155
berg, 2014, s.390). John Carlin’in de değindiği gibi, Pop
Art sadece bir 60’lar fenomeni olmayıp, sanatın temel
referans noktalarını değiştirmiş; onları doğadan kül-
türe, yani bilincimizde şeylerin yerini alan fabrikasyon
göstergeler sistemine kaydırmıştır (Aktaran: Fineberg,
2014, s.390). Pop sanatçılar, kendi imgelerinin hareket
noktası olan reklam ve çizgi roman gibi basılı materyali
oluşturan etkin medya dilini, iletmek istedikleri mesaj-
ların aracı hâline getirmişlerdir. Fakat Pop sanatçılar
ele aldıkları reklam ikonlarını ve tüketim toplumunu
aynı zamanda yüceltirken, 1980’lerdeki sanatçılar med-
ya kültürünü, alt sınıf-üst sınıf farklılıklarını, dolayısıyla
tüm toplumsal ayrımcılıkları görselleştirmek adına
eleştirel bir tavırla ele almışlardır. Oldenburg’un, ev
ürünlerini anıt heykellere dönüştürüşü, Lichtenstein’ın
stilize ve estetize ederek soyutladığı reklam ve çizgi
romanları veya Warhol’un Marilyn Monroe’nun kamuya
mâl olmuş fotoğraflarından ürettiği adeta azizleri an-
dıran resimleri, Pop Sanatın söz konusu yönüne örnek
gösterilebilir. 1980’ler sanatçılarının medya kültürünün
daha kritik ve hatta saldırgan açısını ele almış olma-
ları ise, maksimum zıtlık yaratmak için, sıklıkla aşağı
popüler kültür tabakasından, seks dergileri, ucuz aşk
romanları ve sabun köpüğü televizyon dizilerinden
aldıkları görüntüleri, seçilmiş yüksek sanat, tarih ve po-
litika tabakasına entegre etmiş olmalarıyla açıklanabilir
(Arnason ve Prather, 1998, s.712).
Sanatta temellük etmenin, medya gücüyle bağlantı kur-
mak hatta tabiri caizse onun gümbürtüsünden faydalan-
mak için etkili bir strateji olduğu söylenebilir. Temellük
işi, medyanın orijinal bağlamlarından görüntüler çıkarıp
onları farklı kaynaklardan başka görüntülerle karış-
tırarak öz manalarının ikonografisini kaçınılmaz bir
biçimde boşaltmaktadır. Ödünç alınan görüntüleri yeni
bir bağlama oturtmak -ki bu yeniden kavramsallaş-
tırmadır-, alıcıyı yeni bir ışıkta yeni orijinal kaynaklar
görme konusunda cesaretlendiren sarsıcı bir etki yarat-
maktadır. Günümüzün eleştirel dilinde bu etki, kendine
mâl etme işini, ilk yaratıcının tasarımlarını parçalarına
ayıran ve alıcının üzerinde yeniden teşhir eden analitik
bir işlemi harekete geçirme anlamına gelen dekons-
trüktif kılmaktadır. Neticede bu türden bir sanat eylemi,
toplumun, görsel kültür tarafından nasıl kolaylıkla
manipüle edilebileceğinin entelektüel bir farkındalığını
yaratmıştır (Arnason ve Prather, 1998, s.712).
Seksenlerde etkin olan temellük etme, farklı biçimlerde
vücut bulabilmiştir. Medyadan görüntülerin, bireysel
imajların veya geçmiş dönem sanatçılarına ait eserle-
rin aktarılması gibi yöntemlerle sanatçılar kendilerine
mâl etme eylemini gerçekleştirmişlerdir (Arnason ve
Prather, 1998, s.712). Sanat dünyası, kendine mâl etme
konusunu ve hazır-biçim görüntülerin gelişigüzel bir
araya getirilmesini, büyümekte olan kurumsal kitle
kültüründe, orijinallik ve otantiklik olanaklarının reel bir
bakış açısıyla yeniden değerlendirilmesinin bir parçası
olarak kabul etmiştir (Fineberg, 2014, s.390).
Levine, Sherman Ve Kruger’ın Sanatsal
Benzeşimleri
Yeni Kavramsalcılık, Feminist Sanat ve sanatta kendine
mâl etme işinin postmodern ortaklıkları, 1980’lerin Batı
sanatında etkin olan üç kadın sanatçıyı aynı çerçevede
izlememizi salık vermiştir. Amerikalı sanatçılar Barbara
Kruger, Cindy Sherman ve Sherrie Levine, 1980’lerin
yeni kavramsalcıları ve aynı zamanda Feminist Sanatın
ikinci kuşak sanatçıları arasında yer almışlardır. Bu iki
akım dâhilinde ortak bir dil kullanmışlar ve kendilerine
mâl ettikleri işler üzerinden yeni yapıtlar gerçekleştir-
mişlerdir.
Yüksek modernizmden postmodernizme geçiş sürecin-
de, 1970’lerin sonundan başlayarak 1980’ler boyunca,
temsili araçlar olarak fotoğrafçılık ve tipografi gibi yeni
ifade araçlarına karşı bir ilgi doğmaya başlamıştır.
Barbara Kruger, Cindy Sherman ve Sherrie Levine, bu
araçları sanatlarında kullanan sanatçılar arasında yer
almışlardır. Fotoğraf bu sanatçılar için, sanat tarihine
ilişkin geleneksel kodları reddederek medya kültürünün
yönlendirdiği toplumsal ortam içinde kadınların birer
kültürel ikon olarak rolü üzerine odaklanmak adına, do-
laysız bir ifade aracı olmuştur (Morgan, 2000, s.194-196).
Amerikalı sanatçılar arasında en saf postmodernist ola-
rak nitelendirilebilecek olan Sherrie Levine (1947-…), sa-
nat tarihinden doğrudan aktarma işini yaparken olduğu
gibi, orijinalliğin modernist efsanesine karşı savunduğu
dekonstrüktif tarzı devirirken de cüretkâr davranmış-
tır. 1981’de Levine, Edward Weston, Walker Evans ve
Andreas Feininger gibi, hepsi erkek olan, usta fotoğraf
sanatçılarının işlerini yeniden fotoğraflayarak kendi
yapıtlarını oluşturmuş ve sanat dünyasını şok etmiştir.
Levine’in bu kopya serisi açıkça, modernizm - orijinallik
ideallerinin ve hatta eril estetiğin kuyusunu kazmıştır.
Sanatçının, geleneksel sanatsal değer standartlarını
çökertmesinde, sadece bu fotoğraf reprodüksiyonunun
değil aynı zamanda bir kadın sanatçı olarak geçmiş
dönem erkek sanatçıların sanatsal işlerini kopyalamış
olmasının da katkısı olmuştur. Bu yüzden Levine’in,
Léger, Mondiran, Lissitzky ve Stuart Davis tarafından
yapılmış resimlerin sanat kitaplarındaki reprodüksiyon-
larını suluboya ve guvaş boya ile yeniden boyayarak yeni
bir seri oluşturması da şaşırtıcı değildir (Arnason ve
Prather, 1998, s.713).
Sherrie Levine’in, bu ünlü erkek sanatçıların yapıtla-
rını çeşitli biçimlerde kopyalayarak kendine mâl etmiş
olması Yeni Kavramsalcı sanatına örnektir. Bu yapıt-
ları temellük etmesindeki ele avuca sığmayan kadınsı
duyarlılık, öteki üzerindeki kısıtlamaları ve yok sayıcılığı
sergilenmesinde karşılık bulmuştur. Onun işlerinde
farklılığın ifadesi, gerçekte kültürel, sosyal ve cinsiyete
dair ayrımların ortaya konulması olmuştur. Pop Sanat
geleneğini de arkasına alarak Duchamp’ın hazır-nes-
nelerine göndermede bulunan Levine, özellikle sanatın
yapısökümüne girişirken bu stratejiye en uygun araç