“Eksik” Bir Âşık: Leylâ 11
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 4/7 Fall 2009
yararlanmıĢtır. Bir taraftan toplumun kadın üzerindeki baskısını
vurgulayarak yaĢananların okuyucu üzerinde gerçeklik izlenimi
uyandırmasını sağlamıĢ, diğer taraftan da hakikate ulaĢabilme
konusunda insanların büyük bir çoğunluğu için geçerli olan “isti
c
dâd
eksikliği”ni, “kadın” cinsiyetinde olmakla iliĢkilendirerek Leylâ‟nın
hakikate ulaĢamayan taraf olması için gerekli olan gerekçeyi
okuyucuya sunmuĢtur: Leylâ, hakikate ulaĢabilme potansiyeline sahip
değildir. Çünkü o “kadın”dır. BaĢka bir ifadeyle “eksik”tir. Ancak
eserde söz konusu edilen “eksiklik”, dünyevî hayatla ilgili olan bir
“eksiklik” değil, hakikate ulaĢabilmeyi sağlayacak olan “isti
c
dâd”ın
eksikliğidir. Böylece Fuzûlî, toplumsal algıyı ve tasavvufi düĢünceyi
bir potanın içinde eriterek eserine yansıtmayı, oldukça baĢarılı bir
Ģekilde gerçekleĢtirmiĢtir.
Leylâ‟nın aĢkını inkâr etmeyi tercih etmesi neticesinde
yaĢanılan ayrılık, yüzeysel bir bakıĢ açısıyla olumsuz bir durum gibi
görünse de aslında Mecnûn‟un bir değiĢim ve olgunlaĢma süreci
yaĢamasına hizmet edecektir. Çünkü bu ayrılık, Mecnûn‟u Leylâ‟nın
beĢerî varlığından uzaklaĢtıracak ve bu da Leylâ‟nın, onun iç
dünyasında idealize edilmiĢ bir sevgili olarak yer edinmesini
sağlayacaktır. Bunun sonucu olarak da Leylâ‟ya duyulan aĢk, boyut
değiĢtirerek ilahî bir aĢka dönüĢecektir. Aksi hâlde ise Mecnûn, beĢerî
aĢkta takılıp kalacak ve hakikate ulaĢması mümkün olmayacaktır.
Bütün bunlar da Fuzûlî‟nin, olay örgüsünü Mecnûn‟un beĢeri aĢktan
ilahî aĢka yükselmesine ortam sağlayacak Ģekilde kurguladığını ve
Leylâ‟yı da buna vasıta yaptığını göstermektedir.
Ortaya çıkaracağı sonuç bakımından Mecnûn için olumlu bir
değer taĢıyan ayrılık, sebebi (melâmet) bakımından ise Leylâ‟nın ilahî
aĢka yükselmesini engelleyeceği için olumsuz bir değerdedir. Bütün
bunların temelinde yatan esas faktör ise “sosyal baskı”dır. Dolayısıyla
da Fuzûlî‟nin “sosyal baskı”yı olay örgüsüne dâhil etmek suretiyle
Leylâ ve Mecnûn‟un yollarını ayırarak iki Ģeyi aynı anda ifade etme
fırsatı yaratmayı hedeflemiĢ olduğunu söyleyebiliriz:
1. BeĢerî aĢkın ilahî aĢka dönüĢebilmesi için, “vasıta”
fonksiyonunda olan beĢerî sevgilinin aradan çekilmesi gerektiğini
anlatmak.
2. Melâmet korkusunun, insanın hakikate ulaĢabilmesi
yolunda en büyük engellerden birini teĢkil ettiğini ve söz konusu
engelin, insanın “kendisi”nden kaynaklandığını vurgulamak.
Bu nedenle de sosyal baskının gündeme getirilmesi,
olayların geliĢimi bakımından bir “düğüm noktası” olma niteliği
taĢımaktadır.
12
Ayşegül AKDEMİR
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 4/7 Fall 2009
Ayrılığın Mecnûn için ortaya çıkardığı diğer bir olumlu
sonuç ise ona, hakikate ulaĢma yolunda gerekli olan “yalnızlık”
ortamını sağlamıĢ olmasıdır. Zira ayrılığın gündeme gelmesiyle
beraber Mecnûn, kendini çöllere vurur ve toplumdan soyutlanmıĢ bir
Ģekilde yaĢamaya baĢlar. Böylece o, çöldeki “yalnızlık” ortamının
içinde ve onun sayesinde hakikate ulaĢır.
Yalnızlık, hakikate ulaĢmak isteyen insan için gereklidir,
çünkü sosyal hayatın sınırlayıcı kuralları içinde kalarak bu hayata
uyum sağlamaya çalıĢmak, insanı manevî doğumun gerçekleĢebilmesi
için gerekli olan yoğunlaĢmadan alıkoymaktadır. Bu nedenle de sosyal
hayat, insanın hakikate ulaĢabilmesinin önündeki en büyük
engellerden birini teĢkil etmektedir: “Olağan hayatın bilinçaltı
mücadeleleri, kiĢinin geliĢme göstermesi gereken bir dönemde,
çoğunlukla ona engel olur. Ġstenmeyen toplumsal güçler, onun yanlıĢ
değerler edinmesine ve dolayısıyla yanlıĢ ilgiler geliĢtirmesine sebep
olur. Böylece kiĢi, gerçek benliğinden uzaklaĢtırılır (yabancılaĢma) ve
geliĢim sürecinden (yeniden doğma süreci) mahrum bırakılır”
(Arasteh 2007, 34). Dolayısıyla da içinde bulunduğu maddî âlem ile
ulaĢmak istediği manevî âlem arasında bir eĢikte, orta noktada
bulunan insan, bir tercih yapmak zorundadır. Bu aĢamadaki insanın
önünde iki seçenek vardır. Ya sosyal hayatın içinde kalıp bu hayatın
manevî yolculuğu gerçekleĢtirmeye imkân tanımayan kuralları
dâhilinde yaĢamaya devam ederek manevî doğumdan mahrum kalacak
ya da bir süreliğine sosyal hayatın ve onun kurallarının dıĢına çıkarak
manevî doğumunu gerçekleĢtirecek ve sonrasında sosyal hayatın içine
tekrar dönecektir. Bu nedenle de manevî doğumunu gerçekleĢtirmek
isteyen insanın, geçici bir süre bu kuralların dıĢına çıkması
zorunludur. “Deli olmayınca veli olunmaz” (Gölpınarlı 2004, 84)
Ģeklindeki atasözü de bir bakıma bu gerçeğe iĢaret etmektedir.
“Leylâ vü Mecnûn”da bu yollardan ikincisini tercih eden
kiĢi, Mecnûn‟dur. O, aĢkının sosyal baskı sebebiyle sekteye
uğramasından sonra, evini terk ederek çöllere düĢer ve bu suretle de
sosyal yaĢamdan uzaklaĢır. Böylece toplum kurallarının onun için bir
önemi kalmaz. Onda ne melâmet korkusu ne de aĢkını gizleme gayreti
vardır. Bu da Mecnûn‟un beĢerî boyutta baĢlayan aĢkının, daha derunî
bir boyuta geçmesini ve bu suretle de hakikate ulaĢmasını sağlar.
Mecnûn, sosyal kuralların dıĢına çıktığı için, halkın nazarında
“deli”dir. Fakat onun bu durumu, sadece sosyal kurallar ölçüt olarak
alındığında “delilik” olarak nitelendirilebilir. Gerçekte ise o, en
yüksek idrak seviyesine ulaĢmıĢ bir kiĢidir. Bu da ancak toplum
kurallarının dıĢına çıkmasıyla mümkün olabilmiĢtir. Bütün bunlara
kapı aralayan Ģey ise beĢerî sevgiliden ayrılmak olmuĢtur. Dolayısıyla