Cahiliye Döneminde Lât Kültü
29
savunmuşlardır. Onlara göre Allah lafz-ı celali ile karışmaması için “
ه
”
harfi kelimeden kaldırılmış, yerine açık te “
ت
” harfi konmuştur.
17
5- Ebû’l-Ali el-Farisî ise daha farklı bir kanaattedir. Ona göre Lât
ismi “
تيول
” kelimesinden türemiştir. Bu kelime ise “ikame etmek” an-
lamına gelmektedir. Ona göre Cahiliye döneminde Araplar Lât’a ibadet
ettikleri için, adı geçen puta bu kelimeden türetilerek Lât denilmiştir.
Bunu savunanlara göre Lât kelimesi müennestir. Ancak buradaki “te-
nis” manevî olmayıp lafzîdir.
18
Görüldüğü gibi bu bilgilerden hiç biri Lât isminin hangi fiilden türe-
diğini net olarak söylemeyi mümkün kılmamaktadır. Zira bu iddiaların
her birinde bir ön kabul söz konusudur. Çünkü Lât’ın Taif’te yaşayan
ve un öğütmekle meşgul olan bir şahıs olduğunu düşünenler, bu ismin
“
تل
” fiilinden türediğine kail olmuşlardır. Yine Taif’teki mabette yapılan
ritüelleri merkeze alıp tahlil yapanlar ise “
يول
” fiilinden türetildiği so-
nucuna varmışlardır. Lât’ın ibadet edilen bir ilah olduğunu görenler ve
Kur’an’ın indiği dönemlerde Arap coğrafyasında yaygın olan bilgilerden
hareketle dişi olduğuna inananlar Allah lafz-ı celalinden türediğini sa-
vunmuşlardır. Bir ilah olduğunu görenler “ilah” kavramının müennesi
olduğunu iddia etmiş, kendisine ibadet edilen bir varlık olduğunu fark
edenler ise “
تيول
” ifadesinden türetildiğini iddia etmişlerdir. Dolayısıyla
konuyu netleştirmek için ilave bilgilere ihtiyaç bulunmaktadır. Öyle sa-
nıyoruz ki putun kimliği ve asıl menşeinin neresi olduğu sorusu konu-
nun aydınlatılmasında kısmen katkı sağlayacaktır. Bu sebeple menşeii
hususundaki bilgiler daha da önem kazanmaktadır. Gerçekte Lât kimdi
veya neydi? Asıl kült merkezi neresiydi? Menşei nereye dayanıyordu?
Şimdi bu ve benzeri sorular cevaplarını bulmaya çalışalım.
2. Lât Kültünün Menşei ile İlgili Görüşler
Lât’ın menşeinin neresi olduğu hususunda da değişik bazı görüşler
bulunmaktadır. Ortaya atılan bu görüşleri şöyle sıralayabiliriz:
1- Lât bir adam olup köken itibariyle Taifli idi ve çobanlık yapıyor-
du.
19
Mekke’ye Taif üzerinden hacca gelenler aç ve perişan bir şekilde
buraya ulaşıyorlardı. Bunu bilen Lât da dindar bir şahsiyet olduğu
17 Bkz. Rağıb el-İsfahanî,
el-Müfredât fi ğaribi’l-Kur’an, (tahk: Safvân Adnan ed-Davudî),
Beyrut 1412, 749; Fahrettin er-Razî,
Mefâtih, XV, 416; Firuzabâdî,
Mecduuddin Ebû’t-
Tahir
(ö: 817/1415),
Besâir zevi’t-temyiz fi letâifi’l-kitâbi’l-Azîz, (tahk: Muhammed Ali en-
Neccâr), I-VI, Kahire (1, 2, 3 ciltler 1996; 4, 5. Cilt 1992, 6. Cilt 1973), IV, 466.
18 Vahidî, XXI, 40.
19 Bu rivayete göre çobanlık yapan Lât, bir kayanın üzerinde oturur, gelen hacılara semen
satardı. Üzerinde oturduğu kaya zamanla Lât kayası olarak isimlendirildi. Vefat ettiği
zaman Amr b. Luhay, onun ölmediğini kayanın içerisine girdiğini iddia etti ve insanları
kendisine ibadete çağırdı. Bkz. Ezrakî, I, 126; Ebû Abdullah Muhammed b. İshak b. el-
Abbas el-Mekki el-Fakihî (ö: 272/888),
Ahbaru Mekke, (tahk: Abdulmelik Abdullah), I-VI
(ikişer cilt bir arada), Beyrut 1404, V, 143; el-Fasî, II, 340.
30
Y
akın
D
oğu
Ü
nİversİtesİ
İ
lahİYat
F
akÜltesİ
D
ergİsİ
için şehrin bir kenarında oturur, kendi el değirmeniyle öğüttüğü unu
kimi rivayetlere göre süt, peynir ve kuru üzüm;
20
kimi rivayetlere göre
ise sadece kuru üzümle pişirip onlara ikram eder ve yollarına devam
etmelerini sağlardı. Onun bu mükrim ve alicenap tavrı, mütevazi ve
cömert kişiliği, ikrama mazhar olan insanları kendisine meylettirmiş
ve etrafında mitolojik bir halenin oluşmasına sebebiyet vermiştir. Ve-
fat ettikten sonra, bu hizmeti verdiği yere defnedilmiştir. Ancak hatı-
rası hep diri tutulmuş ve zamanla da tanrısal bir hüviyet kazanarak
kendisine ibadet edilir olmuştur.
21
Dahası türbesi zamanla itikaf yeri
olarak kullanılmakla kalmamış, bu türbenin içerisine kendisine ait bir
de heykel yerleştirilmiştir. Bu nedenle de tarihçilerin bir kısmı onu bir
“sanem”, yani insan biçiminde bir heykel, put olarak zikretmişlerdir.
22
Daha sonra üzerine bir bina inşa edilmiş ve buraya “tanrıçanın evi”
anlamına gelen “
ةبرلا تيب
” denilmiştir.
23
2- Diğer bir teoriye göre ise Taifli bir adam olan Lât, aslında bir
rahip veya mabet görevlisiydi. Putların içinde bulunduğu bu mabette
tanrılarına hizmet ediyor ve onlar için un öğütüp kendilerine yiyecek
olarak takdim ediyordu.
24
Mücahit (103/721)’in İbn Abbas’tan naklet-
tiği bir rivayete dayanan bu görüş, aslında Hicaz putperestliğinin ru-
huna uygundur. Bilindiği gibi Cahiliye Arapları tanrılarını canlı olarak
kabul ettikleri için onlara yemek hazırlayıp ikram ettikleri gibi evlerin-
den değişik yiyecekler, hatta su ve süt de getirip ikram ederlerdi. Yine
aynı düşüncenin bir sonucu olarak ölen yakınlarının da mezarlarına
su dökerek bundan istifade edeceklerine inanırlar. Öyle anlaşılıyor ki
İslâm’ın nazil olduğu dönemlerde Lât mabedi içerisinde çalışan bazı
görevliler ona bu şeklide ikramda bulunuyordu. Kimi rivayetlerde söz
konusu hareketin Lât’a ibadete başlandığı tarihe kadar geri götürül-
meye çalışıldığı görülmektedir.
20 Bkz. Abdurrahman b. Ebîbekr Celalettin es-Suyutî (ö: 911/1505),
ed-Durru’l-mensûr,
I-VIII, Daru’l-Fikr,
Beyrut ty, VII, 653.
21 Buharî (ö: 256/),
Sahih, (tahk: Muhammed Züheyr), I-IX, Beyrut 1422, VI, 141; Taberî,
Tefsir,
(tahk: Ahmed Muhammed Şakir), XXII, 523; Bedrettin el-Aynî,
Umdetu’l-Karî, XIX,
201; Beğavî, IV, 308; Zemahşerî, IV, 422; Bkz. İzzuddin b. Selâm,
Tefsir, III, 247; Fey-
yumî, 473. Ayrıca bkz. Semin el-Halebî, Ebu’l-Abbas Şihabuddin Ahmed b. Yusuf b.
Abdurrahman (ö. 756/1355),
ed-Durru’l-masun fi ulûmi’l-kitabi’l-meknûn, (tahk: Ahmed
Mahmud el-Harrât), I-XI, Dımeşk ty, X, 92; Bkz. Abdurrahman b. Ebîbekr Celalettin es-
Suyutî (ö: 911/1505),
ed-Durrur Mensur, I-VIII, Daru’l-Fikr, Beyrut ty, VII, 653.
22 Bkz. Taberî,
Tefsir, (A. M. Şakir), XXII,523; Ebû İshak ez-Zeccâc, İbrahim b. es-Serriye
b. Sehl (ö: 311/923),
Meanî’l-Kur’an ve İ’rabuhu, (tahk: Abdulcelil Abduh Şelebî), I-V,
Beyrut 1988, V, 72.
23 Bkz. Muhammed b. Ali b. Ahmed b. Ömer b. Ya’la Ebu Abdullah Bedrettin el-Bualli
(ö778/1376),
el-Menhecu’l-kavim fi ihtisari “İktisadi’s-sırati’l-müstakim li Şeyhi’l-İslam İbn
Teymiyye”,
(tahk: Ali b. Muhammed el-İmran, Mekke 1422, 153; Bkz.
Tevfik Beru, 294.
24 Bkz. Taberî,
Tefsir, XXII, 525; Ebû’l-Hasan Ali b. Muhammed b. Muhammed el-Basrî
el-Bağdadî el-Maverdî (ö: 450/1058),
Tefsiru’l-Maverdî (en-nukhet ve’l-uyûn), I-IV, (tahk:
Seyyid Abdulmaksud b. Abdurrahim), Beyrut ty, V, 397; Bkz. Ebu Muhammed İzzuddin
b. Selam b. Ebi’l-Kasım b. Hasan es-Suleî ed-Dımeşkî,
Tefsiru’l-Kur’an (Maverdî’nin Tef-
sirinin ihtisarıdır)
, (tahk: Abdullah b. İbrahim el-Vehbî), I-III, Beyrut 1996, III, 247.