Paul karl feyerabend 13 Ocak 1924'te Viyana'da doğdu. Avusturya asıllı abd'li filozof. Bilimsel gelişmenin ancak yeni kuramların eskilerini yadsımasıyla sağlanabileceğini ileri



Yüklə 8,94 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə22/135
tarix24.12.2017
ölçüsü8,94 Kb.
#17198
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   ...   135

sıralarını değiştirirler, fizyolojik araştırmalarda canlı insan kullanımı
kanunen yasaktır ya da ölünün kadavra olarak kullanılmasına yakınları
izin vermez; yani kimin gücü varsa her zaman kendi özel şartlarını bir
hakmiş   gibi   dayatır,   kabul   ettirir.   R3   bu   uygulamalara   bir   düzen
getirir,   denilebilirse,   “ahlâki   bir   temel”   kazandırır.   Ve   her   gerçek
demokratik   toplumda   içkin   olan   merkezkaç   eğilimlerle   de   uyum
içindedir.
R2  ve  R3  mutlak  talepler  değildir. Gerçekleşmeleri  önerildikleri
ortamlara,   önerenlerin   elindeki   araçlara   (taktikler,   zekâ,   güç)   bağlı;
düzeltme   ve   istisnalara   açık   taleplerdir.   Bir   R3   taraftan   ile   karşıtı
arasındaki   fark,   birincinin   istisnaları   kabul   etmeyi   reddetmesinde
değil,   bu   tür   durumları   istisna   olarak   ele   almasında,   tutumunu
mümkün  olduğunca istisnasız sürdürmeye, hep hak ve fırsat eşitliği
idealine yakın durmaya çalışmasında yatar.
24
R2   ve   R3   hem  bilimlere   özgürlükten  hem   de  bilimlerden   öz-
gürleşmekten  yanadır:   bizim   demokrasilerimizde   bilimin   bilim-   dışı
geleneklerden   (akılcılık,   Marksizm,   teolojik   okullar  vs.),  bilim-dışı
geleneklerin  ise  bilimden  korunması  gerekir. Bir  mantık  ya  da  Tao
incelemesinin bilimadamlarına yararı olabilir -ama inceleme ihtiyacı
bilimsel   pratikten   doğmalı,   dışardan   da-   yatılmamalıdır.   Geleneksel
Çin   tıbbı   hekimleri   hastalıklar   konusunda   bilimsel   yaklaşımlardan
birçok şey öğrenebilir -fakat yine bu öğrenme sürecinin kendince bir
yol tutmasına izin verilmeli, devlet kurumlan herhangi bir dayatmada
bulunmamalıdır. Şüphesiz, demokratik kararlarla herhangi bir konu ya
da   geleneğe   belli   (geçici)   sınırlar   getirilebilir;   özgür   bir   toplum   ne
olursa olsun, kendini, barındırdığı kurumlarm insafına bırakmamalıdır
-onlan   kontrol   altında   tutmalı   ve   denetlemelidir.   Ancak   böylesi
kararlar   hiçbir   geleneğin   başrol   oynamadığı   (elde   olmayan   ya   da
geçici durumlar hariç) tartışmalarla alınmalı ve kullanışsız ve tehlikeli
olmaya başladığı anda da kaldırılabilmelidir. Bu ve benzeri
24. Bu   tespitler   bazı   eleştirmenlerin   genelleştirme   hevesleriyle   yarattıkları   bir   sorunu
çözümler. “Eğer tüm gelenekler eşit haklara sahipse", diyor bu eleştirmenler, “o zaman,
yalnızca bir gelenek her türlü hakka sahip olmalıdır diyen gelenek de diğerleriyle eşit
haklara sahip olacaktır -ki bu da R3’ün saçmalığını gösterir!” Fakat R3, “peşinden birtakım
sonuçlar   getiren”   bir   ilke   değil;   çeşitli   uygulamalar   sonucunda   belirli   bir   ifadeye
kavuşturulmuş   ve   ayrıca   "peşinden   herhangi  bir   şey   getirmeyen"  pratik   bir   iş   görme
usûlüdür.


sorunları daha Önce iki kitabımda tartışmıştım; 
Yönteme Karşı 
(felsefenin
müdahalesine   karşı)   bilimin   özgürlüğünü   ele   alır,  
Özgür   Bir   Toplumda
Bilim
  ise   (bilimin   müdahalesine   karşı)   bilim-   dışı   geleneklerin
özgürlüğünü.
C. HERODOT VE PROTAGORAS
Âdet,   gelenek,   inanç   ve   düşüncelerin   nasıl   mübadele   edildiklerini
tartışmak yerine, bunların bir kere 
tesis edildikten
 sonra, ya da biraz daha
soyut terimlerle, bir kere  
geçerli
  olduklarına inanıldıktan sonra, insanlar
üzerinde   nasıl   bir   etkide   bulunduklarını   sormayı   tercih   edebiliriz.
Bilebildiğim   kadarıyla   bu   konuda   kafa   yoran   ilk   yazar   Herodot’tur.
Histories,
 3. Kitap, s.38’de şöyle bir hikâye anlatır (Aubrey de Selincourt
çevirisinden, Penguin Books 1954):
Darius,  Pers kralı olduğu dönemde, saraya yolu düşmüş Yunanlıları
huzuruna çağırtmış ve onlara ne karşılığında babalarının cesedini yi-
yebileceklerini   sormuş.   Onlar   da,   dünyanın   tüm   parasını   önümüze
yığsalar olmaz, demişler. Daha sonra, Yunanlıların yanında, bir ter-
cüman vasıtasıyla konuşulanları onların da anlamasını sağlayarak, bu
kez tam da kendi ana-babalarmın cesetlerini yiyen Callatiae Kabilesi
üyesi   Yerlilere   ne   karşılığında   ana-babalarının   cesetlerini   ya-
kabileceklerini   sormuş.   Yerliler   korku   dolu   bir   çığlık   atmışlar   ve
ondan böyle korkunç bir şeyi ağzına bile almamasını istemişler. îıısan
burada geleneğin neler yapabileceğini ve Pindaros’un ona “her şeyin
kralı” derken, bence, ne kadar haklı olduğunu anlıyor.
Gelenek “her şeyin kralıdır” -fakat farklı insanlar farklı krallara itaat
ederler:
Eğer bir insana, bu kim olursa olsun, tüm dünya kavimleri arasından
en iyisi olduğunu sandığın inanç kümesini seç desek, önündeki inanç
kümelerinin her birinin diğerlerine göre iyi ve kötü yanlarını iyice
ölçüp biçtikten sonra, ister istemez kendi ülkesine ait olanını seçer.
İstisnasız herkes içinde büyüdüğü dinin, âdet ve geleneklerin en iyisi
olduğuna inanır.
Kralın hükümranlığı genellikle sadece güce değil birtakım


(   haklılık   zeminlerine  (rights)  de   dayanır.   Herodot   aynı   şeyin   âdet   i   ve
gelenekler   için   de   doğru   olduğunu   ima   eder.   Mısır’ı   işgal   eden
Cambyses   tapınakları   yakıp   yıkar,   kadim   yasalarla   alay   eder,   me-
zarları   açıp   ölüleri   yoklar   ve   tanrı   heykeliyle   eğlenmek   için  Hep-
haestus  tapınağına   girer.   Cambyses’in   tüm   bunları   yapmaya   gücü
vardı. Ama Herodot’a göre aydın bir insan değil, “tam bir zırdeliydi;
yoksa   Mısır’da   kadim   yasa   ve   geleneğin   kutsal   saydığı   her   şeye
saldırmasını,   her   şeyle   alay   etmesini   anlamak   mümkün   değildi.”
(Dikkat edilirse, aynı akıl yürütmeyle, Ksenofanes’in “kadim yasa ve
geleneğin kutsal saydığı her şeye” saldırması, onlarla alay etmesi de
hastalıklı   ve   aklından   zoru   olan   bir   kafaya   işaret   eder;   yoksa   bir
aydınlanmaya değil. Krş. bir sonraki bölüm.) Özetle:
R4: yasalar, dini inançlar, âdet ve gelenekler tıpkı krallar gibi sınırlı bir 
alanda hüküm sürerler. Hükümranlıkları ikili bir otoriteye dayanır 
-güçlerine ve bu gücün hak sahibi bir güç olmasına: hükümleri kendi 
alanlarında geçerlidir.
R4, Herodot’un büyük çağdaşı Protagoras’ın görüşleriyle de uyum
içindedir. Plüton’un  Protagoras  diyaloğunda  “Protagoras”  isimli ka-
rakter yaklaşımını iki yerde açıklar; ilkinde bir hikâye ile, İkincisinde
“gerekçelendirerek” (324d7). Hikâyeye göre Epimetheus Tanrılar ve
Prometheus tarafından tüm yaratıkları uygun güçlerle donatmakla gö-
revlendirilir; fakat zeki bir kişi olmayan Epimetheus insan soyuna ge-
lene kadar elindeki tüm güçleri dağıtmıştır; insanoğlu maharetsiz ve
korunmasız,   açıkta   kalır.   Bu   hatayı   düzeltmek   isteyen  Prometheus
insan soyuna verilmek üzere Hephaestos ve Athena’dan ateşi ve sa-
natları çalar. Artık insanoğlu neslini sürdürebilecek fakat barış içinde
bir arada yaşayamayacaktır.
Bu   yüzden   soyumuzun   toptan   yok   olmasından   korkan   Zeus,   insanlara
başkalarına  saygılı  olma   özelliği  ve adalet  duygusu  dağıtmak  ve  böy- lece
sitelerimize   bir   düzen   getirmek,   bir   dostluk   ve   beraberlik   bağı   yaratmak
üzere Hermes’i görevlendirdi.
Hermes,  Zeus’a bu armağanları insanlar arasında nasıl dağıtacağını sordu.
“Bunları sanatlardaki gibi, örneğin meslekten olmayan birçok insana karşılık
yetişmiş bir hekim yeterlidir ilkesine göre dağıtabilir miyim? Tabi bu diğer
uzmanlık alanları için de geçerli. Hem-


Yüklə 8,94 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   ...   135




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə