örneğin Türkiye’de Kemalist dönemde bu iki etkenin bir araya gelmesi, Sovyetler Birliği'nin yardımı, yoğunlaşan sömürü oranı ile birleşince ulusal kapitalizmin ve ekonominin yerli sermaye birikiminde ... belli bir gelişme göstermesi olanağını yarattı. Bu gelişme ve Kemalist reformlar ve sonuçları yeterince göz önüne alınmadı. Ve üzerinde durulmadı.

Komprador burjuvazi ya da tekelci burjuvazi ile emperyalist burjuvazi arasındaki ilişki mekanik bir yaklaşımla ele alınarak egemen sınıflar arasındaki çelişkiler uluslararası finans grupları arasındaki çelişkilere indirgendi. Egemen sınıflar arasındaki çatışmanın böyle bir yönü vardı. Ancak bu çelişmelerin zemini ya da kaynağı emperyalistler arasındaki çelişmelerle sınırlı değildi. Tekelci sermaye gruplarının farklı sektörlerde yoğunlaşması, izlenecek ekonomik politikanın sektörel tercihleri vb. egemen sınıflar arasındaki çelişme ve çatışmaların kaynakları arasında yer alır. Esasında geçmişte egemen sınıflar arasındaki çelişmelerin doğru ele alınmaması, bu çelişmelere bel bağlanması egemen sınıflar arasındaki çelişme ve çatışmaların dikkatle izlenmemesine yol açmamalıydı.

Troçkizmin, modern revizyonizmin, leninist emperyalizm teorisinin eskidiği, kapitalzmin yeni aşaması II. Bunalım dönemi gibi(225)anti-Marksist tezlere karşı çıkarken bilim ve teknikteki devrim, çok uluslu tekellerin ve sermayenin merkezileşmesinin gelişmesi, yeni sömürgecilik gibi yeni gelişmeler ve bunların sonuçları üzerinde yeterince durulmadı. Kuşkusuz bunlar leninist emperyalizm teorisine sözde yeni katkılar yapmayı gerektiren gelişmeler değildi. Ancak yeni gelişmelerdi ve üzerinde durmayı gerektiriyordu.

İkinci Dünya Savaşı sonrası bilim ve teknikteki devrim, bilgisayar, uzay araştırmaları, nükleer enerji, roket üretimi gibi yeni sektörlerin eski önem ve karlılık oranlarını korumamaları, teknolojik gelişmenin bazı sektörlerde üretimin bazı bölümlerinin diğer ülkelere kaydırılması olanağını yaratması gibi gelişmeler emperyalist sermayenin ucuz işgücü, ak ve hammaddelerden yararlanarak kâr oranını yükseltmek, rakiplerine karşı üstünlük sağlamak, pazara yakın olmak, sömürge ve yarı sömürgelerde biriken sermayeden yararlanmak ve denetimi altına almak amacıyla tekstil, gemi yapımı, otomotiv sanayi gibi sektörlerde üretim sürecini tamamen ya da bazı bölümlerini sömürge, yarı-sömürgelere kaydırılmalarına yol açtı. Otomobil, tekstil gibi tüketim (dayanıklı tüketim malları da dahil) mallarının ucuz işgücünden ve tekelci konumdan yararlanarak ucuza ithal edilmesi, işçi ücretlerini düşük tutma ve kâr oranlarını yükseltme olanaklarını da yaratıyordu. Bazı üretim dalları ve üretim sürecinin belli bölümlerinin sömürge ve yarı sömürgelere kaydırma olanağını yaratan gelişmelerden biri de bu ülkelerde kapitalist gelişmeye bağlı olarak iç pazarın, yerli sermaye birikiminin belli bir gelişme göstermesi, gerekli alt yapının ve üretim sürecinin kaydırılan bölümlerinde ya da sektörlerinde istihdam edilebilecek niteliklere sahip ucuz işgücünün oluşmuş olmasıdır.

Arkeolojik kazılarda toplumların gelişme sürecine ilişkin yeni bulgular bulunuyor. Teknolojik gelişmeler bulgulardan daha kesin ve ayrıntılı bilgiler edinme olanağı yaratıyor. Bu gelişmeler genellikle burjuva bilim adamlarının akademik tanışmalarının konusu oluyor. Marksist-leninistler bu gelişmeler karşısında kayıtsız kalamazlar. Bunlardan yararlanarak tarihi materyalizmi zenginleştirmek, toplumların tarihsel gelişmesine ilişkin anti-Marksist tezlere karşı mücadele etmek gerekiyor.(226)

Yukarıda toplumların tarihsel gelişimi için belirtilenler evren ve doğanın gelişmesi için de gereklidir. Gen mühendisliğinin gelişmesi, uzay çalışmalarında atılan büyük adımlar gibi

Parti materyallerinde genellikle ekonomik krizin derinleştiği sürekli yinelenmesine karşın gerek ulusal gerekse uluslararası planda gelişen krizin özellikleri ve ayrıntılı bir tahlili yer almadı. Genellikle basmakalıp sözlerin tekrarlanmasıyla yetinildi. Gelişen kriz karşısında uluslararası burjuvazinin geliştirdiği anti-kriz programları, bu programların ekonominin gelişme süreci üzerindeki etkisi ve siyasi sonuçları üzerinde yeterince durulmadı. Kitlelere bunların iç yüzü açıklanmadı. Keynesçiliğin neden gözden düştüğü, Freidmancılığın neden burjuvazinin gözdesi haline geldiği konusunda kaç partili açık ve net görüşlere sahiptir? Benzeri sorular çoğaltılabilir.

Yayınlarımızda sürekli ekonomik krizin derinleştiği tekrarlanır, söze ya da makaleye ekonomik siyasi krizin derinleştiği ile başlamak Türkiye’de bir alışkanlık haline gelmiştir. Oysa gerek ulusal gerekse uluslararası planda ekonomi, inişleri ve çıkışları içeren bir gelişme süreci izliyor. Kriz ya da ekonomi düz bir çizgi gibi derinleşme süreci izlemiyor.

Ekonomik gelişmenin krizin gelişme sürecinin somut ve ayrıntılı bir tahlilinin yapılamayışı muhtemel gelişmelerin açık ve net bir biçimde görülememesine, krizden çeşitli sektörlerin ve farklı sektörlerde çalışan emekçilerin ve mülkiyet sahibi sınıfların ne ölçüde etkilendiğinin doğru saptanmamasına yol açtı. 1970’lerde sanayide kriz belirgin bir biçimde yaşanır, sanayi üretimi düşerken, aynı şey tarımda yaşanmıyor, tarımsal üretimde belirgin bir düşüş görülmüyordu. Köylü hareketinin işçi hareketiyle uyumlu gelişme göstermemesinin nedenlerinden, biri buydu.

1970’lerde gelişen krizin somut tahlilinin yapılmaması, DY ile olan polemiğe de yansıdı. Bu polemikte kapitalist ekonomide krizin aşırı üretim sonucu üretimin sınırsız büyüme potansiyeli ile pazarın sınırlı büyümesi arasındaki çelişmeden ortaya çıktığını vurgulamamız doğruydu. Ancak 1970’lerin son yıllarında ülkemiz somutunda bazı sektörlerde üretimin durması ya da kapasite kullanı(227)mının düşmesi aşırı üretim sonucu stokların ortaya çıkmasından değil, sanayinin yapısal özelliğinden ötürü, dışa bağımlı olması, üretimin sürdürülebilmesi için gerekli girdi ve ara malların döviz dar boğazından ötürü ithal edilmemesi, enerji yetersizliğiydi. Bu genel olarak kapitalizmin krizinin aşırı üretimden, kapitalist üretimdeki anarşiden kaynaklandığı tezini yadsıyan bir gelişme değildi. Aksine ekonominin uyumlu bir gelişme gösterememesinin, ekonomik gelişmenin uluslararası tekelci sermayenin kendini yeniden üretimiyle koşullandırılmasına bağlı olarak, ekonominin çeşitli sektörleri arasındaki dengesizliğin sömürge ve yarı sömürgelerde daha belirgin olmasının bir sonucuydu. M-L tezleri yaratıcı bir biçimde uygulama ve somut tahlil yerine, klasiklerden yapılan aktarmalar ya da özetlemelerle durum açıklanmaya çalışılıyordu.

Parti ulusal sorunda da hatalar yaptı. Partinin Kürt proletaryasının da partisi olduğu hiçbir zaman onun açık ve net bir özelliği olarak belirmedi. Kürdistan’da Devrimin Sesi çıkarılması bu doğrultuda atılan bir adım olmakla birlikte yetersiz kaldı. Parti Kürdistan’da, Türk proletaryasının Kürt proletaryasını örgütlemeye çalışan partisi olarak göründü. Kürdistan proletaryasının da öncü müfrezesi olma kimliğini kazanamadı. Faaliyetine gerekli ulusal biçimi veremedi. Kürt emekçilerinin ulusal taleplerine devrimci bir perspektifle sahip çıkmada yetersiz kaldı. Birlik ve ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı sorunu ele alınırken ezen ve ezilen ulus proletaryasının görevlerindeki farklılık özellikle pratikte belirginleşmedi.

Ulusal hareket proletaryanın yedek güçlerinden biridir. Parti PKK, KUK gibi ulusal hareketleri karşı-devrimci, faşist hareketler olarak niteleyip doğrudan karşısına aldı. Bu değerlendirmeler doğru olmadığı gibi, partinin Kürt ulusal hareketinden tamamen tecrit olmasına yol açan etkenlerden biri oldu. Bunlara karşı ideolojik mücadele yürütülmeli, faaliyetimizi engelleyen anti-demokratik tutumlarına karşı mücadele edilmeliydi. Ancak bu mücadele doğru bir çizgide yürütülmeli, ortak düşmana karşı birlikte mücadele edilmesini, ulusal hareketin demokratik ve devrimci muhtevasının desteklenmesini engellememeliydi. Partimizin, onları karşı-devrimci, faşist olarak değerlendirmesi, sekter bir tutum içinde olması, onların(228)daha da olumsuz saldırgan bir tutum içine girmelerinin nedenlerinden biri oldu.

Kürdistan’da parti faaliyetini sürdürürken ve taktiklerini belirlerken ulusal özellikleri, ekonomik toplumsal yapıdaki farklılıkları yeterince gözetmedi. Parti bunu gerçekleştirebilecek bir örgütsel yapıya sahip değildi. Yurtdışındaki parti örgütüne tanınan inisiyatif ve haklar bile ayrı bir ulusun yaşadığı Kürdistan’daki parti örgütüne tanınmadı. Kürdistan’da bir bölge komitesi bile oluşturulmadı. 12 Eylül’den kısa bir süre önce oluşturulan Doğu Komitesi bu özelliği taşımıyordu.

Partinin Kürdistan’daki örgütlenme biçimi değerlendirilmelidir. Kürdistan’daki ve Orta Doğu’daki son gelişmeler bunu daha da zorunlu hale getirmektedir. Tutarsızlıkları, gerici yanları olsa da, bu yönlere karşı mücadele ve teşhir bir yana itilmeksizin, egemen sınıfların demagojik propagandasına karşı çıkılmalı, ayrı devlet kurma hakkı başta olmak üzere ulusal taleplere sınıf bakış açısı, sınıf gerçeği unutulmaksızın sahip çıkılmalı, ulusal baskı ve eşitsizlikler teşhir edilmeli, ulusal hareketin demokratik ve devrimci muhtevası desteklenmelidir.

Feodal ilişkiler ulusal gelişmenin önündeki engellerden biridir. Ancak Kürdistan’da ulusal sorunla toprak sorunu arasındaki bağ 19. yy’da İrlanda’da, 20. yy’da birçok sömürge ülkedeki bağ gibi değildir. Daha farklı bir durum söz konusudur. Çünkü İrlanda’da ve diğer sömürgelerde, toprağın önemli bir bölümü doğrudan doğruya sömürgecilerin mülkiyetindeydi. Bu nedenle köylülüğün toprak ve özgürlük talebi ulusal sorunla doğrudan birleşiyordu. Oysa Kürdistan’da durum farklıdır. Bu farklı durumdan çıkarılacak sonuç henüz benim için de açık değildir. Araştırma ve inceleme olanaklarının uzun bir süre olmayışı son zamanlarda ise oldukça sınırlı olarak olması sorunu netleştirmemi engelliyor.

Kürt ulusal hareketinin yanısıra TİKB, DHB ve Partizan gibi birçok grup karşı-devrimci, faşist, sosyal-faşist, provokatör olarak değerlendirildi. Bu tespitlerin en kısa sürede düzeltilmesi gerekir. Ancak (sorun) bugün yanlışlığı açıkça ortaya çıkan bu tespitlerin düzeltilmesi ile sınırlı değildir. Bu tespitler bir yaklaşımın ve kavra(229)yışın sonucu olarak gündeme geldi. Başka alanlara yansıdı mı? İrdelemek gerekiyor. Önemli olan hatalı tespitlere yol açan yaklaşımı ve kavrayışları yok etmektir. Sorunun bu açıdan değerlendirilmesi gerekmektedir.

İrdelenmesi gereken başka bir nokta da Sovyetler Birliği ile doğrudan ya da dolaylı ilişkileri olan ve onu sosyalist bir ülke olarak savunan tüm akımların program ve mücadelelerinin objektif olarak yöneldiği hedef ve içeriği irdelenmeksizin SSE’nin uşağı sosyal-faşist hareketler olarak nitelenmesidir. Bu sorunda geçmişte çifte standartların uygulandığı durumlar oldu. Başka ülkelerdeki birçok hareket Sovyetler Birliği ile ilişkileri olmasına rağmen program ve mücadelelerinin yöneldiği hedef göz önüne alınarak sosyal-faşist, SSE'nin uşağı olarak nitelenemez, yalpalayan ulusal ya da demokratik devrimci hareketler olarak ele alınırken, ülkemizde aynı durumda olan bazı hareketler SSE’nin uşağı, sosyal-faşist hareketler olarak nitelendirildi. Bu yaklaşım değiştirilmeli, emperyalist devletlerin çeşitli etkenler sonucu en başta gelişen ulusal ya da demokratik hareketleri denetimleri altına almak ve kullanmak için onlarla bağ kurup yardım ettikleri göz önüne alınmalıdır. Şematik ve tek yanlı bakış, çeşitli hareketleri değerlendirirken yansıdı. Bu egemen sınıfların tüm siyasi hareketlerini değerlendirmede, faşist olmayan ama liberal ya da demokratik olmayan siyasi akımların bulunabileceğini yadsımada kendini gösterdi.

Kuşkusuz günümüzde sosyal-emperyalizmin uşağı sosyal-faşist akımlar da vardır. Hatalı olanı Sovyetler Birliği ile bağı olan, ondan destek ve yardım alan hareketlerin programları ve mücadelelerinin gerçek içeriği doğru tahlil edilmeksizin, aralarındaki farklılıklar gözetilmeksizin sosyal-faşist, emperyalizmin uşağı hareketler olarak ilan edilmesidir. En keskin nitelemeler her zaman en doğru nitelemeler değildir.

Kitlelerde özellikle de gençliğin ve sınıfın hoşnutsuzluğunun arttığı, mücadele isteğinin zayıf da olsa ilk belirtilerinin ortaya çıkmakta olduğu ve politik ortamın ısınmaya başladığı, sınıf mücadelesinin gelişmesine gebe olduğu içinde bulunduğumuz dönemde, sınıf mücadelesinde proletarya hareketinin taktik soranlarında geç(230)mişte yapılan hataları saptamak, aynı hataları değişik biçimde tekrarlamamak için bu hataların üzerine gitmek artan bir önem kazanmıştır. Partimizin yayınlarında çelişen görüşler olmakla birlikte, determinizm ya da kaba materyalizm açıkça savunulmamakla birlikte, kitle mücadelesinin gelişim doğrultusu, izlenecek taktik hat saptanırken determinizm, kaba materyalizm hareket noktası oldu. Bu taktik planda yapılan hataların ana kaynaklarından biriydi.

Ekonomik krizin gelişme doğrultusu ile kitle mücadelesinin gelişme doğrultusu arasında doğrudan bir bağ kurularak kriz derinleştiği oranda kitle mücadelesinin yükseleceği, taktik hattımızı saptarken egemen anlayış oldu. Kuşkusuz ekonomik kriz ve gelişme doğrultusu kitle mücadelesinin gelişmesinin temeli olmakla birlikte, bu kitle mücadelesinin gelişimini etkileyen tek faktör değildir. Kitlelerin ruh hali, bilinç ve örgütlenme düzeyi, siyasi koşullar, diktatörlüğün izlediği politika ve yöntemler, güçler ilişkisi vb. gibi pek çok etkenlere de bağlıdır. Geçmişte bu etkenler ve kitle mücadelesinin gelişme doğrultusu üzerindeki etkileri göz önüne alınmadı. Göz önüne alınmadığı içindir ki bütün kitle örgütlerinin dağıtıldığı, ya da faaliyetinin durdurulduğu, demokratik hak ve özgürlüklerin rafa kaldırıldığı, baskı ve terörün yoğunlaştırıldığı, anti-terör demagojisinin etkin bir biçimde kullanıldığı, grev, gösteri gibi her türlü kitle hareketinin yasadışı ilan edildiği, kitle hareketlerinin bir gecede bıçakla kesilir gibi kesildiği askeri darbe sonrasında partinin taktiği kitle mücadelesinin kısa bir süre içinde tekrar yükseleceği beklentisine göre belirlendi. 1981 1 Mayıs’ında ancak mizah konusu olabilecek genel grev çağrısı saçmalığı yapıldı. Darbe sonrası taktik hat belirlenirken cuntanın krizin derinleşmesini engelleyemeyeceği, bunun da kitle mücadelesinin yükselmesine zorunlu olarak yol açacağı düşünülüyordu. Yaşanan süreç neyi gösterdi? ‘81 Mayıs’ında ne sınıf genel greve gitti ne de kısa sürede kitle mücadelesi yükseldi. Aksine 5-6 yıl süren bir sükunet yaşandı. Parti ve çevresi uzun sürecek bir dinginliğe hazırlanmadı. Kitle mücadelesinin tekrar yükseleceği beklentisinin gerçekleşmemesi moral bozukluğuna, yılgınlığın gelişmesine yol açan etkenlerden biri oldu.(231)

Cunta sonrasının kitle mücadelesinin kısa süre içinde tekrar gelişeceği tespitine bağlı olarak izlenen taktiği Nisan darbesinden sonra partinin günlük faaliyetini bile günümüze kadar durdurma, en azından olabildiğince sınırlama, partinin yakın çeperi, hatta üyeleriyle bile düzenli bağ kurmaktan kaçınma izledi.

Bir uçtan, başka bir uca savrulma, geçmişteki hatalardan ders çıkarılmaz, hataların köküne inilmezse, önümüzdeki dönemde de son 5-6 yıllık faaliyetsizliğe duyulan tepki ve politik ortamdaki ısınma, bir iki grevi ve öğrenci hareketini abartarak gizliliği ve güvenliği gözetmeksizin koşullara uygun olmayan atılganlık ve açılma hatasına düşülebilir. Referandum ve seçimlerde boykot taktiğinin izlenmesi aslında geçmişte taktik sorunlara yaklaşımda yapılan hataların aşılamadığını gösteriyor. Kitlelerin ruh hali yeterince gözetilmeden boykot çağrısı yapılıyor, ardından da öyle yapamazsanız böyle yapın gibi bulanık ikili çağrılar yapılıyor. Çağrılarda açık ve net olmak gerekir. Ayrıca bize gönderilen materyallerde ‘85 yılı başlarında kitle mücadelesinin gelişme içine girdiğini gösteren kayda değer belirtiler yokken varmış gibi yansıtan tahliller yer alıyordu.

12 Eylül öncesinde hatta sonrasında kitlelerdeki hoşnutsuzluk ve öfkeyi kitle mücadelesinin eriştiği düzeyi abartan tahliller yapıldı. İşçi sınıfının küçük bir azınlığının katıldığı 24 Aralık, 29-30 Nisan direnişlerinin kitlelerin ezici çoğunluğunun katıldığı direnişler olarak yanıltıcı ve abartılı propagandaları yapıldı. Parti yönetiminde 1980 yılının 29-30 Nisan’ında yeni bir 15-16 Haziran direnişi fırsatının kaçırılıp kaçırılmadığı tartışması yapıldı.

Taraftarlarımızın katıldığı korsan gösteriler ve sözde barikat savaşları yasadışı kitlesel gösteriler ve çatışmalar olarak yansıtıldı ve gerçek işlevleriyle ele alınmadı. Kuşkusuz Tariş, Çorum gibi kitlesel direniş ve çatışmalar da vardı. Ancak bunlar mevzi olgulardı ve genelleşmemişti. Kitlelerin katıldığı grev, boykot, gösteri gibi mücadele biçimleri esas olarak ekonomik talepler etrafında gelişiyordu.

Taktik sorunlara hatalı yaklaşım ekonomik-politik krizin ve kitle mücadelesinin eriştiği düzeyin abartılması, taktik platform(232)olarak ilan edilen platformda “tekeller üzerinde denetim...” gibi “geçiş dönemi” sloganlarının yer almasına yol açtı. Oysa Türkiye 1970 sonlarında “geçiş dönemi” yaşamıyordu. Türkiye yetmişlerin sonlarında, geçiş dönemi sloganlarının atıldığı 1917 Rusya’sını yaşamıyordu. Türkiye'de kitleler çok daha geri talepler için mücadele ediyordu. Kitleler geçiş dönemi sloganlarının atılabileceği bilinç ve örgütlenme düzeyine sahip değildi. Üretim üzerinde denetimi zorlayacak işçi örgütleri neredeydi? Kuşkusuz böyle örgütler yoktu. Sendikalar gibi kitle örgütleri ise reformist, revizyonist, gerici, faşist akımların ve sendika ağalarının denetimindeydi. İlan edilen sıkıyönetime karşın diktatörlük gelişen kitle mücadelesini, devrimci demokratik hareketi ezmek için tüm güçlerini harekete geçirmemişti. Ancak uluslararası plandaki gelişmeler, ekonomik ve politik krizin derinleşmesi, kitle mücadelesinin gelişmesi, emperyalizmin ve egemen sınıfların tüm güçlerini harekete geçirip saldırıya geçmelerini gündeme getiriyordu. Parti bunu da saptayıp gerekli tedbirleri alamadı ve kitleler faşist cuntaya karşı hazırlanamadı. Ve bu siyasi miyopluğun başka bir örneğiydi.

Bir yandan kitle mücadeleleri abartılıp, geçiş sloganları gündeme getirilirken diğer yandan parti sivil faşist çetelerin devlet desteğinde yaygınlaşan ve yoğunlaşan terörüne karşı kendiliğinden gelişen anti-faşist mücadeleye ilişkin görevlerini yerine getirmedi. Özellikle parti yönetimi bu konuda sağ bir konumdaydı. Ve kendiliğinden gelişen bu mücadelenin olumsuz yönlerine karşı mücadele yetersiz kaldı. Anti-faşist direnişi geliştirme, daha örgütlü hale getirme perspektifine sahip olmadı. 1971 maceracılığına yöneltilen eleştiriler tekrarlandı. Anti-faşist silahlı direniş düello olarak ele alındı. Oysa gelişen anti-faşist silahlı direniş doğru bir önderlikten yoksun olmasına, kendiliğinden her hareket gibi olumsuz unsurları ve yozlaşma eğilimlerini bağrında taşımasına rağmen 1971 maceracılığından farklı bir hareketti. Anti-faşist silahlı direniş önceleri küçük grupların silahlı eylemine dayanmasına rağmen, daha geniş yığınları direnişin içine çekme potansiyeline sahipti ve genel olarak diktatörlüğe karşı mücadele ve kitlelerin seferber edilmesiyle de çelişmiyordu. Sınıf içindeki çalışmayı, en geniş kitleleri seferber(233)etmeyi ve diktatörlüğe karşı mücadeleyi ihmal etmeksizin anti-faşist alanda dişe diş bir mücadele yürütmek gerekiyordu. Bu yapılmadı. Yapılmadığı için anti-faşist silahlı direnişin geliştiği dönemde parti yeterince güç toplayamadı, bu direnişin içinde yer alan unsurlarla birleşemedi. Faşist cunta tarafından etkin bir biçimde kullanılan ve devrimci şiddet adına sıradan insanlara yönelen zorbalık gibi olumsuzluklar giderilemedi. Doğru bir önderlikten yoksunluk bu hareketin bağrında daha sonra cunta tarafından etkin bir biçimde kullanılan ve devrimci şiddet ve anti-faşist mücadele adına sıradan insanlara yönelen zorbalık, terör, soygun, gasp gibi olumsuzlukların gelişmesine, mücadelenin kitleleri dıştalayan ya da onların rolünü pasif destekçiliğe indirgeyen anlayışların egemenliğine yol açtı. Doğru bir önderlik altında anti-faşist silahlı direnişin gelişmesi bu olumsuzlukları engellemesi, kitlelerin kendi öz tecrübeleriyle tek ve esas düşmanın silahlı faşist çeteler olmadığını görmelerini ve faşist cuntaya karşı dişe diş direnecek bir gücün hazırlanmasını sağlayacaktı.

Lenin 1905 ayaklanması öncesinde kendiliğinden gelişen ve küçük grupların yürüttüğü gerilla savaşını maceracılık, çapulculuk, Narodnizm, bireysel terörizm, lümpen proletaryanın hareketi olarak niteleyen Bolşevikleri gelişen hareketin gerçek niteliğini anlamamak, Narodnizmle karıştırmak, Bolşeviklerin Narodizme yönelttikleri eleştirileri farklı tarihi koşullarda ortaya çıkan farklı bir harekete karşı papağan gibi tekrarlamakla eleştiriyor. Bolşeviklerin bu hareketin olumsuz yanlarını eleştirmekle yetinmemeleri gerektiğini vurguluyor, içinde yer alarak daha sistemli ve örgütlü hale getirmeleri gerektiğini belirtiyordu. Lenin’in bu eleştirileri çok farklı koşullarda ortaya çıkan ve farklı bir hareket olan silahlı anti-faşist direniş karşısında partinin takındığı tutum için de geçerlidir.

Halk milisi ancak bu yolun izlenmesi durumunda romantik bir slogan olmaktan çıkacak, hayata geçirilebilen bir slogan haline gelebilecekti. Egemen sınıfların sivil faşist çeteleri örgütleyerek varmak istedikleri amaç boşa çıkarılabilecekti. Silahlı anti-faşist direnişin geliştiği soygunların sıradan ve olağan günlük olaylar haline geldiği, sıradan insanların bile silahlandığı bir dönemde(234)parti hala harcamalarını bütünüyle bağışlarla finanse etmeye çalışıyor, silahlanmayı ciddi bir sorun olarak ele almıyordu. Kuşkusuz bu politikasına uygun bir çekim merkezi oluyor ve buna uygun insanlar kazanıyordu. Düşmana tek bir yazılı belge bile bırakmayıp yakan, düşmana silahını teslim etmeyen Antep direnişi bir anı haline gelirken, düşmana dişe diş bir silahlı savaş ve direnmenin uzak bir geleceğin sorunu olduğu anlayışı yaygınlaşıyordu. 12 Eylül sonrası bir yandan cuntaya karşı direniş çağrıları yapılıyorken, parti arşivinin, silahlarının ve kasasının bir tek silah patlatmadan düşmana teslim edilmesi bir yönüyle bu gelişmelerin bir sonucuydu. Parti silahlanmayı, silahlı mücadele ve uzun vadede ayaklanmaya hazırlanmayı ciddi bir sorun olarak ele almadı. Bu sorun esasında silahlı anti-faşist direnişe ilişkin görevlerin yerine getirilip getirilmemesini aşmaktadır. Silahtan öcü gibi korkan yılların revizyonist TKP’si bile günümüzde lafta da olsa silahlanmayı, silahlı gruplar oluşturmayı gündemine alırken bu sorun hala ciddi bir biçimde gündemimize alınmamıştır. İlerde hazırlıksız yakalanmamak, yeni özeleştiriler yapmak zorunda kalmamak için alınmalıdır.

Parti kitle örgütleri konusunda da önemli hatalar yaptı. Parti üyeleri ve taraftarlarından oluşan çeşitli işyerlerindeki, üretim merkezlerindeki, kitle örgütlerindeki parti gruplarından başka bir şey olmayan DSM ve YD ile başlayan örgütler alternatif kitle örgütleri olarak ilan edildi. Bir yandan parti ile kitleler arasında bu sözde kitle örgütlerinin yönetim organlarının girmesine partinin taban örgütlerinin yürütmesi gereken faaliyetin bu organların üstüne yıkılmasına, parti gruplarının faaliyetinin muhtevasının daraltılmasına, diğer yandan kitle örgütlerini bölen, dağıtan bir görünüm kazanmamıza ve tecrit edilmemize yol açtı. Gericilerin yönetimindeki kitle örgütlerinde sabırlı ve uzun vadeli bir faaliyet yürütme yerine sözde alternatif kitle örgütleri yaratmaya ve pekiştirmeye bıraktı. Oysa Lenin’in de belirttiği gibi kitleler neredeyse orada olmalı, uzun vadeli ve sabırlı bir çalışma içinde olunmalıdır. Komünistler gericilerin yönetimindeki kitle örgütlerinde çalışmaktan, buralarda faaliyet yürütmek için savaş hilelerine başvurmaktan kaçınmamalıdırlar. Parti bu konuda Lenin’in eleştirdiği çocukluk hastalıklarına(235)düşmekten kaçınamadı. Komintern'in tarihi incelendiğinde üye partilerin kuruluş yıllarında kapıldıkları tipik çocukluk hastalıklarına partimizin de kapıldığı görülecektir. Daha 12 Eylül öncesinde bu hata sınıf içindeki çalışma gözden geçirilerek, DSM’nin alternatif sendikal bir örgüt olmadığı saptanmış ve DİSK’e karşı tutumun ve DİSK dağılıyor tespitinin hatalar içerdiği sonucuna varılmıştı. Diğer alanlardaki faaliyetimiz gözden geçirildiğinde benzer hataların yapıldığı görülecektir.

Bu yazının amacı bugüne kadarki faaliyetin olumlu olumsuz yönleriyle bir değerlendirmesini yapmak olmadığı, aksine geçmişteki hataların örgütlenme, çalışma tarzı vb. alanlarla sınırlı olmadığını vurgulamak olduğu için hatalar ve eksiklikler üzerinde ana hatlarıyla duruldu. Doğru olan ve sahip çıkıp geliştirmemiz gereken pek çok şey var. Bu ayrı bir yazının konusu.

Yukarıda örnekler vererek açmaya çalıştığım hatalar ve eksiklikler bir çırpıda ele alınıp aşılamaz. Hatta bazıları araştırma ve inceleme yapmayı gerektirdiği için bugün gündeme alınmayabilir de. Ancak perspektifimiz tüm bunları aşmak olmalıdır. Bu perspektif partiye verilmeli, 2. Kongreye bu perspektifle sorunların parti içinde tartışması sonuçlanmış olarak gidilmelidir.



Aralık 1986(236)

****************************************************



ARKA KAPAK

Proletaryanın ideolojik ve örgütsel bağımsızlığına kavuştuğu koşullarda, tasfiyecilik, bu bağımsızlığı kemirmeye ve yoketmeye yönelir. Fakat böyle bir bağımsızlığın henüz kazanılmamış olduğu koşullarda ise, tasfiyecilik, bizzat bu bağımsızlığı kazanma sürecinin önünü tıkar, engelleyici faktör olarak rol oynar.


Bugün Türkiye işçi sınıfı hala sınıfsal bağımsızlığından yoksundur ve böyle bir bağımsızlığın kazanılmasını engelleme anlamında, çok yönlü bir tasfiyeci baskının altındadır. (...)
Türkiye proletaryasını siyasal sınıf bağımsızlığına kavuşturma, bugünün temel sorunudur. Bu sorunun çözümü reformizme, reviyonizme ve popülizme karşı köklü bir ideolojik mücadeleden ve işçi sınıfı üzerinde bu akımların ideolojik ve örgütse! etkinliğini kırmaktan geçer. Bu da bir tasfiye süreci olacaktır; tasfiyeci akımların tasfiyesi süreci...
Bu, bütünüyle olumlu anlam yüklü bir tasfiye sürecidir. (...)
İnkarcılık bir küçük-burjuva sınıf eğilimidir; oysa inkar kavramı çok farklı bir içerik taşır. İnkar, hareket yasasıdır; ilerleme, gelişme koşuludur. İdeolojik ve sınıfsal özü küçük-burjuva olan bir teori ve pratik, ancak bilimsel temelde eleştirilip “inkar" edilerek aşılır. Nitelik değişimine, nitelik olarak farklı bir ideolojik-sınıfsal öze ve temele ancak böyle ulaşılır. Bu, geçmişin ideolojik-siyasi, maddi, manevi her türlü olumlu ve devrimci kazanımına sahip çıkıp geleceğe aktarmayla çelişmez. Bu tür bir “inkar”ı reddetmek, diyalektik gelişmeyi inkar etmekle aynı anlama gelir.
Yüklə 0,87 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə