katılmasından sonra Tuna Nehrinde
de bir ince donanma kurulmuş, bölge ihtiyaçlarını
karşılamak için de Rusçuk’a bir tersane inşa edilmiştir (TSK Tarihi, İdari ve Lojistik,
1995:215).
Kanuni Sultan Süleyman döneminde, gemi sanayisinde yapılan hamlelerin yanısıra
Barbaros Hayreddin Paşa, Turgut ve Kılıç Ali Reis gibi tecrübeli denizcilerin devlet
hizmetine alınmaları, Osmanlı donanmasını gerçek
anlamda ilk defa Avrupa
donanmalarından daha üstün bir duruma getirmişti. Türk denizciliğinin altın dönemini
yaşadığı bu yıllarda Barbaros Hayreddin Paşa Preveze’de Haçlı donanmasını hezimete
uğrattığı bir sırada, başka bir Türk filosu Hadım Süleyman Paşa kumandasında
Hindistan’da Diyun Kalesini kuşatmıştı. Seydi Ali Reis’in Akdeniz’deki faaliyetleri
neticesinde Kızıldeniz ve Karadeniz’den sonra Akdeniz’de bir Türk gölü haline
gelmiştir. Kanuninin vefat ettiği yıllarda Osmanlı devletinin sınırları, Habeşistan’dan
Estergon’a, Fas’tan Hazar Denizine kadar yayılmıştı. Hatta Osmanlı filoları Septe
Boğazından geçerek İzlandaya
kadar gitmiş, Hint okyanusundan Zengübar’a, Diyu’ya
hatta Sumatra’ya kadar uzanmıştı (Gencer, 2001:18-19).
Kanuni Sultan Süleyman’ın vefatından sonra yerine geçen oğlu II. Selim zamanında
(1566–1574) Türk donanması, hala Akdeniz’in en güçlü deniz kuvvetiydi. Avrupa
ülkeleri arasında Türklerin denizde yenilmez olduğu gibi bir inanış oluşmuştu. Ancak
1571 yılında Kıbrıs’ın fethi ve İnebahtı (lepanto) deniz savaşında Osmanlı donanması
feci bir şekilde Haçlı donanmasına yenilmiştir. Kıbrıs’ın fethi 70.000 Türk’ün canına
mal olduğu gibi, büyük emeklerle oluşturulan Osmanlı donanmasının da telef olmasına
neden olmuştur. Bu duruma çok üzülen II. Selim, 1571–1572 kışında ve dört ay gibi
kısa bir sürede İstanbul Tersanesinde 150 parçalık yeni bir donanma inşa ettirmişti.
Kaptan-ı Deryalık makamına Kılıç Ali Paşayı getiren padişah II. Selim Tersane alanını
daha da genişleterek donanmayı 250 parçaya çıkarmıştı (Gencer, 2001:20-21).
16. yüzyılda dünyanın en üstün deniz gücü olan Osmanlı donanması, yine bu yüzyılın
sonlarından itibaren zayıflamaya başladı. Bunun başlıca
nedeni denizcilikten
yetişmeyen bilgisiz ve tecrübesiz kişilerin Kaptan-ı Derya’lığa getirilmesidir. Bu
gerilemenin diğer nedeni de, gemicilikte Avrupa’da yapılan yeniliklere uyulmamasıdır.
Avrupanın denizci ülkelerinde uzun direkli, yelkenli kalyonlar yapılırken Osmanlılar
kürekli kadırga gemilerinde ısrar etmişlerdir. Bu durumun sonucu olarak Venedikliler
41
17. yüzyılda Akdeniz’de tekrar üstünlüğü ele geçirmiştir. Hatta Osmanlı donanmasını
mağlup ederek boğaz dışındaki bazı adaları ve Bozcaada’yı ele geçirmiş ve İstanbul’u
tehdit etmişlerdi. Osmanlı donanmasındaki bu gerilemenin
devletin geleceğini tehdit
ettiğini fark eden padişah IV. Mehmet, kalyon tipi gemilerin inşasına önem vermiş ve
kalyonlardan oluşan bir donanma oluşturmuştur. 1682 yılından itibaren oluşturulan
kalyon tipi donanma, Mezemorta Hüseyin Paşanın Kaptan-ı Derya olmasıyla
birlikte
Akdeniz’deki üstünlüğü tekrar ele geçirmiş ve 1770 Çeşme faciasına kadar geçen 80 yıl
boyunda bu üstünlüğünü sürdürmüştür (Gencer, 2001:23-25).
42
BÖLÜM 2:ISLAHATLARI GEREKTİREN NEDENLER VE SİYASİ
İLİŞKİLER
2.1.Ordudaki Bozulmalar:
Osmanlı devleti, kurulduğu 1299 yılından 16. yüzyılın sonlarına kadar geçen sürede,
ordusuyla zaferden zafere koşarak üç kıtada birden hüküm süren bir cihan
imparatorluğuna dönüşmüştü. Çoğu zaman muharebe meydanlarında kendi
mevcudunun birkaç misli büyüklüğündeki orduları perişan eden, bir dönem Avrupa
ülkelerinde hiçbir şekilde mağlup edilemeyeceğine inanılan Osmanlı ordusu,nasıl
olmuştu da 16. yüzyılın sonlarından itibaren kendi devletine
zarar vermeye başlayan bir
unsur haline gelmişti?
Osmanlı tarihinde orduda görülen ilk disiplinsizlik hareketi II. Selim döneminde ortaya
çıkmıştır. Kanuninin vefatından sonra II. Selim’in tahta çıkısında, cülus bahşişi
yüzünden yeniçeriler, bu padişahın saraya girmesini geciktirmişlerdi. Ancak II. Selim,
Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman gibi
iki büyük padişahtan sonra
saltanata geçmiş olduğu için henüz padişahların Kapıkulu askerleri üzerindeki etkisi
devam etmekteydi. Bu nedenle II. Selim döneminde Kapıkulu askerlerinin
disiplinsizlikleri aşırıya gitmemişti. III. Murat zamanında, Sokullu Mehmet Paşa gibi
değerli bir sadrazamın iş başında bulunduğu sıralarda da, yeniçerilerin baş kaldırmasına
fırsat verilmemişti. 1575 yılında Kapıkulu süvarileri Divan-ı Hümayun’u
basarak fazla
para istemeye kalkmışlar fakat Sokullu Mehmet Paşa, sipahilerin ileri gelenlerini yanına
çağırarak onlara kanunun gereklerini anlatmış ve olayın gelişmesini önlemişti (Haksun,
2004:92-94; Uzunçarşılı, 1988a: 337-344).
Sokullunun ölümünden sonra görülmeye başlayan idaresizlik ve tedbirsizlikler
nedeniyle yeniçerilerde zaman zaman itaatsizlikler görülmeye başlamıştır. Örneğin
1583 yılında maaşlarının ayarı bozulmuş akçeyle verilmesini
bahane eden yeniçeriler
Beylerbeyi Mehmet Paşayla Defterdar Mehmet Efendiyi öldürmüşlerdi. Bu olay
Osmanlı devleti için sarsıntının başlangıcı olmuştur. Yeniçeriler önceleri toplu ve silahlı
olarak ayaklanmışlar, vezirler ve padişahları dinlemez olmuşlardı. Bundan sonraki üç
yıl içinde, Osmanlı devletinin her tarafında karışıklıklar meydana gelmiştir. Bu arada
43