Selçuk iletiŞİM



Yüklə 2,6 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə109/120
tarix15.10.2018
ölçüsü2,6 Mb.
#74209
1   ...   105   106   107   108   109   110   111   112   ...   120

Yabancılaşmış Karakterler ve Politik Eleştiri:… (220-235)
223
insanı edilgen bir varlık olarak tasarladığı için
Marxist dünya görüşü açısından sinemayı ideo-
lojik bir araç haline getirmektedir. Ancak çağ-
daş anlatı, insanın figüratif bir unsur olduğu ve
öykünün ön plana çıktığı klasik anlatının aksi-
ne, yabancılaşmış karakterler yardımıyla seyir-
cinin filme etkin bir şekilde katılımını sağla-
maktadır. Bu katılım, seyirciye klasik anlatıda
üzerine atılan suçu temizlemeye çalışan sıradan
karakterin ne ile ya da niçin ve neye göre suç-
landığını sorarak/sordurtarak sağlanmaktadır.
Bu sorgu, bireysel varoluşun belirleyeninin
‘Tanrısal’ bir gücün elinde olmadığını, tüm
tarihsel süreçte yaratılan her şeyin nedeninin
yine insan olduğunu anlatmaktadır. Dolayısıy-
la, klasik anlatının tek bütüncül öyküsünün
aksine her bireyin kendi öyküsünü yarattığı
(Büker 1991: 174-175), bu bağlamda bireyi
‘belirlenen’ değil, ‘belirleyen’ bir varlık olarak
ele alan bir anlatı ortaya çıkmaktadır.
Fromm’un Eski Ahit’e gönderme yaparak
anlattığı hikâye, insanın figüratif bir unsur
olarak değil; bizzat yaratıcı bir varlık olarak
tanımlanması gerektiği üzerine Marx’ın politik
manifestosuna destek veren bir içerik taşımakta
ve çağdaş anlatının hâkim olduğu sinemanın
bunu nasıl gerçekleştirebileceği üzerine sorula-
bilecek soruları da cevaplandırmaktadır. Ahitli-
ler kendi yaptıkları putlara taparak ve onlardan
medet umarak, yabancılaşmanın ilk örneğini
sunmaktadır. Oysa kendi elleriyle yaptıkları o
putların kendi dertlerine çare olmadığını da
görmektedir (Fromm 2004: 80-81). Bu örnek,
Marx’ın ‘Alman İdeolojisi’ kitabında değindiği
bir konuyu anımsatmaktadır. Marx, tarihsel
süreç içinde insan eliyle yaratılan ve değiş
tokuş üzerine kurulan ticaretin, görünmez eliy-
le dünyayı nasıl havada tuttuğu, imparatorluk-
ları ve insanları nasıl yarattığı ve yok ettiği
sorularını sormakta, ardından bunun karşısında
insanın karşılıklı ilişkilerin kontrolünü yeniden
sağlaması gerektiğine vurgu yapmaktadır (akta-
ran Löwith 1999: 73). Bu, üstünlüğün ve poli-
tik gücün her şeye rağmen bireyde olduğuna
inanıldığı anlamı taşımaktadır. İşte çağdaş
anlatı yabancılaşmış karakterler yardımıyla
varolan üretim ilişkilerinin ve bu ilişkilerin
belirlediği her türlü kuralın, insan eliyle yara-
tılmış ve yine insan eliyle dönüştürülebilir
olduğunu göstermektedir. Ve dolayısıyla bu
filmlerde birey, kendi gidişatını kendi belirle-
mektedir. Çağdaş anlatının gelişiminde, özel-
likle yabancılaşmış karakterin kullanım amacı
bağlamında katkısı yadsınamaz olan epik tiyat-
ronun kurucusu B. Brecht’in klasik anlatının
temelinde yer alan trajik kahraman yerine,
sahnedeki olaylara düşünen adam gözüyle
bakarak kayıtsız kalmayan tarafsız bilge bir
kişiyi gerçek bir dramatik kahraman olarak
sunması (Benjamin 2000: 30), Marx’ın insanın
politik olabileceği görüşünü temel almaktadır.
Brecht’e göre,  bu karakter çağlara göre farklı-
lık gösteren toplumsal itici güçler arasında
hareket etmekte ve böylece izleyicinin kendisi
ile özdeşleşmesini engellemektedir. İzleyici
‘ben de böyle davranırdım’ yerine, ‘ben de bu
koşullar altında yaşasaydım’ diyerek, kendi
yaşadığı koşulların yine insan eliyle yaratılan
özel koşullar olduğunu düşünmekte ve bu şe-
kilde kendisini edilgen bir otomat haline geti-
ren üretim ilişkileri eleştirilebilmektedir. Böy-
lece, yabancılaşmış karakter aracılığıyla, top-
lumsal bağlamda etkilenebilir olan olayların
arkasında yatan gerçekliklerin sorgulanarak
ortaya çıkması sağlanabilmektedir (Brecht
1993: 62-67). Çünkü Marx’a göre tarihte ger-
çekleştirilen tüm üretim etkinlikleri genelde
bazı ortak özelliklere sahiptir; ancak bu genel
ve ortak özelliklere bağlı kalarak kendine has
özel koşullara sahip, tarihin belirli bir dönemi-
ne ait üretim ilişkilerini açıklamaya kalkışmak
yanlış bir girişim olacaktır. Keza, üretimin
herhangi bir biçimi, kendi hukuksal ilişkilerini
ve yönetim biçimini de oluşturmaktadır (Marx
2005: 243-244). Dolayısıyla, Brecht’in yaban-
cılaşmış karakterler aracılığıyla yapmak istedi-
ği  şey,  insanı  sadece  sistem  adına  üreten  bir
unsur haline getiren ve kendine has koşullara
sahip akılcılaştırılmış-bürokratik kapitalist
toplum düzeninin ve bu düzene özgü üretim
ilişkilerinin eleştirisidir. İşte çağdaş anlatıda,
Marx’ın tanımladığı yabancılaşmış karakterler,
Brechtyen bir bakış açısıyla kullanılarak politik
olunabilineceği üzerine felsefi bir öneri sunul-
maktadır. Başka bir deyişle, epik tiyatronun ve
tabi ki çağdaş anlatının eleştirerek/sorgulayarak
yapmaya çalıştığı  şey, insanı edilgenleştiren,
üretkenliğini yeniden hissederek doğa ile bü-
tünleşmesini engelleyen ve bu yanı ile büyü
bozumu olarak tanımlanagelen üretim ilişkile-
rinin iç yüzünü ortaya çıkarmaktır. Bu bağlam-
da insanı yabancılaştıran üretim ilişkilerinden
kastedilen şeyin açıklanması, çağdaş anlatının
ve dolayısıyla çağdaş anlatı içinde değerlendi-
rilecek olan ‘Muhsin Bey’ filmi örneğinde
Yavuz Turgul sinemasının özelliklerinin anla-


Selçuk İletişim, 5, 3, 2008
224
şılmasını kolaylaştıracaktır. Kısaca, çağdaş
anlatının yabancılaşmış karakterler aracılığıyla
eleştirdiği/sorguladığı ve insanı yabancılaştıran
üretim ilişkilerinin ne olduğu da ayrıntılarıyla
açıklanmalıdır.
2. KAPİTALİST TOPLUM, ÜRETİM
İLİŞKİLERİ VE YABANCILAŞMA
 ‘Kapitalizm’, Batı’ya özgü bir ekonomik ör-
gütlenme modeli olarak bilinmektedir. Bu
örgütlenme modelini Batı’ya özgü kılan şey, I.
Wallerstein’a göre sermayenin çok özel bir
yolla kullanıma sokulmasıdır (2006: 12). M.
Weber, bu özel yolu akılcılaştırma ile açıkla-
maktadır. Weber’e göre, kapitalizme özgü
faaliyetler ilkel de olsa dünyanın diğer bölgele-
rinde ve tarih öncesi dönemde dahi vardır.
Ancak Batı, akılcılaştırma sayesinde kapitaliz-
mi kendine özgü bir ekonomik model haline
getirmeyi başarmıştır (Weber 1997: 21).
Wallerstein’nın özel bir yol, Weber’in ise akıl-
cılaştırma olarak adlandırdığı ve Batı’ya özgü
hale gelen bu ekonomik örgütlenme modeli,
tüm üretim ve tüketim sürecinin metalaştırıla-
rak mekanikleştirilmesi ile çalışmaktadır. Öyle
ki, bu sistemin öncekilerinden ve diğerlerinden
Batı’ya özgü olan farkı, ‘kar’ın elde edilmesi
ile ya da başka bir deyişle başkalarının artı
değerinin ele geçirilmesi ile sağlanacak olan
sermaye artımının gerçekleşebilmesi adına,
hiçbir belirsizliğin yer almadığı piyasa modeli-
nin uygulamaya konulmasıdır. Bu piyasa mo-
deli, piyasa dışı da yürütülebilen ticari sürecin
–üretim, dağıtım, yatırım, tüketim- hiçbir tesa-
düfe yer bırakmadan en üst düzeyde bir akılcı-
laştırma ile işletilmesine dayanmaktadır. Eme-
ğin ücretlendirilmesini de içeren bu süreçte,
maliyet bilânçolarının en alt seviyede tutulma-
sı, sermaye artırımı mücadelesinde hayati bir
önem taşımaktadır. Çünkü başkasının artı değe-
rini ele geçirmeyi hedefleyen bu akılcılaştırıl-
mış mekanizmada, maliyetleri en alt seviyede
tutamayanlar, tutanlara göre başarısız olmakta
ve bu rekabet içeren süreç sonunda piyasadan
silinmektedir.  Kısaca, herhangi bir girişimci
varlığını sürdürebilmek ve dolayısıyla sermaye
artırımını devam ettirebilmek için kendi çıkarı-
na olanı, akılcı bir şekilde gerçekleştirme zo-
runluluğu hissetmekte ve kendi çıkarına olanı,
herhangi bir nedenle gerçekleştiremezse yok
olup gitmektedir. Yani iflas, kapitalist düzenin
bir temizleme aracı haline gelirken; sistem bu
yolla, herkesi basmakalıp bir düzen içinde
eylemeye itmektedir (Wallerstein 2006: 13-16).
Bu düzen, kendine ait ve uyulması zorunlu
ilişkileri de beraberinde getirmektedir
(Wallerstein 2006: 12). Fromm, kapitalist sis-
temin kendine özgü toplumsal düzeninin inşası
için gerekli olan bu üretim ilişkilerini dört
maddede özetlemektedir. Bunlardan birincisi,
siyasal ve yasal açıdan ‘özgür’ insan modelinin
var edilmesidir; ikincisi, bu özgür insanların
(işçilerin ve çalışanların)  emeklerini sözleşme
ile emek pazarında anamal sahibine satabilme
gerekliliği; üçüncüsü, ücretleri belirleyen ve
toplumsal ürün alış verişini sağlayan ve akılcı
bir şekilde çalışan bir mal pazarının
varolabilmesi ve sonuncusu ise, kazanç sağla-
mak amacıyla herkesin kendi çıkarına göre
davranarak bütünün işlerliği adına çalışabilme-
sidir (Fromm 2006: 85). Uyulması zorunlu tüm
bu ilişkiler döngüsünü Weber, iş bölümü ve
uzmanlaşmaya dayalı bürokratik bir akılcılaş-
tırma olarak tarif etmektedir. Ona göre, kapita-
lizm kendine gönüllü bir şekilde itaat eden, tüm
yetkelerini kendisine devreden ve hiyerarşik bir
şekilde örgütlenmiş bir memurlar düzeneği
yaratmakta, bu memurlar çıkarlarına olanın
sistem çıkarına olandan geçtiğini düşünerek,
kendilerini kendi elleriyle yarattıkları demir
kafesin içine hapsetmektedir (aktaran Löwitt
1999: 115-116). Bu süreç, aynı zamanda bire-
yin varoluşsal belirleyeni haline gelen ikircikli
bir ahlak anlayışını da beraberinde getirmekte-
dir. Bunlardan ilki, bireyin kendini araçsallaştı-
ran  sistemin  genel  ya  da  özel  kurallarına  ba-
ğımlı olmadan, vicdani değerlendirmeleri de
içeren kendine ait ahlaki kurallara bağlı dav-
ranmasıdır ki buna ‘mutlak değerler ahlakı’
(Löwitt 1999: 37) denilmektedir ve birey, bu
ahlaka bağlı davranışının sonuçlarına da katla-
nabilmelidir. İkincisi ise, sistemin işleyişine
itaati içeren, uzmanlaşma ve işbölümü çerçeve-
sinde eylemeyi öngören ‘sorumluluk ahlakı
(rasyonel ahlak)’dır (1999: 37) ki bu ahlaka
bağlı eylemi tetikleyen güdü, bireylerin sistem
çıkarına sorumluluklarını yerine getirdikleri
ölçüde ödüllendirilmeleri ya da en azından bu
ödüllerin vaat edilmesidir. Örneğin, hiyerarşik
bir toplumsal yükseliş ve tabi ki buna bağlı
zenginlik, sorumluluk ahlakının ödüllendirilme
biçimleri olarak gösterilebilir. Weber’in bürok-
ratik örgütlenmenin ve buna bağlı çalışan me-
murların özelliklerinden bahsederken söyledik-


Yüklə 2,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   105   106   107   108   109   110   111   112   ...   120




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə