35
t u n u s ’ t a i l k k ı v ı l c ı m
ketlenmeye başladı. Henüz bir devrimci dalga-
dan bahsetmek mümkün değil. Ama değişim
tartışmalarının bundan sonra sakinleşmesi de
mümkün değil. Aynı bölgenin post-kolonyal
dönemi hitama erdirmek üzere kalkıştığı gi-
rişimler 1990’larda özelde Fransa, genelde ise
Avrupa’nın da desteğiyle oldukça kanlı bir şe-
kilde bastırılmış, yüz binlerce insanın hayatına
mal olmuştu. Seçimleri kazanan siyasi partiler
tasfiye edilmiş, demokratik yollarla mücadele
vermeye kalkışan her hareket en sert şekilde
bastırılmıştı. Bugün Kuzey Afrika’da yaşanan
gelişmeler, genel anlamda demokrasi talebi
olarak okunsa da bunu, eski post-kolonyal dü-
zenden yeni bir düzene geçiş çabaları olarak
değerlendirmek daha doğru olacaktır. Kavga,
post-kolonyal bir siyasi türevi bu bölgeye bir
kez daha yerleştirme arzusunda olanlar ile yeni
düzen arayışı içinde olanlar arasındadır.
Tunus domino etkisi yaratır mı?
Tunus ömrünü “Türkiye İran olmayacak” dü-
zeyinde bir siyasi perspektifi halkına dayatan,
ama ilk sistem karşıtı gerginlikte soluğu Fran-
sa yerine, Suudi Arabistan’da alabilen bir lider
tarafından çeyrek asırdır yönetilmekteydi.
Devrik Tunus lideri oldukça tipik bir diktatör-
dü. Yaşasaydı Saddam’dan baba Esad’a, bugün
ise Mübarek’ten Abdullah’a tüm Kuzey Afrika,
Ortadoğu, hatta bazı Kafkasya ülkelerindeki
yönetimleri diken üstünde tutması oldukça an-
laşılabilir. Aynı şekilde Tunus halkı ve çektik-
leri de mezkûr coğrafyanın yakinen bildikleri
hikâyelerle dolu.
Tam da bu sebepten “Tunus bir domino etkisi
yaratır mı?” sorusu akla ilk gelen ve meşru olan
bir soru. Hatta denilebilir ki, bölgesel düzen an-
lamında Kuzey Afrika, Ortadoğu’ya yaslanan
bir jeopolitik karaktere sahip. Avrupa sömürge
geçmişi bu hakikati bir süre kısmen askıya al-
mış olsa da, 11 Eylül sonrası bölgenin kaderini
belirleyecek eksen Ortadoğu üzerinden şekillen-
mesi beklenen bir neticedir. Ancak, Amerika’nın
Ortadoğu ve Kafkasya jeopolitiğine dair kurgu-
su derin çelişkilerle yürümektedir. Bir taraftan
İsrail’i merkeze alarak tahkim etmeye çalıştığı
Ortadoğu politikası elini kolunu bağlayarak böl-
gedeki diktatörlere mecburiyet doğurmaktadır;
diğer taraftan bölgesel güçlerle düzen kurucu
rolü paylaşmak istememekte, İran ve İsrail üze-
rinden Türkiye ile gerilim yaşamaktadır.
Bütün bu sorunlara rağmen, asıl olan cari böl-
gesel düzenin bu şekilde yürümeyeceğidir.
ABD İsrail üzerinden bölge ile konuşmaktan
şimdi vazgeçerse, bölgesel düzene katkı vererek
kurulmasını sağlayabilir. Aksi bir durumda ise,
Kahire’siz, Amman’sız ve Ramallah’sız bir Tel
Aviv üzerinden kiminle ne konuşacağını şim-
diden hesaplamalı. Öyle ki ABD’nin dokuz yıl
önce dile getirdiği Genişletilmiş Ortadoğu ve
Kuzey Afrika girişimi başlamışa benziyor.
Sabah, 29 Ocak 2011
“
Amerika’nın Ortadoğu ve Kaf-
kasya jeopolitiğine dair kurgusu de-
rin çelişkilerle yürümektedir.
36
o c a k 1 1
Referandumdan sonra eski Türkiye yeni Tür-
kiye içerikli tartışma ve değerlendirmeler hız
kazandı. Değerlendirmelerin daha çok vesayet-
demokrasi eksenine odaklanması, bu gerilime
yol açan siyasal değerlere yönelik tarihsel bir
perspektifin göz ardı edilmesine yol açarak,
resmin tamamının görülmesine engel oluyor.
Cumhuriyet’in kuruluşunda tesis edilen siyasal
sistem, etnik ve dinsel taleplerin bastırılmasına
dayanıyordu. Tek-parti dönemi boyunca, “ko-
şulların çok partili hayata izin vermemesi” ile
kastedilen, laiklik ve milliyetçilik (Türkçülük)
politikalarının toplumun dinsel ve etnik talep-
lerini bastırmasında henüz başarılı olamayışıy-
dı. İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan yeni
küresel düzende Batılı kampta yer alma ihtiyacı
duyan siyasal elitler, henüz tek-tipleştirmeyi
başaramadıkları bir vatandaş kompozisyonuy-
la çok partili hayata geçmek zorunda kaldılar.
1960 darbesi ve 1961 siyasal rejimi ile yeni bir
formül bulundu. “İrticai ve bölücü” olarak ni-
telenen taleplerin siyaseti etkilemesini engelle-
mek için, bürokratik vesayet mekanizması siya-
setçileri denetleyici bir misyonla siyasal rejimin
merkezine yerleştirildi. Bu sistem her ne kadar
bir muhtıra ve iki darbe maliyeti çıkarsa da,
Soğuk Savaş dönemi boyunca fazla bir itiraza
muhatap olmadan işledi.
Bastırılanın geri dönüşü!
Soğuk Savaş’ın sona ermesi, dünya ile paralel
olarak Türkiye’de de yeni toplumsal hareket-
lerin güçlenmesine, başka bir deyişle, “bastı-
rılanın geri dönüşüne” imkân sağladı. Özal’ın
son dönemine denk gelen iki yıllık bir arayış
sürecinden sonra, siyasal elitler, toplumsal
hareketlerin güçlenmesini, irticai ve bölücü
faaliyetlerin artması olarak siyasal sisteme ter-
cüme ettiler. Soğuk Savaş’ın başlangıcında Batı
ittifakında yer almanın gereği olan çok partili
yaşamı, vesayet mekanizmasını devreye soka-
rak paranteze alan siyasal elitler, Soğuk Savaş’ın
bitiminde, yeni toplumsal hareketleri sisteme
eklemleyecek, çağın ruhuna uygun yeni bir for-
mül geliştiremediler. Bu denklemi başka türlü
ifade etmek de mümkün. Esasında, vesayet
sistemi, devlet-toplum ve bürokrasi-siyaset iliş-
kilerinin parametrelerini ortaya koyan bir So-
ğuk Savaş dönemi uzlaşma formülüydü. Soğuk
SETA YORUM
Türkiye’nin Düzen Arayışı
Referandumdan önce yeni düzenin imkânsız kılınması üzerine verilen uğraş, re-
ferandumdan sonra yerini yeni düzenin sınırları üzerindeki müzakereye bırakacak.
HATEM ETE
eski türkiye-yeni türkiye ikiliği