Kapıkulu ocaklarından cebeci, topçu ve toparabacıları ocakları ise yeniçeriler ve
sipahiler gibi taşkınlıklar yapmamışlar, çoğu zaman ayaklanmalara karışmamışlar,
bazen zorla veya gösteriş için yeniçeri ve sipahilere katılmışlardı (Uzunçarşılı,1982).
Tarihçi Naima’ya göre askeri düzenin bozulmasının nedeni timar sisteminin bozulmuş
olmasıdır.
“Timar sisteminin bozulması köyleri çökertmiş, bomboş bırakmıştır. Çiftini
çubuğunu bozan halk İstanbul’a akın etmektedir. Timarlı sipahi askerleri de
İstanbul’a gelmekte ve maaşlı asker sınıfı çoğalmaktadır. Zaten bu devirde
Yeniçeri –kultaifesi-nin de sayıları artmıştı” (Aslantürk,1997:116).
Naima, Osmanlı Tarihi eserinde toplumsal sınıflandırma yaparken asker sınıfı hakkında
“Balgam” benzetmesi yapmıştır. İbn Haldun’dan büyük ölçüde etkilenerek toplumu
insan organizasına benzeten Naima’ya göre;
“Asker balgama benzer. Balgamın insana lüzumu ve faydası olduğu kadar,
fazlalığının da zararı vardır. Asker de böyledir... İnsan kemal yaşına geçse soğuk ve
rutubet-ki balgam hilkati ve ihtiyarlık tab’ıdır. Şüphesiz o yaşta balgam galip olup
hükmünü icra eder. Diğer ahlat da ona uymağa meyleder. Aynı zamanda zaman-ı
vukuften sonra her devletin askeri ziyade olagelmiştir. Ne kadar sıkı tutulsa dahi
halk askerliğe meyleder, hiç olmazsa kıyafetini taklit eder ve gittikçe çoğalır. O
halde o yaşta olan kimse balgamı tamamen mağlup ettiği takdirde onu mağlubiyet
halinde durdurmaya çalışması abestir. Belki o halde olan kimsenin yapması
gereken balgamın zararsız miktarına razı olmasıdır” (Aslantürk,1997:69-70).
2.2. Dış Etkiler
Kurulduğu 1299 yılından 1683 II. Viyana kuşatmasına kadar geçen sürede Osmanlı
Devleti dünyanın üç kıtasında birden hüküm süren çok kudretli bir imparatorluk
oluşturmuştu. Öyleki çoğu zaman bu durum Avrupa ülkeleri tarafından Haçlı
seferleriyle engellenmeye çalışılmış ancak başarılı olunamamıştı. Osmanlılar sadece
muharebe meydanlarında değil, bilimde, harp ve gemi sanayisinde, mimaride ve sanatta
da Avrupa medeniyetine karşı tartışmasız bir üstünlük sağlamıştı. Hatta bir dönem
Avrupada, Osmanlıların asla mağlup edilemeyeceğine dair bir inanışta oluşmuştu. Bu
üstünlük Osmanlı devlet adamlarında da bir büyüklük kompleksine yol açmış ve
Avrupaya karşı küçümseyici bir tavır takınmışlardı. Osmanlıların “kefere” diye
47
nitelendirdiği Avrupa devletlerine karşı üstünlük duyguları o kadar gelişmişti ki bazı
devletlerin ticaret temsilcilerine kendi ekonomilerini olumsuz etkileyebilecek ticari
imtiyazları (kapitülasyonlar) bile vermekte sakınca görmemişlerdi.
17. yüzyıla kadar Osmanlılar, Avrupa’daki en son gelişmeleri izlerler ve kısa bir süre
içinde bunları uygularlardı. Teknolojik ve teknik alanlardaki gelişmelerin yanı sıra
Osmanlıların oluşturduğu siyasal ve askeri güç, çağının da üstünde bulunuyordu. Hatta
Osmanlıların uyguladığı askeri rejim, bazı ülkelerin siyasal ve askeri örgütlenmelerine
model bile olmuştu. Örneğin Moskof devletinin Pometse ve Streltsy örgütleri Osmanlı
timar ve yeniçeri örgütleri model alınarak geliştirilmişti (Berkes, 2004:74).
Osmanlı yöneticilerinin, devletlerini üç kıtanın, iki denizin, iki dinin, iki âlemin efendisi
olarak saydığı yıllarda Avrupa devletlerinde de kayda değer gelişmeler olmaktaydı.
Daha Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u kuşatması esnasında, Avrupa’da Gutenberg
basacağı ilk kitabı hazırlamaktaydı. Üç yıl uğraşıldıktan sonra 1456 yılında ilk kitabın
basılışı tamamlanmıştı. Sadece 15. yüzyılda Avrupa’da 1700 matbaa kurulduğu, 15–20
milyon kitap basıldığı tahmin edilmektedir (Berkes, 2004:37).
Hemen yanıbaşındaki ülkelerde bu gelişmeler olurken, Osmanlılar bunlara kayıtsız
kalmaktaydı. Ancak Viyana kuşatmasındaki başarısızlık ve 1699 yılının başında yapılan
Karlofça Antlaşmasıyla Osmanlı Devleti gerçeklerle yüzleşmek zorunda kaldı. Bu
antlaşmayla Osmanlılar, Macaristan ve Transilvanya’yı savaş halinde olduğu
Avusturya’ya bırakıyor, Padolya ve Ukrayna Polonya’ya, Mora da Venedik’e
veriliyordu. Azak’ın Rusya’ya bırakılmasıyla da Rusya Karadenize ilk defa adımını
atmış oluyordu. Bunların yanı sıra, Hristiyan devletlerinin Osmanlı Devletine haraç
vermesi de kaldırılıyordu. Yirmibeş yıl sürecek bu antlaşmayla birlikte Osmanlıların
Orta Avrupadaki varlıkları da sona eriyordu. Aslında Osmanlı İmparatorluğunun
Avrupa’daki en üstün devlet olmak iddiasından vazgeçmesi Zitvatoruk Antlaşmasıyla
(1606) başlamıştı. Daha 17. yüzyılın başlarında yapılan bu antlaşmaya göre Avusturya
İmparatoru ile Osmanlı Padişahı iki eşit hükümdar olarak kabul ediliyor ve
Avusturyanın Osmanlılara ödediği vergi kaldırılıyordu. Karlofça antlaşması Osmanlı
devletinin Avrupa ülkelerine toprak bıraktığı ilk antlaşma olmakla birlikte, devletin
sonunun da başlangıcı olarak kabul edilmektedir (Berkes, 2004:41-42).
48
1699 Karlofça Antlaşmasından, 1718 Pasarofça Antlaşmasına kadar geçen sürede,
Osmanlı devlet adamları yeni topraklar fethetmek yerine Karlofça Antlaşmasıyla
kaybedilen toprakları geri alma düşüncesini benimsemek zorunda kalmışlardı. Bu
nedenle önce Rusya’ya karşı savaş açarak Prut Savaşının sonunda Azak Kalesini
Rusya’dan geri aldılar. Müteakiben Venedik’e savaş ilan edilmiş ve çok başarılı bir
seferden sonra Karlofça Antlaşmasıyla kaybedilen Mora Yarımadası yeniden ele
geçirilmişti. Ancak henüz sefer sona ermeden Avusturya, Osmanlı Devletine bir nota
vererek Venedikten alınan toprakların geri verilmesini istedi. Osmanlıların bu isteği
kabul etmemesi üzerine, Avusturya 1716 yılında Osmanlı Devletine savaş açtı. Rusya
ve Venedik karşısında başarılı olan Osmanlı Ordusu Avusturya karşısında aynı başarıyı
gösteremedi ve Petrovadin’de ağır bir yenilgiye uğradı. Bu yenilginin üzerine
Avusturya ve Venedik ile Osmanlı devleti arasında 21 Temmuz 1718 tarihinde
Pasarofça Antlaşması imzalandı. Osmanlılar açısından çok ağır şartlar içeren bu
antlaşmaya göre Temesvar Eyaleti ve Semendire sancağı (Belgrad dolayları)
Avusturya’ya terk edilmiştir. Avusturya’ya Fransa ve İngiltere’ye tanınanlara benzer
bazı ticari ayrıcalıklar verilirken Venediklilere de Mora, Dalmaçya, Hersek ve Karf
adası bırakılmıştır (Özkan, 2003; Haksun, 2004:149-151).
Pasarofça Antlaşması Osmanlı devlet adamlarının dünya görüşlerinde önemli
değişikliklere yol açtı. Avrupa devletlerinin teknolojik ve ekonomik üstünlüğünün
farkına varan Osmanlılar, artık kayıpları da telafi etmekten vazgeçmiş ve eldeki
toprakların muhafazası için çalışmaya başlamışlardır. 17. yüzyılda Osmanlı
İmparatorluğunda ıslahat yapmak zaruri hale gelince, Osmanlı devlet adamları ve
uleması genellikle İmparatorluğun zayıflamasını, klasik Osmanlı kurum ve usullerinden
uzaklaşmayla açıkladılar. Dolayısıyla bu dönemin ıslahat çalışmaları da eski dönem
Osmanlı kurumlarına dönüş yaparak onları eksiksiz uygulama hedefleriyle yapılmıştı.
Ancak 1683 Viyana bozgunundan 1718 Pasarofça Antlaşmasına kadar geçen sürede
yaşanan toprak kayıpları, iç isyanlar ve ekonomik sorunlar artık klasik dönem Osmanlı
kurumlarından vazgeçilmedikçe Avrupa ile başa çıkılamayacağı düşüncesinin ortaya
çıkmasına neden olmuştu. İşte bu düşüncelerle imzalanan Pasarofça antlaşmasıyla
başlayıp 1730 yılına kadar süren 12 yıllık döneme de Lale Devri adı verilmiştir (Berkes,
2004:41-45).
49
Dostları ilə paylaş: |