Thank you for your contribution



Yüklə 10,37 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə76/243
tarix16.08.2018
ölçüsü10,37 Mb.
#63316
1   ...   72   73   74   75   76   77   78   79   ...   243

154

oluşunun kadınların sanatını erkeklerinkinden ayıran 

farklı bir imgesellik ve ifadeye mi sebep olduğu, yaratı-

cılık sürecinin gerçekten de cinsiyetle ilgili bir olgu mu 

olduğu ve tüm bunlara dair ölçütleri kimlerin, neden ve 

nasıl belirlediği gibi sorular, kadınların sanatı ve sanat 

tarihini yeni bir bilinçle irdelemesinin yolunu açmıştır. 

Bu, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra sanat ve tasarım 

alanlarında gözlemlendiği gibi, çoğu kadının döne-

min modernist sanatına eklemlenmek için kendilerini 

cinsiyetinden arındıran bir tavır takınmalarının yanı sıra 

kadınlığını sanatın ve yaşamın bağlamı ve içeriği hâline 

getiren sanatçıların ortaya çıkmasında etkili olmuştur 

(Antmen, 2009, s.239-241).

Feminist sanatçılar, sanatta henüz hiç yapılmamışı ya-

ratabilmek ve söylemlerini etkili bir ifadeyle dile getir-

mek için çalışmalarında çoğunlukla yeni malzemeler ve 

teknikler kullanmışlardır. Bu yeni yaklaşımlar sanatta 

temsil meselesinin gündeme gelmesinde rol oynamıştır. 

Özellikle bu süreçte ortaya çıkan işlerde beden, temsilin 

en etkin alanı olarak yeniden gözden geçirilirken, cin-

sellik ve kimlik gibi konuların farklı bir bağlamda ortaya 

konulmuş olması, orijinallik ve aidiyet gibi geleneksel 

temsil yöntemlerinin de yerle bir edilmesine yol açmıştır 

(Şahiner, 2008, s.120-121).  

Bir temsil meselesi olarak beden, 1960 ve 1980 arası 

dönemde ilk kuşak feminist sanatçıların, tanrıça, doğa, 

doğurganlık gibi arkaik temalara göndermeler yaptıkları 

çalışmalarının yegâne alanı olmuştur. Bu tür çalışma-

larda feminist sanatçılar, kendi bedenleriyle hesap-

laşarak ve onları bu temalarla özdeşleştirerek özne 

oluşlarını modernize etmişlerdir. Kadın sanatçılar, ikti-

darı elinde bulunduran eril söyleme karşı cephe almış 

ve bunu, öteki/özne olarak duran temsillerini temellük 

ederek (benimseyerek), kendi temsil biçimlerini ortaya 

koyarak oluşturdukları çalışmalarında ifade etmişlerdir 

(Karkın, 2010, s.75). Bir özne olarak kadın konusunun 

ele alınması, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin sadece 

söylemler üzerinden değil, feminist sanatçıların yaptığı 

gibi, sanatsal ve toplumsal pratiklerle şekillenmesini 

gerekli kılmıştır. Feminist kuramın güncel temsilcilerin-

den olan felsefeci Luce Irigaray, bir özne olarak kadın 

konusu üzerine yazdığı yazılarında bu gereklilikten söz 

etmiştir (Aktaran: Sarup, 2004, s.176). 

İlk ve ikinci kuşak feminist sanatçılar arasında, kadın 

bedenine ve temsillerine yönelişlerindeki farklılıkları 

sanat kitaplarından ve diğer kaynaklardan gözlemlemek 

mümkündür. Antmen’in de (2009) örneklediği gibi, kadın 

bedenini biyolojik yönleriyle ele alarak yüceleştiren 

ilk kuşak feminist sanatçıların aksine sonraki kuşak 

feminist sanatçılar, kadın bedenini, kadının varoluş 

süreçlerindeki erkek egemen toplumsal kodları eleştir-

melerinde en etkili araç olarak ortaya koymuşlardır. Ca-

rolee Schneeman’ın “Aybaşı Günlüğü” desenleri ve “Et 

Şenliği” performansı, Monica Sjoo’nun “Doğum” resmi, 

Judy Chicago’nun “Yemek Daveti” gibi yapıtlar, ilk kuşak 

feminist söylemlerin sanatsal ifadeleri arasında sayıla-

bilir. 1980’lerden sonra gündeme gelen Cindy Sherman, 

Sherrie Levine ve Barbara Kruger’ın, kadın bedeninin 

biyolojik özelliklerine odaklanmak yerine, yapısökümcü 

bir yaklaşım içinde gerçekleştirdikleri kültürel çözüm-

lemelerin sanatsal ifadeleri ise ikinci kuşak feminist 

sanatçıların çalışmalarına örnektir (s.242).

Sanat tarihi ve geleneksel estetik değerlere karşı 

eleştirel bir tavır içinde olan Feminist Sanat yapıtları, 

döneminde dünya üzerinde tüm disiplinlerde yankı 

bulan feminist söylemlerin görsel dili olmuştur. Bunlar 

genellikle sanat tarihi boyunca hüküm süren erkek ege-

menliğinin yozlaşmışlığını ortaya seren, modernizmin 

maço basmakalıplarına karşı çıkan yapıtlar olmuştur 

(Aktaran: Karkın, 2010: 75). 

Postmodern dönemde Yeni Kavramsalcılığın ve Fe-

minist Sanatın ifade biçimlerinde sıklıkla karşılaşılan 

benimseme yani kendine mâl etme kavramını, Fransız 

edebiyat eleştirmeni Roland Barthes’ın 1967 tarihli 

“Yazarın Ölümü” başlıklı denemesine temellendirmek 

mümkündür. Barthes bu denemesinde, bir metnin tek 

bir teolojik anlamı salık veren bir kelimeler dizisi olma-

dığı, içinde hiç birinin özgün olmadığı çeşitli yazıların 

birleştiği çok boyutlu bir uzam olduğu saptamasında 

bulunmuştur. Dolayısıyla bir çalışmanın açıklamasının 

her zaman onu üretende arandığı geleneksel okuma 

biçimlerine saldırmıştır. Bu, bilim ve sanat kapsamına 

giren tüm disiplinler, bu disiplinlerin tarihini oluşturan 

tüm yapıtlar ve bu yapıtları meydana getiren yaratıcıla-

rın hayal gücü ve fikir dünyaları için geçerli bir sapta-

madır. Söz konusu disiplinlerin, yapıtların oluşumunda 

ve yaratıcı zihniyetlerin şekillenmesinde etkileşim 

kavramının etkisini yadsımak güçtür. Barthes, her bir 

göstergenin (bir kelime, ya da onun uzantısı olarak bir 

imaj ya da fırça darbesi) tarihin ve toplumsal teamülün 

bir ürünü olduğu iddiasında bulunmuştur. Bir metnin 

kapsamını tanımlamada okuyucuya ve kültüre bir rol 

biçerek, o metnin (ya da imajın) tek, değişmez bir yoru-

munu bulma olasılığını da reddetmiştir. Çünkü okuyucu 

ya da kültürün kendisi de değişkendir. Dahası, orijinallik 

kavramını inkâr ederek, metnin sayısız kültür odağından 

elde edilmiş bir alıntılar ağı olduğunu, yazarın yalnızca 

daima önceden bulunan bir fikri taklit edebileceğini, 

dolayısıyla asla özgün olamayacağını öne sürmüştür. 

Bu durumda yazarın aktarmayı düşündüğü içsel şeyin, 

yalnız hazır-biçim bir sözlük olduğunu bilmek gerekir. 

Bu görüş, öykünmenin ve etkileşimin sanat tarihi oku-

malarındaki varlığı göz önüne alındığında, sanatın tüm 

alanlarını ve sanatçıları genelleyebilecek bir görüştür 

(Aktaran: Fineberg, 2014, s.390).

Yetmişler sonlarında bu görüşten etkilenen pek çok 

sanatçı kişisel deneyimlerinde ham madde olarak 

hazır-nesne (ready-made) görüntülere ya da fikirlere 

başvurmuştur. Sanat tarihinde, kendine mâl etme ya 

da temellük etme (appropriation) olarak isim bulan bu 

yaklaşımın temelleri, Pop Art’a dayanmaktadır (Fine-




Yüklə 10,37 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   72   73   74   75   76   77   78   79   ...   243




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə