11
yönünden incelenir ve bir anlama varılmaya çalışılır
50
. Oysa, şer’î hükümler sırf
dilsel (lugavî) nasslardan ibaret olup; nahiv kuralları ve beyân uslubları esas alınarak
anlaşılan hükümler olmayıp, aksine her şeyden önce teşriî ile ilgili Şâri’in (kanun
koyucu) iradesini gösteren ve bildiren hükümlerdir
51
. Ancak her ne kadar hüküm
istinbâtında sadece nassların lafzıyla yetinilmeyip, onların ruhu üzerinde de
durulmuş olsa da, yorumlama metodlarından genellikle lafzî yoruma ağırlık verilmesi
ve yorumlamada dil unsurunun ön plana çıkarılması nedeniyle usûl-i fıkıh eleştiriye
muhatap olmuştur
52
. Bu nedenle küllî ve cüz’î delillerden hüküm istinbâtını esas
aldığından, Usûl-i Fıkh’ın anlama yöntemi, genel anlamda bir anlama ve yorumlama
yönteminden ziyade bir kanun yorumlama ve tahlîl tarzı olarak değerlendirilmiş, bu
tahlilde de dil unsurunun ön plana çıkarıldığı ve lafızların yorumuna ağırlık verildiği
ifade edilmiştir
53
.
Kur’an’ın vahiy kaynaklı, sünnetin de netice itibariyle ona raci olması
nedeniyle usûlcüler, âyet ve hadîslere anlam verirken ‘metne sadakat’ ilkesine ve her
iki kaynağın dili olan Arapça’nın dilsel özelliklerine riâyet etmişlerdir. Bu bakımdan
fıkıh usûlünde “lafız” çalışması yani kavramların açıklanması ve yorumu önemli bir
yer tutmaktadır
54
.
ş
te nassları anlama ve yorumlamada lafza dolayısıyla dil unsuruna verilen
bu önem eleştirilere neden olmuştur. Nitekim M. Tâhir b. Âşûr (ö. 1973), fıkıh usûlü
ilminin Şâri’in sözlerinden bazı kâideler vasıtasıyla hüküm çıkarmayla ilgili
olmasına dikkat çekerek, bu ilmin bir çok meselesinin hukukun hikmetine
(hikmetu’ş-şerî’a), ve gayesine hizmet edemeyeceğini ifade etmektedir. Zira bu
kaideler, tek tek ya da bütün veya ayrı olarak umum-husus, ıtlak, takyîd, nass-zuhur,
hakikat-mecaz gibi lafızların gerekleri ve farklılıkları gibi, yine tahsis, takyîd, tevîl,
cem ve tercih ve şer’î delillerin tearuzu gibi, Şâri’in lafızlarını yorumlamayla
ilgilidirler. Bu konuların hukukun hikmetini, genel ve özel gayelerini açıklamakla
50
Dönmez, Kaynak Kavramı, s.294; Aybakan, “ slâm’da Dinî Bilginin Doğası”, s. 73.
51
ed-Duraynî, el-Menâhicu’l-Usûliyye fi’l- ctihâd bi’r-Re’yi f’t-Teşriî’l- slâmî, Dımeşk, 1975, s.
27.
52
Görmez, Metodoloji Sorunu, s. 145
53
Görmez, A.g.e., s. 156.
54
Koşum, Yöntem Sorunu, s. 50.
12
ilgileri yoktur. Bu kaidelerin ortak amacı, hukukun lafızları ve bu lafızların
dayandırıldığı nitelikleri açıklamaktır
55
.
Muhammed Halid Mes’ûd’a göre, hukuk bilginleri tarafından genel olarak
dil düzleminde, hukukî formalizm ve literalizm (lafza bağlı yorumlama, lafzîlik)
kabul görmüştür. Öyleki kıyas ve imâ yoluyla yorumlama yöntemleri de sonuçta
literalizme doğru yönelmiş olup Şâtıbî, geliştirmiş olduğu teoriyle iki şekilde bu
yaklaşımı reddetmiştir. Birincisi o, aslî delâlet teorisiyle, kanunun metninden ziyade
bağlamsal anlamın önemine dikkat çekmiştir. kincisi ise, Şeriatın maksatlarının imâ
yoluyla yorumlanmasında bile akıl yürütme ilkesinin gerekliliğinin altını çizmiştir.
Bu yorum yöntemi ise hukukî akıl yürütme sonucunda tümdengelimden çok
tümevarımı gerekli kılmaktadır
56
.
Teşriî nasslar bir takım delâletlere, anlamlara ve maksatlara sahiptir. Hiçbir
zaman dilin mantığı tek başına Şâri’in iradesini açıklamada kâfi değildir
.Şu halde
Ş
âri’in muradını belirlemek için nasslar üzerinde aklî çaba sarfetmek gerekmektedir.
Sonra zann-ı galibe binaen, bunlardan biri nassın muradı olarak tercih edilir. Bazen
hükmün konulduğu neden olarak hikmet-i teşrîye başvurulur. Bütün bunlar nasslar
üzerinde aklî çabayı gerekli kılmaktadır
57
.
Burada usûl-i fıkıh üzerinde Şâfiî’nin etkisine de kısaca değinmekte fayda
vardır. Zira Şâfiî (204/819)’nin usûl-i fıkhın kurucusu olduğu fikri üzerinde hakim
bir kanaat vardır
58
. Bu alanda ilk eser olarak ileri sürülen Şâfiî’nin er-Risâle’si
59
fıkıh
55
Muhammed Tâhir b. Âşûr, slâm Hukuk Felsefesi, çev. Vecdi Akyüz, Mehmet Erdoğan,
stanbul, 1999, s. 18-19.
56
Mes’ûd, Hukuk Teorisi, s.256.
57
Duraynî, el-Menâhicu’l-Usûliyye, s. 16.
58
er-Râzî, Fahruddîn, Menâkıbu’ş-Şâfiî, s. 57; Ebû Zehra, mam Şâfiî, s. 176-177; Nahrâvî, el-
mâmu’ş-Şâfiî, s. 71-74; Goldziher, Zâhirîler, çev. Cihat Tunç, Ankara, 1982, s. 19; Schacht,
Joseph, slâm Hukukuna Giriş, çev. Mehmet Dağ, Abdulkadir Şener, AÜ F Yay., Ankara,
1977, s. 57-58. Abbâs Yûnus, Şâfiî’nin usûl ilmini ilk ortaya koyan kimse olduğunda alimlerin
icma ettiğini de belirtmektedir. Yûnus, Abbâs, “Hayâtu’l- mâm eş-Şâfiî”, s. 81. M. Ravvâs
Kal’acî ise, usûlle ilgili genel kaide ve kuralların yazılı olmasa da sahabe, tabiûn ve diğer
imamların nazarlarında yerleşmiş halde var olduğunu, hatta Şâfiî’den önce bazı imamların
bunlardan bazılarını bizatihi bir ilim dalı anlamında olmasa da ifade ettiklerini, Şâfiî’nin ise yeni
bir ilim tesis etmek düşüncesiyle bunları tesbit edip ortaya koyduğunu, bunları yazıya dökmekle
bir önceliğe sahip olduğunu ifade etmektedir. Kal’acî, Muhammed Ravvâs, “Te’sîsu’ş-Şâfiî lme
Usûli’l-Fıkh”, el- mâm eş-Şâfiî, Fakîhen ve Muctehiden (Havle’l- mâm eş-Şâfiî htifâ bi Zikrâ
Murûri snâ Aşara Karnen alâ Vefâtihi, Kuala Lumpur, Malezya, 1990), Dâru’t-Takrîb, Beyrût,
2001, s. 242. Saîd Ramazan el-Bûtî’ye göre ise Şâfiî, Usûl-i fıkhın vaz eden değil, tedvin eden
kimsedir. Bu nedenle vaz’ kelimesinin bir şeyi keşfetmek ve icat etmek anlamı nedeniyle,
Dostları ilə paylaş: |