Ölmeyi Reddeden Kral
duvarın olduğu yönden serin bir esintinin geldiğini duyum
sadı.
Temiz havayla canlandı ve açılan duvarın mucizesiyle ce
saretlendi. Tazelenmiş enerjiyle ilerledi ve damlayan su sesi
duyabildiği bir yere geldi. Damlacıkların tavandan sızdığı
bir yer bulana değin, duvarları yokladı. Nemli duvarı yala
dı; hayahnda tadına bakhğı en tatlı suydu bu. Ellerini çanak
gibi yapıp düşen damlacıkları yakalamaya başladı ve doyana
kadar içti, içti. Ardından dinlenmek için uzandı ve kısa süre
içinde uykuya daldı.
Sonunda uyandığında sudan biraz daha içti ve yoluna de
vam etti. Şimdi tünel kıvrılırken aşağıya doğru eğim yapıyor
du ve birkaç kez kaydı. Ancak ona doğru gelen temiz hava,
doğru yolda olduğunu gösteriyordu ve bu ona, devam etmesi
için gereken gücü ve iradeyi sağlıyordu. Hafif esinti, nihayet
temiz, serin bir hava akışına dönüştü ve ileride bir aydınlık
belirdi. Oraya ulaştığında, tünelin tavanında bir baca olduğu
nu seçebiliyordu.
Yukarıya baktığında gökyüzünü görebiliyordu!
Bacanın, bilinçli olarak ayak basacak sağlam yerler sağlı
yor gibi görünen, kaba kenarları vardı. Gılgamış yavaşça hr
mandı ve tepeye eriştiğinde, kendini dışarıya çekti. Bir dağın
kenarındaydı. Aşağıda, yuvarlak zirveleri olan dağlarla ta
mamen çevrili, küçük bir vadi görebiliyordu. Gökyüzü açıktı
ve güneş parlıyordu. Bir gün ve bir gece, yirmi dört saat bo
yunca yolculuk etmişti!
Gılgamış, aşağıdaki vadide bir bahçenin çevrelediği taş bir
ev gördü ve aceleyle oraya yöneldi. Oraya yaklaşırken fark
lı evcil hayvanlar da görebiliyordu; ama derilerinin renkleri
tuhafh. Bahçeye vardığında şaşkınlıkla durdu. Olabilecek en
güzel ağaçlara, çalılara ve asmalara sahipti; ancak gerçek de
ğildiler; yeşillikler lapis lazuliden, ağız sulandırıcı meyveler
266
Zecharia Sitchin
akikten yontulmuştu. Ağaçtan ağaca ve çalıdan çalıya koşar
ken, hepsinin değerli taşlardan yapılmış olduğunu anladı.
Hayvanlara baktı; onlar da hareketsizdi ve taştan oyulmuş
lardı. İnanamayarak dokundu onlara.
"Tanrılar bu bahçe ve köy sahnesini benim için yaptılar,"
diye arkasında aniden bir ses duydu Gılgamış.
Gılgamış, konuşanı görmek için döndü. Mavi bir kuşağın
yerinde tuttuğu uzun, beyaz bir kıyafet giymiş uzun boylu,
geniş omuzlu bir adamla karşılaştı. Saçları da uzun saka
lı gibi tamamen beyazdı. Yüzünün ve kollarının derisi ger
gin ve kahverengiydi. Alnı geniş, gözleri iri ama çöküktü. O
Gılgamış'ı süzerken, Gılgamış da onu süzüyordu.
"Kimsin sen ve burada ne yapıyorsun?" diye sordu adam.
"Tufan'ın Ziusudra'sını arıyorum," dedi Gılgamış.
"Ziusudra, benim," dedi adam, "fakat sonsuz yıldır bana
ismimle seslenilmemişti. Tanrılar beni, 'Yaşayan' anlamına
gelen Napiştim diye çağırırlar; çünkü ben yaşıyorum, yaşıyo
rum, yaşıyorum ... "
"Ben de Erek' in kralı Gılgamış'ım."
"Erek mi?
Öy
le bir yer bilmiyorum."
"Surların, rıhtımın, pazar yerlerinin, sarayın ve göğe ka
dar yükselen tapınakların olduğu Kutsal Bölgesi ile muhte
şem bir kenttir. Edin topraklarında, Fırat Nehri'nin kenarında
yer alır."
"Ben bizzat o toprakların kralıydım; ancak Erek adlı bir kent
hiç duymadım," dedi Ziusudra. Gılgamış' a kuşkulu gözlerle
baktı. "Basit bir görüntü, geçici bir hayal misin?"
"Yaşlı adam," dedi Gılgamış, sıkıntıyla, "Erek adlı bir kent
var ve ben onun kralıyım! Ama Tufan' dan sonra ortaya çıktı;
senin zamanında değil. Kutsal Bölgesi, Efendilerin Efendisi
Anu'nun onuruna kuruldu ve şimdi şehrin efendisi, Hanıme
fendi İştar."
267
Ölmeyi Reddeden Kral
"O şakacı tanrıçanın bir hizmetkarısın demek?" diye sor
du Ziusudra, daha dostça bir edayla.
"Ve onun erkek kardeşinin soyundan geliyorum! Efendi
Utu, benim atamdır! diye gururla ilan etti Gılgamış.
"Ben de öyleyim," dedi Ziusudra. "Benden önce Şuruppak'
ın
kralı olan babam Ubartutu'nun babası, Efendi Utu'dur."
"Anem olan Hanımefendi Ninsun' dan duymuştum bu
nu. Bu yüzden seni aradım; senin gibi kısmen tanrıyım." Sır
rını ele veren yara izlerini göstererek, ellerini Ziusudra'ya
uzath.
Ziusudra, Gılgamış'ın ileriye doğru gerilmiş ellerine bakh.
Sonra kendi benzer yara izlerini, esmerleşmiş ve gergin cildi
ne karşın bulup Gılgamış'ınkilere değdirdi. Eve doğru döndü
ve seslendi, "Amzara! Efendi Utu'nun soyundan, uzak diyar
lardan bir kral bizi görmeye geldi!"
Bir kadın, onları selamlamak için geldi. Uzun, beyaz bir
kıyafet giymişti. Ziusudra kadar uzundu; ama çok daha
inceydi. Onun teni de gergin ve kahverengiydi; saçları da
saf beyazdı. Gözleri, Ziusudra'nınkiler gibi iri ve derindi;
ancak yüzü, çökmüş bile olsa genç bir güzelliğin izlerini ko
ruyordu.
Gılgamış' a "Bu, benim karım; adı Amzara," dedi Ziusud
ra. "Erek adıyla anılan yeni bir kentin kralı; ismi de Gılga
mış," diye karısına anlath. "Buraya nasıl ve neden geldiğini
hiç bilmiyorum."
"Seni aradım, Ziusudra; çünkü, Ölümsüzlüğün peşinde
yim," dedi Gılgamış.
Ziusudra "Ölümsüzlük dediğin şeye yeterince doydum,"
dedi kibirle. "Şimdi eve gel de tazelen; sonra da öykünü anlat
bize."
İçeriye girince Gılgamış'ı bir mindere oturtup, ona destek
için bir yashk verdiler. Adamın karısı ona ince buğday bis-
268
Zecharia Sitchin
küvileri ve serin su ikram edince, o da yiyip içti. "Şimdi bize
yolculuğunun öyküsünü ve amacını anlat" dedi Ziusudra.
"Evimden gemiyle ayrıldım," diye başladı Gılgamış, "an
cak görünmez bir el tarafından bahrıldı. Yürüyerek devam
ettim; yabandan geçerek, dağlara hrmanarak, vadileri kat
ederek. Meyveler ve kertenkeleler yedim; çiy damlaları ve
gizlenmiş su içtim. Bir ayı ve iki aslan öldürdüm; onlardan
aldığım deriyi manto yapıp üzerime doladım. Böylece aleci
kadının yerine vardım. O, beni kayıkçı Urşanabi'ye götürdü.
Adam, beni Ölüm Denizi'nden karşıya geçirdi ve hangi yolu
izlemem gerektiğini anlath. Bölgenin muhafızları beni ışınla
rıyla vurdularsa da etkilenmedim. Üçte iki tanrı olduğumu
anlayınca bana Yeryüzü' nün bağırsaklarına giden kapıyı açtı
lar ... Kıvrılan tünelde, tamamen karanlıkta yirmi dört saat bo
yunca yürüdüm. Sonra bir çığlık athm ve çıkış, beni vadinize
getirecek şekilde açıldı."
"Olası bir öykü!" dedi Amzara.
"Benim yaşamım açısından bu, bir gerçek!" diye öfkeyle
belirtti Gılgamış.
"Peki, bütün bu zorluklara katlanıp buraya kadar gelişin
niye?" diye sordu Ziusudra.
"Efendi Anu'nun, tanrıların babasının kehaneti üzerine,"
dedi Gılgamış. Kıyafetinin içinden Kader Tableti'ni çıkar
dı. "Bu, bir Kader Tableti. Bu, bana Göklerden gönderildi;
Anu'nun eseri."
Tableti alıp incelediler. "Daha önce hiç buna benzer bir
tane görmemiştim," dedi Ziusudra.
Amzara "Anu'nun eseri kavrulmuş ve zarar mı görmüş?"
dedi, sesinde kuşkuyla.
Gılgamış, sıkınhyla yüzünü ekşitti. "Göklerden gelen tablet,
annem Ninsun tarafından saklanıyor; dokunulmak için fazla
kutsal. Yani bu, onun bir benzeri; üzerindeki yazılar dilimize
269
Dostları ilə paylaş: |