11
“Canlı bir varlığın
ilk içgüdüsü, doğanın daha başlangıçta içine koyduğu kendini
koruma içgüdüsüdür; Khrysippos
Erekler Üzerine
adlı eserinin birinci kitabında
şöyle söylüyor: ‘Her canlının sahip olduğu ilk şey, kendi yaratılışı ve bu yaratılışın
bilincidir’; çünkü doğanın canlıyı kendine yabancı kılması beklenemez. Geriye, onu
oluşturan doğanın onu kendine yakın kıldığını söylemek kalıyor; çünkü böylece ona
zararlı
şeyler uzak tutulur, uygun olanların ise yaklaşmasına izin verilir…. Ama
hayvanlara fazladan bir de içgüdü verildiği için, ki bunu kullanarak kendilerine özgü
besinlerin peşine düşerler, onlar için içgüdü doğrultusunda hareket etmek doğa
gereğidir; akıllı canlılara da daha üstün bir önderlik için akıl verildiğine göre, onlar
için akıl doğrultusunda yaşamak haklı olarak doğaya uygun yaşamak olur; çünkü
akıl içgüdüyü biçimlemek üzere buna eklenmiştir” (Laertios, 2007, s. 331).
Görüldüğü
üzere Laertios, “Stoacı Oikeiōsis kavramını, bir hayvanın yaradılışı
(constitution) ve kendini koruması (self-preservation) terimleriyle ortaya koymuştur.
Cicero’da
oikeiōsis
’in ‘kendini koruma’ ve ‘yaradılış’ ile alakalı olduğunu düşünür”
(Türkyılmaz, 2018, s. 546). Kendi yaratılışına uygun olana yönelme, doğanının canlılara
verdiği bir özelliktir.
“Doğada her şey kendi selametiyle bağdaşıp, kendine yararlı olacakları arar, zarar
vereceklerden korkar. Faydalıya karşı olan atılımlar, karşıtından kaçınmalar doğal
şeylerdir. Bu işi yapmayı buyuran hiçbir düşünce araya girmeden,
hiçbir karar
alınmadan, doğa ne önerirse, o yapılır” (Seneca, 1992, s.307).
Görüldüğü üzere hayvanlarda
Oikeiōsis
, doğrudan doğruya hayatta kalmaya yönelikken,
insanlarda
Oikeiōsis
, akılla temellenir.
Oikeiōsis
’e uygun yaşayan insan, doğasına uygun
yaşamaktadır. Yani insan, doğasının en belirleyici özelliği olan akla uygun yaşamaktadır.
Akıl ve doğa bizi erdeme yöneltir. Erdem, başka bir sonuç, ödül ya da korkuyla değil,
sadece kendisi için istenen, tüm yaşamı uyumlu kılmaya yönelik olan akla uygunluktur.
Bu uygunluk ve tamlık hali olarak açıklayabileceğimiz erdem düşüncesi,
kişinin hem
doğayla hem de bunun sonucu olarak bütünle uyumlu olması halidir. Çünkü insanın
yapısı evrenin bir parçasıdır. Dolayısıyla bütünün bir parçası olan insan, o bütünü yöneten
yasaya, yani doğa yasasına tabidir ve istemesini bu yasaya göre belirleyerek, onunla uyum
içinde kalmış olur. Bu uyumu yakalayanlar, Stoa Felsefesinin bilge olarak bahsettiği
kişilerdir.
Stoacı bilge,
Oikeiōsis
’e uygun olarak istemesini belirler.
Oikeiōsis
kavramı çerçevesinde
özgür istemenin nesnesi kendiliktir. Birey, istemesini, kendi doğasına uygun olan yönde
belirler. Zamana ve duruma göre değişmeyen bu isteme, bilge kişinin istemesidir. Bilge
özgürdür.
Görünüşte köle bile olsa, her zaman özgür olandır. Çünkü özgürlük, akıl
dışında hiçbir şeyden etkilenmeden, bağımsız davranabilme, bağımsız karar
12
verebilmedir. Burada Kiniklerdeki gibi bir özgürleşme düşüncesi vardır. Hâkim
olabileceğimiz şeylere ulaşmak için, hâkim olamayacağımız şeylerden vazgeçerek
özgürleşmek mümkündür.
Bu özgürlük sayesinde bilge, artık şehrin yasalarıyla değil,
doğa yasalarıyla bağlı olur.
Ancak bilgenin, doğa yasalarına bağlı, istemesi günlük ve toplumsal baskılardan uzak
olan bu yaşam biçimi, özellikle geç dönem Stoacılığında, Kinizm’den farklı olarak
toplumdan izole değildir. “Erdemli insan bir köşeye çekilip yalnız yaşamayacaktır; çünkü
toplum yaşamına ve eyleme uygun bir yaratılışı vardır” (Laertios, 2007, s. 343). Bu
nedenle evlenmekten, siyasetle ilgilenip devlet
yönetiminde yer almaktan, tanrılara
inanmaktan ya da en temel ifadesiyle toplum içinde yaşamaktan kaçınmak gerekmez.
Stoacılar,
Dostları ilə paylaş: