Mülkiyetin Devlete, kullanım hakkının köylüye, yönetim ve gelirin sipahiye ait olduğu
bu toprak düzeni, Osmanlı ordusunu da biçimlendirmiştir. Üretim birimiyle askeri
birimin aynı olması, timarın hem askeri örgütün, hem de toprak düzeninin en küçük
birimi olması, devletin işini kolaylaştırmıştır. Merkezi otorite, ülkenin en ücra
köşelerine kadar ulaşmış, devleti temsil eden sipahiler halkın içinde yaşadığından,
hükümetle halk arasında sürekli bir bağ kurulmuştur. Devlet ülkenin her köşesindeki
üretimi denetleme ve yönlendirme imkânı bulmuştur. Bu sayede Osmanlı devleti hiçbir
masraf yapmadan çok büyük bir orduyu savaşa hazır halde bulundurmuştur.
1.2.2 Timarlı Sipahiler
16. yüzyılın ilk yarısına kadar, Osmanlı ordusunun en büyük ve en önemli kısmını
timarlı sipahiler teşkil ediyordu. Osmanlıların yükselme devrindeki büyük başarıları,
kapıkulu askerleriyle iş birliği halinde bulunan ve ordunun büyük kısmını teşkil eden
timarlı sipahiler sayesinde kazanılmıştır. Timara sahip olabilmek için padişahın
seferlerine katılmak ve yararlılık göstermek gerekiyordu. Timar verilmesi, genel olarak
fethedilen topraklar üzerinde yapılırdı. Akınlarda yararlılık gösteren akıncılara da timar
verilirdi. Böylece Rumeliye ve Orta Avrupa ya da binlerce Türk timarlı sipahi
yerleştirilmişti.
Sipahilerin atanma ve görevinden uzaklaştırılmaları İstanbul’da yapılırdı. Prensip olarak
ilk defa, bir timar almak için merkeze gidip padişahtan müsaade almak gerekiyordu. Her
türlü yükselmeler ve timar miktarlarının arttırılması, beylerbeyinin verdiği vesikalara
göre, padişah tarafından yapılır ve merkezdeki deftere işlenirdi. Bu suretle sipahiler,
daima merkezin emir ve kontrolü altında bulunan askeri memur durumundaydılar.
Sipahi, seferde gösterdiği yararlılık karşısında, sancakbeyi veya beylerbeyinin
verdikleri tezkereye göre, defterde yazılı ilk timarın üzerine yeni zam alabilirdi (TSK
Tarihi 3/3, 1981:132-134).
1528 yılındaki resmi kayıtlara göre 27.000 kapıkulu askerine karşılık, timarlı ordu 85–
90.000 kadardı. 1610 yılında timarlı ordusu 115.000 olarak hesaplamaktaydı. Fakat 17.
yüzyılın başlarından itibaren de timarlı sipahiler artık önemini kaybetmişlerdi. Bunun
başlıca nedeni, 16. yüzyıl ortalarında, Avrupada yapılan savaşların daha çok topçu ve
32
piyadenin rol oynadığı kale savaşlarına dönüşmesiyle birlikte timarlı sipahilerin
yardımcı kuvvet durumuna düşmesiydi. Bu yıllardan sonra timarlı sipahiler, yeniçağın
tüfekli ağır piyadesine eskisi gibi karşı koyamaz olmuşlardı. Sipahiler, at, kılıç, mızrak
ve gürzü, savaşın vazgeçilmez unsurları saydıkları için tüfek kullanmayı bir aşağılık
telakki etmişler ve dolayısıyla geleneklerini terk etmek istememişlerdi. Sipahilik
itibardan düşünce, timar ümidiyle sınırlara gidemeyen Anadolu delikanlıları, sekban
bölüklerine katılmaya ve gündelik karşılığında, paşaların kapısında veya padişahın
ordusunda hizmet etmeye başladılar. Bu sekban bölükleri daha sonra, Anadolu’da Celali
kargaşalıkları devrini açmıştı. Zaman ve gelişmelerin icaplarına uydurulmayan timarlı
sipahiler de, 17. yüzyılın ortalarından itibaren geri hizmetlerde çalıştırılmaya başlandı.
Yörük ve müsellemler gibi, top, cephane ve diğer savaş malzemelerini taşıma, kalelerde
zahire toplama, onarım ve benzeri gibi amelelik işlerine verildiler. Timarlı sipahilerin
önemini kaybetmesi üzerine, bunların ellerindeki timar gelirleri fazla görüldü.
Hazinenin ihtiyacı ileri sürülerek, bedelli timar adıyla her timarlının senelik gelirinin
yarısı kadar bir vergi alınmasına karar verildi. Bu verginin toplanması karışıklığa ve
Girit seferinde bulunan timarlı sipahilerin ayaklanmasına neden oldu (Uzunçarşılı,
1978:284).
Bunların yanında 17. yüzyılda savaşçı timarlılardan boşalan dirlikler, yine savaşçılara
verilmeyerek saray mensuplarına, cücelere, dilsizlere, soytarılara ve diğer hak sahibi
olmayanlara verilmeye başlandığından topraklı sipahi sayısı gittikçe azalmış ve Osmanlı
ordusunda 16. yüzyıldaki maddi ve manevi kuvvetini gittikçe kaybetmeye başlamıştı
(TSK Tarihi 3/3, 1981:134).
1.2.3. Akıncılar
Akıncılar, barış zamanı devletin siyasi ve askeri hedefi olan yabancı bir ülkeyi
baskınlarla istilaya elverişli bir hale getiren, seferde ise bazen asıl ordu kuvvetleriyle
birlikte bazen de tali cephelerde savaşa katılan hafif süvari birlikleriydi. Genel olarak
ücretsiz çalışan bu sınıf askerler, devlete vergi vermemek, aldıkları esir ve
ganimetlerden pay almak suretiyle varlıklarını sürdürmüşlerdir. Babadan oğula geçen bu
askerlik hizmetine girenlerin isimleri ve kimlikleri ayrı defterlere kaydedilir, ikinci
kopyaları devlet merkezinde saklanırdı. Akıncılar, atlarını, silahlarını ve donatımlarını
33
kendileri sağlardı. Hükümetin izniyle akıncı ocağına giren gençler, kütüğe kaydolduktan
sonra “Akıncı Kanunlarına” tabi olurlardı (TSK Tarihi 3/1,1964:235).
Gerçekte asker olmayan, her türlü silahını, donatımını, atını kendisi sağlayan, barışta
Rumelinin önemli sınırlarına yakın belirli bölgelerde yer yer toplu bir halde tarım gibi
işlerle uğraşmakla birlikte çok esaslı olarak teşkilatlanan, , devletin emri veya sınırlarda
bir tehlike belirmesi üzerine derhal alarma geçerek düşman ülkesine yıldırım hızıyla
saldıran bu süvariler uzun yıllar boyunca Osmanlıların gururu, düşmanlarının korkulu
rüyası olmuştur.
Akıncılar normal asker sayılmasalar bile, her birinin durumu, kimliği ve sicilinin
devletçe belli olduğu ve dışarıdan gelişi güzel herkesin bu ocağa girmediği bütün
akıncıların kendi akıncı kanunlarına bağlı bulundukları ve en sonunda, hayret edilecek
başarılar sağladıkları düşünülecek olursa, bunların ne kadar sıkı bir disiplin altında
bulundukları daha iyi anlaşılır. Akıncılar, barış zamanı sınır bölgelerinde kendilerine
ayrılmış yerlerde, ocaklar halinde iş ve güçleriyle meşgul olurken bile başlarında bağlı
bulundukları “toyçe”leri vardı. (Akıncı Bölük Komutanı) Akıncı Beyleri, herhangi bir
tehlike anında birliğini hemen toplayıp süratle görev yerine intikal ederdi (Uzunçarşılı,
1982:285).
Akıncılar, Rumelide genel olarak sınırlara yakın genişçe bölgelerde dört büyük grup
halinde teşkilatlanmışlar ve her grup, eski akıncı komutanlarından birinin soyadını
taşımaktaydı. Silistre bölgesinde; Malkoçoğulları, Sırbistan ve Bosna bölgesinde;
Mihailoğulları, Arnavutluk bölgesinde; Evronosoğulları, Mora bölgesinde;
Turahanoğulları grupları ve her grubun başında da, komutan olarak aynı ailelerden
akıncı sancak beyi bulunmaktaydı. Teşkilat ve gruplama, merkezi bir durumda yapılmış
olup, gerektiğinde her grup kendi başına görev alabileceği gibi, icabında birkaçı veya
hepsi birden büyük kitleler halinde toplanırdı. Bu takdirde akıncı beylerinden en
kıdemlisi emir ve komutayı ele alırdı. Nitekim Kanuninin Macaristan (1530) ve Alman
(1532) seferlerinde 50.000’den fazla tutan akıncıları Mihailoğlu Mehmet Bey komuta
etmişti (TSK Tarihi 3/2, 1977).
Osmanlı Devletinin en önemli unsurlarında biri olan Akıncılar, 1595 yılına kadar
kuvvetli bir teşkilat olarak devam etmiştir. Bu yıl içinde sadrazam ve Serdar-ı Ekrem
Sinan paşa, Eflâk’ta başarısızlığa uğrayınca, ordusuyla Yerköye çekilmişti. Sinan paşa
34
Dostları ilə paylaş: |