Sanatın kökeninde düşünce vardır. Düşünce, yalnız düşünce yapıtlarında kendini
göstermez, sanat yapıtlarında da dışlaşır. Düşüncenin kaynaklarına inmeden sanatı,
sanatın kaynaklarına inmeden düşünceyi kavrayamayız
3
.
Antik Çağ Yunanistan’ındaki sanat-felsefe ilişkisine baktığımız zaman, İ.Ö.
6. yüzyıl İyonya’sı ile İ.Ö. 5. yüzyıl Atina’sında sanatçıların çalışmalarının, dönemin
felsefi ve matematiksel kavramlarını onayladığını görürüz
4
. Bununla birlikte
matematik, felsefe ve doğal bilimin keskin gözlerinin, görsel sanatlar üzerinde
eğitildiğini de söyleyebiliriz
5
.
Atina’da filozoflar, politikacılar ve yetenekli işçiler arasındaki bağlantının en
iyi örneği; Perikles’in astronom Anaksagoras ve heykeltraş Phidias’la dostluğunda
görülür. Sokrates, düşünürlerle el işçileri arasında bir köprü kurmaya çalışmıştır
6
.
Çağdaş düşüncede sanat ve felsefe ilişkisi, kuramsal açıdan irdelenir. Bu iki
alan, yönelimleri ve yöntemleri başka başka olan insan araştırmalarıdır
7
. Fakat
evrensel iki dünya olan felsefe ve sanat alanları, kendi yapıları içinde, kendi
yapılarına özgün ve kendi yapıları tarafından üretilen bazı evrensel verilere ve iç
özgün niteliklere sahip olmalarına karşın, tüm felsefe bilimlerinde olduğu gibi,
birbirleri arasında da sıkı ve diyaletik salt ilişkilere yataklık eden içeriklere kaynak
oluştururlar
8
. Farklı alanları işgal ediyor olsalar da; tam olarak gerçekleşmeleri,
birbirlerini sınırlayan bir bölgede olur. Sanatta mükemmel olanın seyrine eşlik eden
duygu parlaması; nitelik olarak, derin düşüncenin neden olduğu parlamaya benzeyen
3
Timuçin 2000, 10-11,25
4
Burford 1974, 129
5
Bowra 1994, 171
6
Burford 1974, 129
7
Timuçin 2000, 15
8
Yenişehirlioğlu 2000, 85
2
yüksek bir hazdır
9
. Felsefenin ve sanatın özünde insan vardır. Gerçek anlamda
felsefe de, gerçek anlamda sanat da insanı bir bütün olarak ele alacak, düşünce kadar
duyguyu da önemseyecektir.
Sanatçının ve düşünürün çabası, gerçekliğin özünü ya da temel anlamlarını
hiç bozmadan yansıtmak olmalıdır. Bir düşünce ve sanat yapıtının felsefi tutarlılığı,
onun gerçeğe bağlılığıyla belirgindir
10
. Gerçek; yaşamdır, doğadır, insandır.
Gerçeklik; insanı, içinde yaşadığı toplumun bir parçası olarak görmeyi gerekli kılar.
Gerçeklik; insanı, ait olduğu doğadan ayrı tutmaz. Birey, toplumun olduğu kadar
doğanın da bir ferdidir.
Sanat, felsefeye, insanın bilgisine ulaşmada gerekli öngörüleri kazandırır.
Felsefe; sanat için, insanla ilgili özel durumların çıkarılabildiği genellemeler ortaya
koyar
11
.
9
Butcher 1951, 202
10
Timuçin 2000, 20
11
Timuçin a.g.e., 18
3
ANTİK DÖNEMDE GÖRME DUYUSU VE ALGI YETİSİ
HAKKINDAKİ KURAMLAR
Doğduğumuz andan itibaren bizi çevreleyen dünyayı algılarız. Görme, beş
algı duyusunun içinde en önemlisidir. Dünyayı gözlerimizle tanır, anlamlandırırız.
Bu gerçek, İlkçağ insanı için daha büyük bir önem taşıyordu. Öyle ki; Eski
Çağ toplumlarının yaşamı, somut ve algılanabilir gerçekler üzerine kurulmuştu. Bu
yüzden, İlkçağ insanı, tanrısını ya da tanrılarını gözle görülebilir olarak tasarlamıştı.
Eski Çağ’ın Yunanlı filozofları, görme duyusu ve algı yetisi üzerine, birbirine
benzer ya da birbirini tamamlar nitelikte kuramlar geliştirdiler. Hellenistik Çağ’la
beraber; algı kuramları, sanatla ilgili kavramlara da işaret eder oldu.
Bugün için bize şaşırtıcı gelen; belki de, konunun, dönemin filozoflarınca ele
alınmış olmasıdır. Ancak, şunu akıldan çıkarmamalıyız ki; o çağda, bilim ve felsefe
birbirinden bağımsız araştırma alanları değildi. Aristoteles’in gökyüzü veya fizik
üzerine yazmış olduğu eserleri yanında, canlıları ya da edebiyatı incelediği yazıları
da vardı.
Görme duyusuna ilişkin erken Yunan kuramları üç gruba ayrılır: Bir tanesine
göre; göz, nesneye sahip olduğu ateşten ışınlar gönderen bir araçtır. Bir diğer görüşe
göre; nesneden, kendine yönelmiş görüntüleri çok ya da az edilgin olarak alır.
Üçüncü görüşe göre ise; hem göz hem de nesne etkindir. Pythagorasçı’lar birinci
4
yaklaşımı benimserken; Atomcu’lar ikinciyi; Empedokles ve Platon ise ikisini birden
benimsemiştir
12
.
Görme duyusu ve algı yetisi üzerine Yunanlı filozofların geliştirdikleri
kuramlar arasında bizim için ilginç olanlardan bir tanesi; Theofrastos’un,
Atomcular’la ilgili saptamasında bulunur. Theofrastos, Atomcular’ın, görme
duyusunu yansıma yolu ile açıkladıklarını söyler. Yansımanın, görünen nesnenin
görüntüsü olduğunu söylerken, dolaysız olarak gözde biçim almadığını belirtir.
Herşeyden bir yayılma vardır, gözün kendisinden de. Gözden ve nesneden
kaynaklanan yayılmalar her ikisi arasında havada bir yerde buluşur, onu katılaştırır
ve tıpkı kalıba dökülen balmumunun kalıbın şeklini alması gibi havada nesnenin
görüntüsünü oluşturur
13
.
Hellenistik Çağ filozofları da algı üzerine yorumlarda bulunmuştur. Ancak,
diyebiliriz ki; erken dönem filozofları daha çok göz ve gözün görme şekli üzerine
kuramlar geliştirmişken; Hellenistik Çağ’ın düşünürleri algının kendisi hakkında
yorumlarda bulunmuştur. Burada belirtilmesi gereken husus; Helenistik Çağ
düşünürlerinin algıya verdiği değerin büyüklüğüyle ilgilidir. Dönemin felsefesinin
temel amacı; insanı mutluluğa götürmekti ve bunun tek yolu da –bu çağın felsefi
öğretileri gereğince- doğayla uyum içinde yaşamaktı
14
. Bu ise ancak doğayı
tanımakla yani şeyleri algılamakla mümkün olabilirdi.
Bu dönemde Stoa’cı ve Epiküros’çu yazında “izlenim” ya da “imgelem”
anlamına gelen “fantazia” sözcüğü; duyu algısı, tanıma ve anlama arasındaki
12
Guthrie1993a., 235
13
Guthrie a.g.e., 441
14
Brun 2003, 34 (Tezimizin “Helenistik Çağ; Sanat Eleştirisinin Şiirleştiği Dönem” başlıklı
bölümünde bu öğreti, etraflıca incelenecektir.)
5
Dostları ilə paylaş: |