153
Cindy Sherman’ın sanatsal çalışmaları üzerinden irde-
lenen Yeni Kavramsalcılık, Feminist Sanat ve sanatta
kendine mâl etme kavramlarının ortaklıklarını objektif
olarak yansıtacak düzeyde olduğu kabul edilmiştir.
Yöntem
Bu araştırma nitel bir araştırmadır. Nitel araştırma
kapsamında veri toplama tekniği olarak doküman
analizi kullanılmıştır. Bu kapsamda; problem hakkında
bilgi içeren yazılı kaynaklar analiz edilmiş ve çıkarımlar
yapılmıştır. Elde edilen veriler, aynı yöntemle ulaşılan ve
problemi örneklemeye uygun olduğu düşünülen görsel
materyallerle desteklenmiştir. Ulaşılan kaynaklardan
alıntılar ve kaynaklara göndermeler yapılmış, veriler
konulara göre derlenerek yorumlanmış ve konular
arasında bağlantılar kurulmuştur.
Yeni Kavramsalcılık, Feminist Sanat ve
Sanatta Kendine Mâl Etme (Temellük)
Nesneden çok toplumsal kavramları sanatın odak
noktası hâline getiren; toplumsal cinsiyet, cinsel kimlik
veya ırk ayrımcılığından, medya ve sanat kurumlarının
eleştirisine uzanan, iktidar ilişkilerinin yönlendirdiği
toplumsal kodları irdeleyen sanatçıların çalışmala-
rı, 1980’li yıllarda postmodern Yeni Kavramsalcılığı
oluşturmuştur. Bu postmodern sanatçılar, toplumsal
kodların gizlediği alt anlamlara yönelik eleştirel bir
okuma yaparak, toplumsal düzeni belirleyen gösterge-
ler sisteminden kendilerine mâl ederek dönüştürdükleri
imgelerden yeni anlamlar yaratmış ve bir sorgulama
sürecinin kapılarını aralamışlardır. Biricik sanatçı ve
biricik sanat yapıtı kültüne karşı çıkan yeni kavram-
salcılar, Sherrie Levine, Mike Bidlo, Glenn Brown’un
yaptığı gibi sanat tarihinden veya Thomas Lawson,
Richard Prince, Cindy Sherman ve Barbara Kruger’ın
yaptığı gibi medya ve film dünyasından alıntılar yaparak
güncel sanat sorunlarını ve görsel kültürün şekillenme
süreçlerini irdelemişlerdir (Antmen, 2009, s.277-278).
Foster’a göre, göstergeler sisteminin kendisini ve etra-
fımızı çevreleyen tüm görüntülerin-görsel kültürün bu
kanaldan beslenerek doğuşunu eleştiren postmodern
sanatçı işte bu nedenlerle bir gösterge manipülatörüdür
(Aktaran: Antmen, 2009, s.277).
Bu dönemin kavramsal sanatçılarının ironik yaklaşımla-
rının temelinde, Jean Baudrillard’ın kapitalist toplumun
ileri aşamasında sanatın direnç gösteremeyen bir tüke-
tim nesnesinden ibaret olduğu görüşünü destekleyen
bir bilincin izleri vardır. 1980’li yılların yeni kavramsalcı
sanatçılarını, önceki yılların kavramsal sanatçılarından
ayıran nokta da budur. 1960’ların Sitüasyonist akımının
öncülerinden Debord, kapitalist toplumsal düzenin ileri
aşamasında üretimin yerini tüketimin aldığından, bu dü-
zenin kitlelerin bilincini yönlendiren güçlü mekanizma-
lar yaratarak ve bireyi pasif bir tüketiciye dönüştürerek,
kitle iletişim araçları sayesinde bir tür gösteri toplumu
yarattığından bahsetmiştir. Kitle iletişim araçlarının
pompaladığı yapay arzuların büyüsüne kapılan bireyin
tükettikçe yaşadığı yapay mutluluksa, gerçekte yaşadığı
yabancılaşma ve sıkıntıyı örten bir tür yanılsama olarak
nitelendirilmiştir. Baudrillard, Debord ve Sitüasyonist-
ler, 1980’li yılların yeni kavramsalcı sanatçılarından çok
önce, gösteriyi görünür kılmakta sanatın işlevsel ola-
bileceğine inanmakla birlikte, zaman içinde sanatın da
her koşulda bir tüketim nesnesine dönüşümüne tanıklık
etmişlerdir (Aktaran: Antmen, 2009, s.278-279).
Toplumsal cinsiyet eşitsizliğini hedef alarak kadın
haklarının tanınması ve korunmasını savunan Femi-
nizm kavramı, 1960’lardaki sosyal değişimin bir sonucu
olarak evirildikten sonra uzun yıllar modernist ölçüt-
lerle etkin bir mücadele içinde olmuştur (Şahiner, 2008,
s.120). Bu dönemden itibaren ABD’de sanat disiplini
içinde farklı rollerde yer alan bir grup feminist, kadının
sanat tarihinde ve sanat kurumlarında yeterince ve
doğru temsil edilmemesine, hatta çoğu zaman tümüyle
dışarıda bırakılmasına karşı bir mücadele başlatmış-
lardır. Bu mücadelenin içinde aktif rol alan sanatçıların
üretimlerinden oluşan ve toplumsal muhalefet ortamın-
dan beslenen Feminist Sanat, 1960’lı yıllarda cinsiyet
ayrımcılığından ırkçılığa her türlü ötekileştirici tavra
eleştiri getirerek kadınların davasının yoğun biçimde
gündemde tutulmasında etkili olmuştur. Bu sayede tari-
hin göz ardı ettiği kadın sanatçıların, sanat kurumların-
da geçmişe oranla daha fazla temsil olanağı bulmasının
yolunu açmıştır (Antmen, 2009, s.239).
Göz ardı edilen, baskın ve güçlü bir yapı tarafından öte-
den beri bastırılan ve marjinalize edilen kadın sanatçı-
ların, bu vakte kadar sanata kaynaklık eden geleneksel
kodları irdeleme ve alternatif bakış açıları geliştirme
istemleri, feminist sanatçıların, erkek egemen kültürün
dayattığı bu geleneksel kodları pratik olarak sorgu-
lamaya koyulmalarıyla sonuçlanmıştır. Bu bağlamda
feminist söylem, sanatın pratiği ve pozisyonuyla ilgili bir
hesaplaşmayı barındırmıştır (Şahiner, 2008, s.120).
Amerikalı sanat tarihçisi Linda Nochlin’in 1971’de
yayınladığı “Neden Hiç Büyük Kadın Sanatçı Yok” isimli
makalesi, Feminist Sanatın tarihsel gelişim sürecinde
çığır açıcı bir öneme sahiptir. Nochlin, konuyu eğitim ve
kurumsal yapılar açısından ele alarak bir Michelange-
lo ya da Manet düzeyinde kadın sanatçının olmayışını,
kadınların başta eğitim olmak üzere birçok konuda
erkeklerle eşit haklara sahip olmayışına bağlamıştır.
Bu makale, 1960’larda bütün dünyada yaşanan politik
eylem ruhu ve kolektif bilinç duygusundan hareketle
yeni stratejiler belirleyen kadınlar için rehber niteliği ta-
şımış, kadının sanat tarihinde ve sanat kurumlarındaki
yokluğunu sorgulamalarında cesaretlendirici olmuştur.
Geleneksel sanat tarihinin kadınlara hiç yer vermeme-
sinin, kadınların gerçekten de iyi sanatçı olamayacağı
türünden bir öngörüye mi bağlanabileceği, kadınları
erkeklerden ayıran birtakım doğal, biyolojik farkların