4
Ayşegül AKDEMİR
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 4/7 Fall 2009
Tutsam taleb-i hakîkate râh-ı mecâz
Efsâne bahânesiyle
c
arz etsem râz
Leylî sebebiyle vasfın etsem âgâz
Mecnûn dili ile etsem izhâr-ı niyâz
(LM/3-4)
1
Böylece Fuzûlî, mesnevinin konusunu teĢkil eden efsanenin,
hakikate ya da ilahî aĢka ulaĢmanın aracı olduğunu ve hem Leylâ‟nın
hem de Mecnûn‟un eser içinde temsilî bir iĢleve sahip olduğunu (Genç
2006, 46) kendisi ifade etmiĢ olur. Ancak bu noktada dikkat edilmesi
gereken Ģey, Leylâ‟nın ilahî bir hüviyete bürünmesinin, Mecnûn‟un
bakıĢ açısıyla ilgili bir husus olmasıdır. Zira Leylâ‟yla ilgili söz
konusu nitelik değiĢimi, Mecnûn‟un yaĢamıĢ olduğu içsel değiĢimin
bir sonucu olarak gerçekleĢmektedir. Okuyucu açısından ise durum
daha farklıdır. Mecnûn‟un bakıĢ açısıyla, Leylâ‟yı bir taraftan ilahî
sevgili olarak algılamaya baĢlayan okuyucu, diğer taraftan da onun dıĢ
dünyadaki gerçekliğiyle karĢı karĢıyadır. Zira Leylâ, olayların son
aĢamasına kadar bir “beĢer” olarak eser içindeki varlığını
sürdürmektedir.
Bu çalıĢmada üzerinde durulacak olan Ģey de Leylâ‟nın
eserin sonuna kadar süregiden “beĢer” boyutuyla ilgilidir. Bu noktada
öncelikle göz önünde bulundurulması gereken Ģey ise -aĢkın
dönüĢtürücü gücünden payını alanın “Mecnûn” olmasına bağlı olarak
her ne kadar “âĢıklık” kavramı onunla özdeĢleĢmiĢ olsa bile-
Leylâ‟nın da “maĢuk” vasfının yanında, aynı zamanda “âĢık” vasfını
da taĢıyor olmasıdır. Zira eserde söz konusu edilen aĢk, platonik bir
aĢk olmayıp karĢılıklı olarak geliĢmektedir. Buna bağlı olarak da
Leylâ ve Mecnûn, karĢılıklı bir aĢkın tarafları olmaları bakımından
hem “âĢık” hem de “maĢuk” vasıflarını aynı anda taĢımaktadırlar.
Dolayısıyla da “âĢıklık”, Leylâ ve Mecnûn‟un her ikisi için de ortak
bir vasıftır. Bu durum ise Ģöyle bir soruyu akla getirmektedir: Ġnsanı
ilahî aĢka ulaĢtıracak olan bir potansiyele sahip olan beĢerî aĢk, tıpkı
Mecnûn gibi, Leylâ‟yı da ilahî aĢka ulaĢma konusunda bir aday
durumuna getirmiĢtir. Ama söz konusu aĢk, Mecnûn‟a bir değiĢim ve
dönüĢüm süreci yaĢamanın kapılarını aralamıĢken Leylâ için böyle bir
Ģey neden söz konusu ol(a)mamıĢtır? Burada cevabını arayacağımız
soru, budur. Bunu yaparken de baĢvuracağımız kaynak, yine
1
“Leylâ vü Mecnûn”dan alıntılanmıĢ olan beyitler, Hüseyin Ayan‟ın “Leylâ
vü Mecnûn” adlı çalıĢmasından aktarılmıĢtır. Beyit sonlarında verilen numaralar, bu
çalıĢmadaki beyit numaralarını göstermektedir.
“Eksik” Bir Âşık: Leylâ 5
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 4/7 Fall 2009
Fuzûlî‟nin eseridir. Çünkü o, sadece Mecnûn‟un aĢkını ilahî boyuta
taĢıyarak dolaylı olarak gündeme getirdiği bu sorunun cevabını, yine
kendisi vermektedir. Bunun için de Leylâ ve Mecnûn arasında
karĢılıklı bir Ģekilde baĢlayan ve süregiden aĢkın, Leylâ‟yı ilgilendiren
boyutu üzerinde durmamız gerekmektedir. Ancak bunun öncesinde,
söz konusu aĢkın baĢlamasından önceki sürece de bakmamız gerekir.
Çünkü söz konusu soruya verilebilecek olan cevabın temeli, eserin
daha baĢlangıç aĢamasında atılmaktadır.
Fuzûlî, hikâyeyi Mecnûn‟un babasının çocuk sahibi olma
özlemiyle baĢlatır. Bu konuda ortaya konulan gayretler, en sonunda
bir sonuç verir ve Mecnûn dünyaya gelir. Ancak o, doğumundan
hemen sonra gösterdiği olağanüstü davranıĢlarla, sıradan bir çocuk
olmaktan çok uzaktır: “Doğar doğmaz ağlamaya baĢlar; çünkü bu
dünyanın gam ve keder yeri olduğunu bilmektedir. Ama yine de gamı
ve kederi ister. Dayası ona, süt yerine ciğerinden kan verir. Sebepsiz
yere daima ağlayıp inler. O, daha doğuĢtan aĢkla tanıĢıktır.”
Fuzûlî, Mecnûn için olağanüstü bir çocuk profili çizerek
onu, değiĢim ve dönüĢüm yaĢamaya müsait bir kimlikle okuyucunun
karĢısına çıkarır. Bu suretle de bir değiĢim ve dönüĢüm yaĢayacak
olan kiĢinin Mecnûn olacağını, eserinin daha baĢındayken okuyucuya
sezdirir. Zira Mecnûn‟un daha doğuĢtan birtakım olağanüstü
davranıĢlar sergilemesi, onun geliĢmeye, değiĢmeye, olgunlaĢmaya
uygun bir fıtrata, baĢka bir deyiĢle “isti
c
dâd”a sahip olduğunu
göstermektedir. Fuzûlî, Mecnûn‟un doğduktan sonra gösterdiği
olağanüstülüğü detaylandırmadan önce, tek bir beyitle bu özel durumu
açıkça ifade eder:
HurĢîd gibi kemâle kâbil
Îsâ gibi tıfıllıkda kâmil
(LM/470)
Mecnûn‟un doğumunu ve sonrasında ortaya çıkan özel
durumları detaylı bir Ģekilde anlatan Fuzûlî, Leylâ‟nın doğumunu ise
söz konusu etmemiĢtir. Leylâ, ancak okulda baĢlayan aĢkın
taraflarından biri olması bakımından olay örgüsüne dâhil olabilmiĢtir.
Bu, Ģuna iĢaret eder: Leylâ, aĢk yolunda ilerleyebilmek için varlığı
gerekli olan “isti
c
dâd”a sahip değildir. Zira sahip olmuĢ olsaydı,
Mecnûn‟la ilgili olarak söz konusu edilen Ģeylerin, benzer Ģekilde
onun için de söz konusu edilmesi gerekirdi. Böylece Leylâ ile Mecnûn
arasındaki fark, mesnevinin daha baĢındayken ortaya konulmuĢ olur.
Fuzûlî‟nin Leylâ vasıtasıyla ortaya koyduğu bu “eksiklik”,
tasavvuf sistemi içinde oldukça önemli bir yere sahiptir. Zira
insanların büyük bir çoğunluğunun hakikati kavrayabilmekten âciz