Selçuk İletişim, 7, 3, 2012
210
itaat eder, daha sonra bir eş olarak kocasına, iyi
bir anne olarak da oğluna hizmet etmelidir
(Osaka 1978: 17). Budizm’de kadınlar için
erkek egemen sistem içerisindeki konumların-
dan kurtulmanın imkânsız olduğu savunulur ve
aynı görüş Samuray gelenekleri için de geçerli-
dir. Kısaca, kadın ‘iyi bir eş, iyi bir anne’ olma-
lı ve kocasına gözü gibi bakmalıdır (Hane
1986: 36). Böyle davranmayan bir kadının
sonu ise yalnızlıktır ve bu yalnızlık kadının
kendisine ve çevresindeki sevdiklerine yetersiz
olması anlamına gelir.
Bununla birlikte Japonya’da modernleşme
döneminde toplumsal değişimlerin en net göz-
lemlenebileceği temel kurumlardan biri de aile
olmuştur. Modernleşme ile sosyal konumu
değişen kadınlar, artık eşlerinin ailesinin hiz-
metçiliğini yapmayarak aktif çalışma hayatına
katılmayı tercih etmeye başlamışlardır. Erkek-
ler de benzeri bir biçimde kırsalda yaşayan
ailelerinin yıllardır yaptıkları işleri sürdürmek
yerine eğitimlerine önem vermiş ya da şehirli iş
yaşamının birer parçası olmuşlardır. Japon
toplum örgütlenmesinde önemli bir yere sahip
olan aile olma anlayışı, yerini giderek bireysel-
liğe bırakmaya başlamıştır. Geleneksel yapının
kırılması, tek taraflı, anne ve çocuktan oluşan
ailelerin sayısında bir artışı da ortaya çıkarmış-
tır.
Filmlerin incelenmesinde de görüleceği üzere
anneliğe bakış, anneler dâhil pek çok kadının
işgücüne katılmasını getiren Japon ekonomisi-
nin 1990’lardaki patlamasına, ABD’de ise daha
öncelere giden değişikliklere rağmen çok de-
ğişmemiştir. ABD ve Japonya’da kadınların
işgücüne gittikçe artan oranlarda katılmasıyla
bu yaklaşımlar azalmışsa da söz konusu tavır
sürmekte ve kitle iletişim araçlarında eski şek-
liyle temsil edilmektedir. Annelik, çok sık bir
şekilde, dünyada yapılacak en iyi ve en önemli,
son derece tatmin edici ve ödüllendirici bir şey
olarak verilmektedir. Douglas ve Michaels’ın
(2004) çalışmasında da belirtildiği üzere, anne-
liği hakkı ile yerine getirmenin başlıca yolu,
her bir saniyesini sevmekten geçer ve bu doğal
bir özelliktir. Modern yaşam koşullarında kadın
ev işleri yapma görevinden bir ölçüde kurtul-
muşsa da annelik bakidir. Yeni annecilik (new
momism) diye adlandırılan bu durum kadınlar-
da modern hayatta karşılayamayacakları im-
kânsız istekler ve çelişkiler ortaya çıkarır. Ka-
dınların bir yandan günlük hayata karışması,
para kazanacağı bir işte çalışması öte yandan
annelik görevlerini sürdürmesi beklenir.
4. İDEOLOJİ VE FİLMDE YANSIMASI
Belli bir yer ve zamanda belli bir sınıf veya
insan grubuna özgü görece sistematik fikirler,
tavırlar, değerler, algılar ve düşünceler bütünü
olarak tanımlanabilen ideoloji, toplumsal ger-
çekliğin tam olmayan çarpık bir anlayışını
yansıtır. Zira bir sınıfın çıkar ve görüşlerini
evrensel gerçeklik ve geçerliliğe sahipmişçesi-
ne öne sürer (Erus 2006: 156). Bir başka deyiş-
le, iktidarda olan sınıfın gerçekliği çarpıtarak
ve yanlış temsil ederek kendi eylemlerini haklı-
laştırmaya yarar (Croteau ve ark. 2012).
Raymond Williams (1977: 109) ise ideolojiyi,
“bir dünya görüşü ya da bir sınıf bakışı olarak
soyutlanabilecek, göreceli olarak biçimsel ve
eklemlenmiş anlamlar, değerler ve inançlar
sistemi” olarak tanımlar.
İdeoloji (filmler aracılığıyla) dile getirilirken
kişilerin ve grupların düşünceleri, deneyimleri,
yaratıcılıkları ve ihtiyaçları süzgecinden geçer.
Ancak modern toplumlarda ideolojinin işleyişi,
çelişkin öğelere yer vererek gerçekleşmekte,
böylece çoğulculuk izlenimi yaratılırken, özel
mülkiyet ve eşitsizlik gibi kapitalist sistemin
temel
yapı
taşlarına
dokunulmamaktadır.
Cormak’a (1994: 11) göre, politik ve toplumsal
alanlarda belli bir ölçüde anlaşmazlığa ve fark-
lılığa izin vermek, sistemin bir bütün olarak
kabul ve devamını kolaylaştırır.
Hollywood bu ideolojik mesajı, seyircileri
yanıltıcı, aslında çözümü içermeyen, birlik ve
mutluluk gibi varsayımlarla illüzyon yaratan
film türleri ile ulaştırır. Bu yolda teknik ve
biçimsel yolları kullanarak seyredilenin kurma-
ca bir dünya olduğunu hissettirecek tüm öğeleri
ortadan kaldırır ve dikkatin anlatılana yoğun-
laşmasını sağlar. Özdeşleşme mekanizmasıyla
bu etkisini arttırarak seyirciye film medyumu-
nun varlığını unutturur. Böylelikle popüler
film, seyirciye güven aşılar. Bu koşullar altında
Hollywood filmlerindeki inanç, tavır ve değer-
ler Amerikan toplumunun baskın inanç, tavır
ve değerleri ile örtüşür, böylece Hollywood bu
değerleri seyirciye kanıksatır (Erus 2006: 157).
Hollywood filmlerinin dünyanın değişik ülke-
lerindeki seyirciler tarafından izlendiği ve
Toplumsal Cinsiyet ve Sinemaya Yansıması… (206-217)
211
ulusal sinema endüstrilerindeki üretilen filmle-
rin önemli bir kısmının da benzer türde filmler
olduğu göz önüne alınırsa, söz konusu filmlerin
ideolojik açıdan etkinliği ve yaygınlığı daha iyi
anlaşılacaktır. Kitlelere filmler aracılığıyla
aktarılan bu düşünceler bütünü egemen güçle-
rin kontrolünde olup onların yararını gözetecek
şekilde düzenlenir.
Bu bağlamda filmlerin insanlara hoş vakit
geçirmelerini sağlayacak bir eğlence olarak
sunulması da, ideolojik işlevlerini kuvvetlen-
dirmektedir. Çünkü filmin eğlence için yapıldı-
ğı söylemi, seyircinin bir propaganda veya
belgesel filme göstereceği direnci göstermeme-
sine ve kendini savunmasızca filme bırakması-
na neden olmaktadır. Dolayısıyla bu durum,
filmlerin içinde saklı olan ideolojinin tartışıl-
masını engellemektedir (Erus 2006: 157-158).
Korku filmleri çoğu zaman muhafazakâr bakış
açısını yansıtmakla itham edilmiştir. ‘Muhafa-
zakâr’ sözcüğü Arapça kökenli bir sözcük
olmakla birlikte kökü ‘hıfz, hafız ve hafıza’ya
dayanmakta ve ‘saklanan yer’ anlamına gel-
mektedir. Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nde
(2005: 434) “muhafaza: koruma, saklama”,
“muhafaza altına almak: korumak, saklamak,
bir yerde tutmak” anlamlarında kullanılmakta-
dır. Muhafazakârlık, toplumların yapılarındaki
geleneksel değerleri korumaya çalışır. Gelenek,
bir toplumda, bir toplulukta eskiden kalmış
olmaları dolayısıyla saygın tutulup, kuşaktan
kuşağa iletilen kültürel kalıntılar, alışkanlıklar,
bilgi, töre ve davranışlardır. Gelenekçilik ise,
toplumsal kurumları ve inançları yalnızca geç-
mişten süregeldikleri için benimseyen, saygın
olarak değerlendirip destekleyen, yeni kültür
öğelerini ise değersiz sayan tutumdur. Muhafa-
zakârlık, modern zamanlarda doğan ve ona
karşı ortaya çıkan bir fikir hareketi olduğu için
temelde anti-moderndir. Avrupa uluslarının
geleneksel siyasal ve toplumsal düzenini sa-
vunmak için oluşmuştur. Bu yüzden, saf muha-
fazakârlık, gelenekçiliktir. Muhafazakârların
tarihi ise, gelenek tarafından yönetilen tarihtir.
Diğer bir deyişle muhafazakârlık, “bilinçli hale
gelmiş gelenekçilik”tir (Beneton 1991: 7-8).
5. FİLMLERİN İNCELENMESİ
Makalenin inceleme konusunu oluşturan her iki
film de, Koji Suzuki’nin romanlarına dayan-
maktadır. 1998 yılında Japon korku filmlerine
olan ilgiyi yeniden canlandıran Halka (Ringu)
filmi, ardılı olan intikamcı hayalet filmleri için
bir temel örnek teşkil etmiş ve genel olarak
Japon korku sinemasının üretimini canlandır-
mıştır. Halka filminden önceki dönemde video
ve DVD için çekilen filmler ve doğaüstü konu-
lara olan ilginin varlığı, 1990 sonrası değişen
Japon korku sinemasının zeminini oluşturmuş-
tur.
Halka filminin Japon ve ABD çevrimleri, la-
netli bir videokasetin etrafında gelişen bir olayı
anlatır. Videokaseti izleyen kişiler, takip eden
yedinci günde ölmektedirler. Olay örgüsünü
yedi gün önce kaseti izlediği söylenen kız ye-
ğeninin ani ölümünün izini süren kadın gazete-
cinin, bu ölümün ardındaki gizemi çözmek için
yaptığı araştırma süreci oluşturur. Kasetteki
görüntüleri izleyen gazeteci, kaset hakkındaki
şehir efsanesinin peşine düşerek kasetin hikâ-
yesini ortaya çıkarmaya ve bir hafta dolmadan
önce laneti sonlandırmaya çalışır.
Japon çevriminde kasetin gizeminin arkasında
doğaüstü güçlere sahip fakat toplumsal açıdan
uygunsuz olan Sadako’nun öyküsü vardır.
Sadako, annesinin ve kendisinin başına gelen-
lerin öcünü almak için videokaseti izleyen
herkesi öldürerek, kasetin dolaşımı aracılığıyla
yaşayanların dünyasına dönen bir genç kızdır.
Amerikan çevriminde ise kasetle gelen ölümle-
rin kökeninde gizemli güçlere sahip olan
Samara vardır. Japon çevriminden farklı olarak
Samara 5-6 yaşlarında küçük bir kız çocuğudur
ve geçmişi daha farklıdır. Samara evlatlık ola-
rak alınmıştır.
Karanlık Sular (Honogurai mizu no soko kara)
filminin hikâyesi ise, kocasından yeni ayrılan
Yoshimi ile beş yaşındaki kızı Ikuko’nun yeni
bir eve taşınmaları etrafında döner. Mali ne-
denlerle Yoshimi, kentin dış mahallesinde
bakımsız ve ruhsuz görünen kocaman bir bina-
daki bir daireye taşınır. Kızı apartmanın çatı-
sında oynarken, parlak kırmızı renkli bir okul
çantası bulur ve bu noktada Yoshimi, kendi
kızıyla aynı yaşlarda olan sarı yağmurluklu bir
kızın imgesini görür. Yaşadıkları dairenin ta-
vanındaki küçük rutubet lekesinin giderek
kötüleşmesi ve apartman yönetiminin sorunu
çözmeye çalışmaması, Yoshimi’nin bir üst kata
çıkıp suyun nerden geldiğini bakmasına ve
Dostları ilə paylaş: |