“Eksik” Bir Âşık: Leylâ 13
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 4/7 Fall 2009
da “Leylâ vü Mecnûn”da ayrılık, Mecnûn‟un ilahî aĢka ulaĢmasının
önündeki bütün engelleri ortadan kaldıran bir unsur olarak karĢımıza
çıkmaktadır.
Leylâ ise Mecnûn‟un aksine, melâmet korkusuna tutsak
olmuĢ bir âĢıktır. Leylâ‟nın öncelikle aĢkını inkâr etmesine sebep olan
bu korku, onun bütün tercih ve davranıĢlarının da dayanağını
oluĢturmaktadır. Fuzûlî, bu gerçeği bizzat Leylâ‟nın ağzından ifade
eder:
Hazerim ta
c
neden ol gâyete yetmiĢdir kim
Yâra ağyâr olup ağyârım ile yâr olubam
(LM/1361)
Oysa melâmet, aĢkla o kadar iç içedir ki, âdeta onun doğal
bir sonucu niteliğindedir. Fuzûlî, Leylâ‟nın annesi tarafından
azarlandığı bölümün baĢlığını, “Bu Leylîye anası
c
itâb ettiğidir ve
bahâr-ı vaslına hazân yetdiğidir” Ģeklinde belirleyerek mevsimlerin
birbirini takip etmesiyle aĢk ve melâmet birlikteliğini iliĢkilendirmek
suretiyle, bu gerçeğe iĢaret etmiĢtir. Nasıl ki zamanın karĢı konulamaz
akıĢı, mevsimlerin değiĢmesine (baharın sonbahara doğru gidiĢi)
sebep oluyorsa ve bu noktada insanın yapabileceği bir Ģey
bulunmuyorsa aĢk da aynı Ģekilde melâmeti beraberinde getirecektir.
Bu, zamanın akıĢı kadar doğal ve kaçınılmaz bir durumdur.
AĢk yolu engellerle dolu bir yoldur ve “melâmet” de bu
yolda aĢılması gereken engellerden biridir. Ortaya çıkması kaçınılmaz
olan bu engeli aĢmanın yolu ise ona karĢı takınılacak olan tavırda
gizlidir. Tasavvuf sisteminde bu tavır, “kınayanın kınamasından
korkmamak”
2
Ģeklinde belirlenmiĢtir: “Kınayanın kınamasından
korkmamak, hiçbir Ģeyden, hiçbir kimseden çekinmeden korkusuzca
Allah yolunda gitmek ve O‟nun hükümleri doğrultusunda
davranmaktır. Bütün bunları gerçekleĢtirirken, hiç kimsenin baskı,
eleĢtiri, itirazlarına aldırmamaktır” (Kılıç 2008, 17). Dolayısıyla da
gerçek bir âĢığın en belirleyici özelliklerinden biri, bu olmalıdır.
Leylâ ile Mecnûn aĢkının beĢerî bir aĢk olması da bu
gerekliliği ortadan kaldırmaz. Zira “insanî aĢkın ve ilahî aĢkın bir tek
aĢkın iki ayrı yüzü olduğu” (Settarî 2003, 171) gerçeği göz önünde
bulundurulursa beĢerî aĢk da aslında ilahî aĢkın dolaylı bir Ģeklidir.
2
Melâmet karĢısında takınılacak olan bu tavır, Ģu âyete dayandırılmaktadır:
“Ey iman edenler, içinizden kim dininden geri dönerse, Allah (onların yerine)
kendisinin onları sevdiği, onların da kendisini sevdiği, müminlere karĢı alçakgönüllü,
kâfirlere karĢı ise „güçlü ve onurlu‟ Allah yolunda savaĢan ve kınayıcının
kınamasından korkmayan bir topluluk getirir. Bu, Allah‟ın dilediğine verdiği bir
lütuftur. Allah‟ın lütfu ve ilmi geniĢtir” (Mâide, 5/54) (Kılıç 2008, 17).
14
Ayşegül AKDEMİR
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 4/7 Fall 2009
Dolayısıyla da beĢerî aĢk sebebiyle maruz kalınan melâmet, ilahî aĢk
uğruna maruz kalınan melâmetle aynı kategoride değerlendirilebilir.
Leylâ ise aĢkını inkâr etmeyi tercih ederek aĢk uğruna maruz
kalacağı melâmetten sakınmayı tercih etmiĢtir. Bu tavrı da Leylâ‟yı,
Mecnûn‟un karĢısında ikinci kez “eksik bir âĢık” konumuna
düĢürmektedir. Çünkü gerçek bir âĢığın, melâmete aldırmadan aĢk
yolunda korkusuzca yürümesi gerekmektedir. O ise melâmete göğüs
germeyi göze alamamıĢtır.
“Melâmet korkusu”, Leylâ‟nın aĢkını açığa vurmasının
önündeki en büyük engeli teĢkil etmektedir. O, aĢkını inkâr etmek
suretiyle, melâmetten kurtulmuĢtur; ama melâmet korkusu Leylâ için
bir “tehdit” unsuru olarak eser boyunca potansiyel varlığını devam
ettirmiĢtir. Dolayısıyla da Fuzûlî‟nin “Leylâ vü Mecnûn”unda
melâmet, sadece Leylâ ile Mecnûn‟un aĢklarının baĢladığı ilk
dönemlerde açığa çıkan, daha sonra söz konusu aĢkın Leylâ tarafından
inkâr edilmesiyle beraber ortadan kalkan, ancak Leylâ için bir tehdit
unsuru olarak eserin sonuna kadar varlığını devam ettiren bir özellik
arz etmektedir. AĢkını inkâr etmek, melâmeti ortadan kaldırmıĢtır;
ama Leylâ‟yı, melâmet korkusuyla yaĢamaya mecbur bırakmıĢtır.
Sosyal hayattan soyutlanamaması ise bu korkunun daha Ģiddetli bir
Ģekilde hissedilmesine zemin hazırlamıĢtır. Çünkü çevredeki
insanların çokluğuyla, maruz kalınacak melâmetin miktarı arasında
doğrudan bir iliĢki olduğu açıktır.
Leylâ, annesinin azarlamaları karĢısında yaptığı tercihle,
nasıl bir kiĢiliğe sahip olduğunu ortaya koymuĢ olur. O, geleneğe karĢı
direnmek yerine ona teslim olmayı tercih eder ve böylece, “edilgen”
bir kiĢilik olarak okuyucunun zihninde yer edinir. Olayların son
aĢamasına kadar da bu kiĢilikle tutarlı bir Ģekilde davranır ve
okuyucuyu ĢaĢırtmaz. Buna bağlı olarak da melâmet korkusu, eserin
tamamına yayılmıĢ bir Ģekilde, birçok sahnede karĢımıza çıkmaktadır.
Mecnûn‟un yolu, bir gün Leylâ ve arkadaĢlarının gelip çadır
kurmuĢ oldukları bir yere düĢer. Leylâ‟nın okulu bırakmasından sonra
ilk defa karĢılaĢan Leylâ ve Mecnûn, bu ani karĢılaĢmanın yarattığı
“hayret”le iradelerini kaybedip bayılırlar. ArkadaĢları, yüzüne gül
suyu dökerek Leylâ‟yı ayıltırlar. Leylâ‟nın Mecnûn‟a olan aĢkının
açığa çıktığı bu sahnede Leylâ, melâmet korkusuyla karĢı karĢıyadır:
Gül suyu sepüp revân yüzüne
Leylîyi getirdiler özüne
Her yan dediler ana ki ey mâh
Nâgeh olur atan anan âgâh