Kriminolojide Yeni Yönelimler…
319
yer almaları ve benzer okul/ sınıfta okumaları örneğinde olduğu gibi, bireylerin ilişkisel
ağ düzeyinin yoğunluğu ve çeşitliliği söz konusu olmaktadır. Burada bireyin içinde
bulunduğu ilişkisel ağ, ne kadar çok katlılık sergilerse, o denli bireysel davranış
sınırlandırılmış olmaktadır. Bu sınırlandırma da, genelde düşük suçlulukla
sonuçlanmaktadır. Ancak bu çok türlülük ilişki biçimi, suçlu bağlamlar içerisinde
meydana gelmekten çok aile, okul ve diğer geleneksel yönelimli ortamlarda
gerçekleşmektedir (Krohn, 1986: 582-583; Akers, 1999:214).
Krohn, “ağ yoğunluğu” kavramı ile de, bir ilişki ağı içersinde var olan sosyal ilişki
düzeyini ifade etmektedir. Yüksek bir ağ yoğunluğunun varolması aynı şekilde, bireysel
davranışın önemli ölçüde sınırlandırılmış olması anlamına gelmektedir. Bu da, düşük
düzeyde bir suçluluk oranın gerçekleşmesini sağlamaktadır. Diğer bir deyişle bu
yaklaşıma göre; ağ yoğunluğunun azalmasına paralel olarak suç işleme riski artarken, ağ
yoğunluğunun artışına paralel olarak da, suç işleme riski azalmaktadır. Burada, sosyal
ağın bireylerin davranışlarını sınırladığı/belirlediği yaklaşımı temel alınmaktadır.
Geleneksel toplumların suçluluk oranın düşük düzeyde gerçekleşmesi, bu çerçevede
açıklanabilir. Çünkü, ilişki yoğunluğu geleneksel toplumlarda daha yaygındır (Akers,
1999; 214 ; Barak, 1998:196).
Yukarıdaki açıklamalardan da görüleceği gibi, suç olgusu ile bireylerin etkileşim
içinde bulunduğu ağ/ilişki yoğunluğu arasında bir ilişki kurulmaya çalışılmıştır. Bu
nedenle bu kurama göre, bireyin toplumsal gruplarla olan ilişki yoğunluğunun azalması
suç işleme olasılığının artması demektir. Krohn’un formüle ettiği bu kuram daha çok,
sosyal ilişki biçiminin ve yoğunluğunun birey üzerinde oluşturduğu denetimin, suçun
işlenmesindeki etkisini içermektedir.
Kurama genel olarak bakıldığında, kuramın çok sayıda suçluluk değişkenlerini göz
ardı ettiği görülmektedir. Suçluluk sadece bireysel etkileşim biçimlerinin çeşitliliği ve
yoğunluğu açısından çözümlenemez. Bu nedenle sosyal ağ kuramının, bazı suç
kaynaklarını (ekonomik, demografik, psikolojik, sosyal ve kültürel), suç mağdurlarını,
suç işlemek için uygun hedeflerin veya fırsatların olması, suçlunun etiketlenmesi, suç alt-
kültürün varlığı, cezanın caydırıcı olup olmaması v.b unsurları içermemesi açısından
eleştirilebilir.
2.7 Rodney Stark: Sapkın Yerler Teorisi
Stark (1987) tarafından formüle edilen sapkın yerler kuramı suçluluğu, önemli
ölçüde mekan analizi bağlamında çözümlediği için kuram, suçun ekolojik kuramı olarak
F.Ü.Sosyal Bilimler Dergisi 2006 16 (1)
320
da adlandırılmaktadır. Bu kuram özellikle, bazı suç ve sapkın davranışların niçin belirli
bölgelerde yoğunlaştığı sorusuna yanıt aramaktadır.
Stark’ın suç analizi, bireysel özelliklerden çok yerin ve grubun özelliklerinin
tanımlanmasına dayanmaktadır. O, bu nedenle suç olaylarının yoğun olarak işlendiği
yerleşim yerinin özelliklerini çözümlemektedir. Ona göre suç bölgelerinin temel
özellikleri şunlardır: 1. Yoğunluk, 2. Yoksulluk, 3. Karışık kullanma (mixed use) 4.
Geçişlik (transience) ve 5. Bakımsızlıktan harap olma. Stark’a göre bu değişkenler, şu
dört unsurla karşılıklı bir etkileşim içinde bulunmaktadır: 1. Yerleşimciler arasındaki
ahlaki kinizm, 2. Suç ve sapma için artan fırsatlar, 3. Suç ve sapma için artan motivasyon
ve 4. Sosyal kontrol mekanizmasının zayıflaması (Stark, 1987: 894).
Bu kuramın varsayımları şu şekilde özetlenebilir: Yerleşim yerlerinin yoğunluğu,
temas yoğunluğunu ve ahlaki kinizmi doğurmaktadır. Yoksulluk, kullanılan mekanların
karışık kullanımı, aile bireylerin fazla olması gibi özellikler de, yerleşim yerinin
yoğunluğu anlamına gelmektedir.Aile bireylerinin fazla olması, bireylerin hem
zamanlarının önemli bir kısmını ev dışında geçirmelerine hem de çocuklar üzerinde
ebeveynsel denetimin azalmasına yol açmaktadır. Suçlulukta etkili unsurlar olarak öne
çıkan bu faktörler, daha çok yüksek düzeyde bir geçiş bölgesi özelliğini taşıyan
bölgelerde yoğunluktadır. Geçiş özelliğini sergileyen bu yerleşim yerleri, kırılıp dökülen
yer özelliğini göstermekte ve bu nedenle burada ikamet edenler, yerleşim yerinden dolayı
damgalanmaktadırlar. Ayrıca, yerleşimciler arasında demoralize olanların sayısı ne kadar
fazla olursa, suç mağduru sayısı da o denli artmaktadır. Son olarak da kurama göre,
hukuk uygulayıcılarının, yumuşak davranmaları ahlaki kinizmi artırmakta ve bu da suç
oranlarının yükselmesine neden olmaktadır (Vito ve Holmes, 1994:144).
Bu kuramın varsayımlarına bakıldığında suçla ilintili olarak özetle; yoksulluk,
yoğunluk, damgalanma, aile sayısının fazlalığı, ev dışında daha fazla zaman geçirme,
çocuklar üzerindeki ebeveyn denetiminin zayıflaması, yerleşim yerlerinin kırılıp
dökülmesi/sahipsizlik, ahlaki kinizm, geçiş bölgesi olma ve yasa uygulayıcılarının
yumuşak tutumları gibi faktörlerin ele alındığı görülmektedir. Ancak Stark bu risk
faktörlerini, yerleşim yerlerinin niteliğine bağlı olarak ele almaktadır. Bu nedenle Stark’ın
sapkın yerler (deviant places) kuramı, Chicago okulunun çalışmasının daha genişletilmiş
bir versiyonu olarak görmek mümkündür.
Stark, aynı şekilde yerleşim yerinin niteliğine göre işlenen suç türlerinin de
farklılık arz ettiğini belirtmektedir. Diğer bir deyişle ona göre, yerleşim yerinin niteliği
suç ve sapma için farklı fırsat yapıları ve motivasyonları yaratmaktadır. Stark yaptığı
araştırmada da, suçluluğun bir ırk veya ırkçılıkla ilintili bir fenomen olmadığını, daha