T. C. Sakarya üNİversitesi sosyal biLİmler enstiTÜSÜ



Yüklə 1,36 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə44/82
tarix08.09.2018
ölçüsü1,36 Mb.
#67106
1   ...   40   41   42   43   44   45   46   47   ...   82

kurumu olma özelliğini de taşımaktaydı (Özkul, 2005:283; TSK Tarihi 3/5, 1978:361-
362). 
Avrupalı uzmanların görüşleri alınarak kurulan bu okul, programı ve öğretim  şekli 
bakımından yüksek tahsil okulu sayılmakta ve buradan mezun olanlar orduda önemli 
görevlere getirilmekteydi. Ders işleme sırasında sandalyeye oturmak ve kara tahta 
kullanmak gibi ders usulleri de ilk defa burada uygulanmıştı. Mühendishanenin başında 
“nazır” adıyla bir müdür bulunmakla birlikte okuldaki en önemli rolü “Baş Hoca” 
oynamaktaydı. Baş Hoca, aynı zamanda okulun başmühendisiydi. Öğrencilerin öğretim 
işleri, eğtimi, idare ve disiplin işlerinden hep başöğretmen sorumluydu. Toplamda dört 
hoca ve dört hoca yardımcısından oluşan eğitim kadrosu da özenle seçilmişti. Okulu 
başarılı olarak bitiren öğrencilerden imtihanla yardımcı hocalar seçilerek okulda 
görevlendirilirdi. Böylece yeni hoca ihtiyacı da okulun kendi bünyesinden karşılanmış 
oluyordu. Ayrıca padişah III. Selim, Mühendishane hocalarını dış tesirlerden korumak 
için onlara ilmi özerklik vermiş ve yayınladığı kanunname ile hiçbir kuvvetin onları 
azletmesine müsaade etmemiştir (Özkul, 2005:287-293; TSK Tarihi 3/5,1978:362). 
Mühendishane-i Berri Hümayun’da bir taraftan derslere devam edilmekle birlikte okul 
inşaatının da 1796 yılına kadar devam ettiği anlaşılmaktadır. Okul iki katlı yapılmış 
olup bir de kütüphanesi bulunmaktaydı. Öğrencilere gerektiği zaman dayak atmak için 
her sınıfta birer de falaka bulunurdu. 1796 yılında inşaatın tamamlanmasıyla birlikte alt 
katta bir odanın mescit olarak ayrıldığını ve ayrıca bir odanın da ecnebi uzmanlar için 
hazırlandığını görmekteyiz. Nazari derslerin yanında mümkün olduğu kadar 
uygulamaya da önem verilmekteydi. Bu nedenle Avrupa’dan birçok fenni aletler 
getirilmiş ve benzerleri Mühendishanenin Atölyesinde yapılmaya başlanmıştı (Uluçay 
ve Kartekin, 1958:39). 
Mühendishane-i Berri Hümayun’da okutulan kitapların çoğunluğu Fransa’dan 
getirilmekle beraber, kütüphanesinde tercüme edilmiş bazı önemli eserler de 
bulunmaktaydı. Ancak mevcut türkçe kitaplar, öğrencilerin ihtiyaçlarını karşılamaya 
yetmiyordu. Bu nedenle mühendishane bünyesinde birde matbaa kurulmasına karar 
verilmişti. Bu amaçla Raşit Efendi tarafından çalıştırılan  İbrahim Müteferrika’nın 
kurduğu matbaanın alet ve makinaları devletçe sahiplenilerek,1797 yılında 
Mühendishane matbaası kuruldu. Mühendishane matbaası olarak bilinen bu matbaanın 
 
122


adı bastığı kitaplarda,”Darüt’i Tıbaatü’l- Mamure” olarak kaydedilmiştir. 
Mühendishane hocalarından Abdurrahman Efendi’nin yönetiminde birçok eserin 
basılması  işini başarıyla icra eden bu matbaa,1802 yılında Üsküdar’a taşınarak, kar-
zarar hesabıyla çalışacak bir kamu işletmesi haline getirilmiştir (Özkul, 2005: 295-298). 
Şüphesiz ki, III. Selim dönemi reform hareketlerinin en önemlilerinden birisi de 
Mühendishane-i Berri Hümayun’un açılmış olmasıdır. Hatta bu okulun açılmış olması, 
sadece o dönemin değil, sonraki yıllarda yapılacak yeniliklerin de uygulanmasını 
kolaylaştırmıştır. Günümüzde bile Mühendishane-i Berri Hümayun’un devamı olarak 
nitelendirilen iki eğitim kurumumuz bulunmaktadır. Ülkemizin en önemli 
üniversitelerinden biri olan İstanbul Teknik Üniversitesi ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin 
önemli eğitim kurumlarından Topçu Okulu, Mühendishane-i Berri Hümayun’un devamı 
olarak kabul edilmektedir. Hatta Topçu Okul Komutanlığı brövesinde, kuruluş tarihi 
olarak 1795 yılı gösterilmektedir. 
 
 
3.5.10. Nizam-ı Cedit’e Karşı Toplumda Oluşan Tepkiler: 
Padişah III. Selim tarafından yeni kurulan Nizam-ı Cedit ordusu, kurulduğu günden 
itibaren sürekli tartışma konusu olmuştu. Yeniçeriler daha önce de olduğu gibi eğitim 
yapmak istemiyor ve yeni ocağın kurulmasına karşı  çıkıyordu. Zaten devlet adamları 
arasında da padişah ve yakınındaki bir kaçı hariç, yenilikleri destekleyen pek kimse 
bulunmuyordu. Bütün bunlara rağmen III. Selim’in cesaretle reformlarını sürdürmesi, 
Yeniçeri Ocağında kaldırılma korkusu yaratırken, yenilik karşıtı devlet adamlarının da 
rahatsızlığını arttırıyordu. Zaten halk arasında Fransaya yakınlığıyla bilinen padişah III. 
Selim’in aleyhinde de uzun süredir propaganda yapılıyordu.  İşte tam bu sırada 1798 
yılında Fransa’nın Mısır’ı  işgale kalkışması reformların geleceği açısından kötü bir 
dönüm noktası oldu. 
Daha  şehzadeliğinden beri, Fransa ile yakın ilişkiler kurmuş olan padişah III. Selim, 
yaptığı askeri reformlarda da çoğunlukla Fransız uzmanlardan yararlanmıştı. Ancak 
Fransa’nın başka planları vardı. Bir taraftan Osmanlı Devleti ile dostane ilişkilerini 
sürdürürken, diğer taraftan da Osmanlı topraklarını  işgale hazırlanıyordu.  İngilizlerle 
savaş halinde olan Fransa, İngiltere’nin Hindistan’la olan irtibatını kesmek ve Doğu 
 
123


Akdeniz’deki konumunu güçlendirmek istiyordu. Bu nedenle Fransız  İmparatoru 
Napolyon, Mısır’ı ele geçirmek amacıyla sefere çıktı. Ona göre Mısır’ı ele geçirdikten 
sonra Suriye ve Kızıldeniz’i almak daha kolay olacaktı. Böylece Afrika’da bir sömürge 
imparatorluğu kuracak ve zaten çökmekte olan Osmanlı Devletinden daha büyük paylar 
alabilecekti. Osmanlı Devleti ise Fransa’dan böyle bir hareket beklemiyordu. Ancak 280 
parça gemiden oluşan Fransız donanması, yaklaşık 60.000 kişilik bir kuvvetle 19 Mayıs 
1798’de Tulon’dan hareket etmişti (TSK Tarihi 3/5, 1978:401). 
9 Haziran’da Malta adasını  işgal eden Napolyon, 1 Temmuz’da İskenderiye kalesinin 
önüne geldi. Eski bir kale olan İskenderiye’yi 800 kişilik bir kuvvet savunuyordu. 
Kaleye saldıran Fransızlara  şiddetle karşı koyulmuş olmasına rağmen sonunda 
İskenderiye Fransızlara teslim oldu. Kölemen Beylerinin oluşturdukları ordunun mağlup 
olması üzerine, Fransız Ordusu hiçbir direnişle karşılaşmadan, 22 Temmuz gecesi 
Kahire’ye girdi. Mısır’ın işgal edilmeye başlandığı haberi İstanbul’da büyük yankı 
uyandırdı. Napolyon’un Mısır’a çıkmasının asıl nedeninin işgal değil, Fransa ticaretine 
engel olan Kölemen Beylerini bastırmak olduğu, Fransa’nın Osmanlı’nın sadık dostu 
olduğu yönündeki aldatmacaları Osmanlı’yı ikna etmeye yetmedi. İngiliz donanmasının 
1 Ağustos 1798 tarihinde Ebukır limanında Fransa’yı yenmesi üzerine Osmanlı Devleti 
de Fransa’ya savaş ilan etti (TSK Tarihi 3/5, 1978:405). 
Ancak Osmanlı Devletinin elinde hemen kullanılabilecek yeterli bir ordusu yoktu. Bu 
nedenle Suriye’de yarı bağımsız bir durumda bulunan Cezzar Ahmet Paşa’ya Mısır 
Seraskerliği verilerek, kendisine bir bey komutasında gönderilecek orduyla Mısır’ın 
kurtarılması istenilmişti. Ayrıca Tırhala Mutasarrıfı Köse Mustafa Paşa’nın da tertip 
edilen bir ordu ile İstanbul’dan deniz yoluyla İskenderiye’ye gönderilmesi 
kararlaştırılmıştı. Bu kuvvetler Cezzar Ahmet Paşa ile işbirliği yaparak Mısır’ı 
kurtaracaktı. Sonunda 19 Mart 1799 tarihinde Cezzar Ahmet Paşa komutasındaki Akka 
Kalesi Fransızlar tarafından kuşatıldı. 
Napolyon, Cezzar Ahmet Paşa’dan kan dökülmeden kalenin teslim edilmesini istedi. 
Ancak Cezzar Ahmet Paşa, bu talebi kabul etmeyerek gelen elçiyi de öldürdü. Bunun 
üzerine  şiddetli çarpışmalar başladı. Kalede görev yapan askerlerin içinde 700 kadar 
Nizam-ı Cedit askeri de bulunuyordu. Yaklaşık iki ay kadar süren çarpışmalar 
İstanbul’dan gönderilen 3000 yeni Nizam-ı Cedit askerinin kale kuvvetlerine 
 
124


Yüklə 1,36 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   40   41   42   43   44   45   46   47   ...   82




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə