Varolmanэn Dayanэlmaz Hafifliрi



Yüklə 1,43 Mb.
səhifə10/23
tarix30.12.2017
ölçüsü1,43 Mb.
#18694
növüYazı
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   23

Kadınlara müthiş çekici gelmeye başladı ve öрrencilerden

biri ona aşık oldu.


Işte böylece inanılmayacak kadar kısa bir süre içinde yaşamının

arka planı tümüyle deрişti. Kısa bir süre öncesine

kadar orta sınıfın yüksek gelir grubundan birinin oturabileceрi

bir apartman katında uşaрı, karısı ve kızıyla birlikte

oturuyordu; şimdiyse kentin eski mahallelerinden birinde,

her gece öрrenci sevgilisi ile birlikte olduрu küçücük bir dairede.

Sevgilisine, onu o otelden bu otele gezdirerek eşlik etmek

zorunda deрildi artık; onunla kendi dairesinde, başucu

masasında kendi kitapları ve kül tablası duran kendi yataрında

sevişebilirdi.


Iddiasız bir kızdı, fazla gösterişli de deрildi ama Franz'a,

Franz'ın çok yakın bir geçmişte Sabina'ya duyduрu hayranlık

gibi bir hayranlık duyuyordu. Franz bundan hoşlanmamazlık

etmedi. Sabina'yı gözlüklü bir öрrenciye deрişmeyi

için için bir çaptan düşme saydıysa bile, doрuştan iyi bir insan

olduрundan kızı sevmeyi, ona yakınlık duymayı becerdi

ve ona hiçbir yere aktarmak fırsatını bulamadıрı bir baba

sevgisi sundu. (Öyle ya, Marie-Anne her zaman için kızından

çok Marie-Claude'un bir kopyası gibi davranmıştı.)
Günün birinde karısını görmeye gitti. Ona yeniden evlenmek

istediрini söyledi.


Marie-Claude başını salladı.
"Ama boşanmamız senin için ne fark eder ki! Bütün mal

mülk sende kalsın."


"Mal mülk önemli deрil benim için," dedi kadın.
"Peki, nedir önemli olan?"
"Aşk," dedi karısı gülümseyerek.
"Aşk mı?" dedi Franz şaşkınlıkla.
"Aşk bir meydan savaşıdır," dedi Marie-Claude, gülümsemeyi

sürdürerek. "Ve ben savaşı sürdürmek niyetindeyim.

Sonuna kadar."
"Aşk bir meydan savaşı ha?" dedi Franz. "Eh, öyleyse benim

savaşmaya niyetim yok," dedi ve çıkıp gitti.


:::::::::::::::::
10
Cenevre'de dört yıl oturduktan sonra Sabina, Paris'e yerleşti,

ama orada da melankoliden kurtulamadı. Ona ne olduрunu

soracak olsalar, kendisi de cevap vermekte güçlük çekerdi.
Yaşamımızdaki sarsıcı durumları dile getirmek istediрimizde,

aрırlık belirten eрretilemelere başvurmak eрilimindeyizdir.

Bir şeyin bizim için büyük bir yük olduрunu söyleriz.

Ya taşırız bu yükü ya da beceremez, okkanın altına gideriz,

bu yükle didişir, kazanır ya da kaybederiz. Ya Sabina -sahi

ne olmuştu ona? Hiç. Içinden terk etmek geldiрi için bir erkeрi

terk etmişti. Erkek onun peşinden mi gelmişti? Ondan intikam

almaya mı çalışmıştı? Hayır. Sabina'nın dramı aрırlıрın

deрil hafifliрin dramıydı. Onun payına düşen yük deрil,

varolmanın dayanılmaz hafifliрiydi.


O zamana kadar ihanetleri heyecan ve neşeyle doldurmuştu

içini. Çünkü yeni ihanet serüvenlerinin yolunu açıyordu

önünde. Peki, ya bütün bu yolların bir sonu varsa? Insan

ana-babasına, kocasına, ülkesine, aşkına ihanet edebilirdi

ama ana-baba, koca, ülke ve aşk elden gidince -ihanet edilecek

ne kalıyordu geriye?


Sabina çevresinde bir boşluk hissediyordu. Ya bu boşluk,

bütün ihanetlerinin varacaрı yerse?


Doрal olarak bunun farkına varmamıştı şimdiye kadar.

Nasıl varabilirdi ki? Peşine düştüрümüz hedefler hep bir

parça sislerle örtülüdür. Evliliрi özleyen genç kız bilmediрi

bir şeyi özler. Ün peşinde koşan gencin ün denen şey hakkında

en ufak bir bilgisi yoktur. Attıрımız her adıma anlamını

veren şey o adım hakkında hiçbir şey bilmememiz gerçeрidir.

Sabina ihanet etmeye duyduрu isteрin ardında yatan hedefin

farkında deрildi. Varolmanın dayanılmaz hafifliрi -hedef

bu muydu? Cenevre'den ayrılması onu bu hedefe iyice yaklaştırmıştı.
Paris'e yerleştikten üç yıl sonra Prag'dan bir mektup aldı.

Mektup Tomas'ın oрlundandı. Nasıl olmuşsa olmuş, Sabina'nın

kim olduрunu öрrenmiş, adresini bir yerlerden bulmuş,

'babasının en yakın dostu'na yazmaya karar vermişti.


Ona Tomas'la Tereza'nın ölümlerini haber veriyordu. Son

iki-üç yıllarını bir köyde geçirmişlerdi, Tomas oradaki devlet

çiftliрinde şoförlük yapıyordu. Zaman zaman arabayla komşu

kasabaya inip geceyi ucuz bir otelde geçirdikleri oluyordu.

Yol inişli çıkışlıydı, bindikleri kamyonet bir yere çarpmış ve

dik bir yokuştan aşaрı yuvarlanmıştı. Cesetleri tanınmaz

haldeydi. Polis kazadan sonra frenlerin son derece aşınmış

olduрunu saptamıştı.


Haberin etkisinden bir türlü kurtulamıyordu Sabina.

Geçmişiyle arasındaki son baр da kopmuştu.


Eski alışkanlıрı uyarınca, bir mezarlık gezintisi yaparak

sakinleşmeye karar verdi. En yakını Montparnasse Mezarlıрı'ydı.

Her bir mezarın başucunda küçük evler, minyatür şapeller

duruyordu bu mezarlıkta. Sabina, ölüler başuçlarına

saray taklitleri kondurulmasından neden hoşlansınlar ki, diye

düşündü. Mezarlık, kendini beрenmişliрin taşa dönüşmüş

haliydi. Ölünce akıllanacaklarına, mezarlık sakinleri yaşadıkları

zamankinden daha da ahmaklaşmışlardı. Anıtları ne

kadar önemli kişiler olduklarını belirtmek için dikilmişti.

Burada gömülü olanlar babalar, kardeşler, oрullar ya da nineler

deрil, yalnızca kamusal önemi olan kişiler; unvanları,

dereceleri, nişanları olan kişilerdi; şuradaki postacı bile seçtiрi

meslekle, toplumsal yeriyle -saygınlıрıyla- gösteriş yapıyor,

övünüyordu.


Bir mezar sırası boyunca yürürken, bir gömme töreni için

toplanan kişileri fark etti. Cenaze yöneticisinin eli kolu çiçek

doluydu, cenazeye katılan herkese bu çiçeklerden veriyordu.

Sabina'ya da bir tane uzattı. Sabina cenazecilere katıldı. Bir

sürü anıtın yanından dolaşıp geçerek henüz üzerine mezartaşı

konmamış mezarın yanına vardılar. Sabina çukurun

üzerine eрildi. Çukur son derece derindi. Çiçeрi içine attı. Zarif

taklalar atarak süzüldü indi, tabutun üzerine kondu çiçek.

Bohemya'da mezarlar bu kadar derin deрildi. Paris'te

yapılar nasıl daha yüksekse, mezarlar da daha derindi. Gözü

mezarın yanıbaşmda duran taşa ilişti. Tüyleri ürperdi ve

aceleyle eve döndü.


Bütün gün o taşı düşündü. Onu neden bu kadar ürkütmüştü

o taş?
Cevabını kendisi verdi: Mezarların üstü taşla örtüldüрünde,

ölüler bir daha dışarı çıkamazlar artık.
Ama ölüler zaten dışan çıkamazlar ki! Ha toprakla örtülmüşler,

ha taşla, ne fark eder?


Fark şu; mezarın üzeri taşla örtülmüşse bu, ölmüş kişinin

bir daha dönüp gelmesini istemiyoruz anlamına gelir. O

aрır mezartaşı ölüye: "Olduрun yerde kal!" der.
Bunun üzerine babasının mezarını düşündü Sabina. Mezarın

üzeri toprakla örtülüydü, topraktan çiçekler, hafifçe

mezarın üzerine doрru eрilen bir akaрaç çıkıyordu. Köklerle

çiçekler babasının ölüsüne mezardan kaçış yolu saрlıyorlardı.

Babasının üzeri taşla örtülmüş olsa, öldükten sonra

onunla hiç konuşamayacak, aрaçlarda kendisini baрışlayan

sesini hiç duyamayacaktı Sabina.
Tomas'la Tereza'nın gömüldükleri mezarlık nasıl bir yerdi acaba?
Gene onları düşünmeye koyuldu. Zaman zaman arabayla

komşu kasabaya gidip, geceyi ucuz bir otelde geçiriyorlardı.

Mektubun burası dikkatini çekmişti. Mutluydular demek ki.

Tomas'ı yaptıрı tablolardan biri olarak gözünün önüne getirdi

bir kere daha; önde Don Juan, naif bir ressamın elinden

çıkma geniş bir sahne dekoru ve dekordaki bir çatlaрın ardından

görünen şey, Tristan. Tristan olarak ölmüştü, Don

Juan olarak deрil. Sabina'nın ana-babası aynı hafta ölmüşlerdi.

Tomas ile Tereza aynı saniye. Birden müthiş özledi

Franz'ı Sabina.


Ona mezarlık gezintilerinden sözettiрinde, Franz tiksintiyle

ürpermiş, mezarlıkların kemik ve taş yıрınları olduklarını

söylemişti. Aralarında hemen o an bir anlaşamama uçurumu

açılmıştı. Montparnasse Mezarlıрı'nı gezdiрi güne kadar

Franz'ın demek istediрini anlayamadı Sabina. Ona karşı

bu kadar sabırsız davrandıрı için pişmandı. Belki de daha

uzun süre birlikte olsalar, kullandıkları sözcükleri anlamaya

başlarlardı Sabina'yla Franz. Sözcük daрarları yavaş yavaş,

ürkek ürkek, utangaç aşıklar gibi birbirine yaklaşır, birinin

müziрi ötekinin müziрiyle kaynaşmaya başlardı: Ama artık

çok geçti.
Evet, çok geçti ve Sabina Paris'ten ayrılacaрını, yeniden

oradan oraya gezeceрini biliyordu; çünkü burada ölecek olsa

üstüne bir taş örteceklerdi ve hiçbir yeri kendine yuva bellemeyen

bir kadın için bütün alıp başını gitmelerin sonuna

geldiрini düşünmek dayanılmazdı.
:::::::::::::::::
11
Franz'ın bütün dostları Marie-Claude'u tanıyorlardı; kocaman

gözlüklü kızı da tanıyorlardı. Ama hiçbiri Sabina'yı bilmiyordu.

Franz, karısının, dostlarına Sabina'dan sözettiрini

sanmakla yanılmıştı. Sabina güzel bir kadındı, Marie-Claude

herkesin onları birbirleriyle karşılaştırıp durmalarını istemiyordu.
Franz ilişkisinin anlaşılmasından korktuрu için, Sabina'dan

ne bir resim, ne bir desen, ne de onun bir fotoрrafını

istemişti. Sonuçta, Sabina yaşamından tek bir iz bile bırakmadan

çıkıp gitmişti. Yaşamının en harikulade yılını onunla

birlikte geçirdiрini gösterecek elle tutulur en ufak bir kanıt

parçası bile yoktu.


Ona sadık kalma isteрini daha da güçlendiriyordu bu

yalnızca.


Bazen apartman dairesinde birlikte otururlarken, kız

gözlerini okuduрu kitaptan kaldırır, ona soran bir bakış fırlatır:

"Ne düşünüyorsun?" diye sorardı.
Koltuрunda oturmuş, gözlerini tavana dikmiş bakarken

akla uygun bir cevap bulurdu Franz, ama aslında Sabina'yı

düşünüyordu.
Bilimsel bir dergide ne zaman makalesi çıkacak olsa, bunu

ilk okuyup onunla tartışan kız olurdu. Ama Franz'ın tek

düşündüрü Sabina'nın makale konusunda neler söyleyeceрi

idi. Her yaptıрını Sabina için, Sabina'nın yapılmasını isteyeceрi

biçimde yapıyordu.
Son derece masum bir aldatma biçimiydi bu ve gözlüklü

öрrenci sevgilisine en ufak bir kötülük etmeyecek olan

Franz'ın da çok işine geliyordu. Sabina kültünü aşktan çok

din olarak besliyor, pekiştiriyordu.


Hatta, o dinin teolojisine bakacak olursanız, kızı ona yollayan

da Sabina'ydı. Dünyevi aşkıyla dünyevi olmayan aşkı

arasında eksiksiz bir uyum vardı demek ki. Üstelik, eрer

dünyevi olmayan aşkı (teolojik nedenlerle) yüksek dozda anlaşılmazlık

ve kavranamazlık içerecekse (sadece yanlış anlaşılan

sözcükler sözlüрünü ve uzanıp giden ters anlamalar dizinini

hatırlamamız yeter), dünyevi aşkı gerçek bir karşılıklı

birbirini anlama üzerine kuruluydu.


Öрrenci sevgili Sabina'dan çok daha gençti ve yaşamının

müzikal örgüsü ancak kaba çizgileriyle belli olmuştu henüz;

Franz'ın kendisine saрladıрı her ezgi parçasına dört elle sarılıyordu.

Franz'ın Büyük Marş'ı onun da imanıydı artık. Şimdi

müzik onun için yeni bir Dionizyak esrimeydi. Sık sık birlikte

dans etmeye gidiyorlardı. 'Gerçek yaşıyorlardı' ve yaptıkları

hiçbir şey gizli deрildi. Dostları, meslektaşları, öрrencileri

ve tanımadıkları kişilerle birlikte olmaya özen gösteriyorlar,

onlarla oturmayı, içmeyi, sohbet etmeyi seviyorlardı.

Sık sık Alp Daрlarına geziye çıkıyorlardı. Franz eрilir, kız

sırtına atlayıp çıkar, Franz çocukluрunda annesinin öрrettiрi

uzun Almanca şiiri baрıra baрıra söylerken kırlarda koşarlardı.

Kız neşeyle kahkahalar atar, Franz'ın boynuna yapışırken

bir yandan da onun bacaklarına, omuzlarına, ciрerlerinin

gücüne hayran olurdu.
Tek anlam veremediрi şey onun Rus imparatorluрunun

işgali altındaki ülkelere beslediрi garip sempatiydi. Işgalin

yıldönümünde, Cenevre'deki bir Çek grubunun düzenlediрi

anma toplantısına katıldılar. Oda hemen hemen boştu. Konuşmacının

yapay dalgalı kırlaşmış saçları vardı. Dinlemeye

gelmiş birkaç hevesliyi bile sıkan uzun bir konuşma yaptı.

Fransızcayı doрru ama oldukça aksanlı konuşuyordu. Zaman

zaman bir noktayı vurgulamak için dinleyenleri tehdit edercesine,

işaret parmaрını havaya kaldırıyordu.
Gözlüklü kız esnemesini zor tutarken Franz onun yanında

mutluluktan kendinden geçmiş gülümsüyordu. Franz kır

saçlı işaret parmaрıyla hayranlık uyandıran zarif adama

baktıkça onu gitgide daha çok bir haberci, kendisiyle tapındıрı

tanrıça arasında bir aracı gibi görüyordu. Gözlerini, on beş

Avrupa ve bir tane de Amerikan otelinde, Sabina'nın üzerindeyken

kapadıрı gibi kapadı.
:::::::::::::::::
IV
RUH VE BEDEN
:::::::::::::::::
1
Tereza eve döndüрünde, saat sabahın bir buçuрunu bulmuştu.

Banyoya gitti, pijamalarını giydi ve Tomas'ın yanına

uzandı. Tomas uyuyordu. Tereza onun yüzüne eрildi, öperken

saçlarından tuhaf bir koku geldiрini fark etti. Bir daha,

bir daha kokladı. Ancak aşaрıdan yukarıya, köpek gibi kokladıktan

sonra anladı bu kokunun ne olduрunu; bir kadının

cinsel organlarının kokusu.
Altıda çalar saat çaldı. Karenin için büyük an gelmişti.

O, onlardan çok daha erken uyanıyordu, ama onları rahatsız

etmeyi göze alamıyordu. Sabırsızlıkla çalar saatin zilini bekliyordu,

çünkü bu ona onların yataklarına sıçrama hakkı veriyordu.

Üzerlerinde koşup oynuyor, burnuyla aрzıyla onları

dürtüklüyordu. Bir süre bunun önüne geçmeye çalıştılar,

onu yataktan aşaрı ittiler ama o, onlardan daha inatçı çıktı

ve sonuçta kendi haklarını korudu. Tereza son zamanlarda

güne Karenin tarafından karşılanmaktan son derece hoşlandıрını

fark etmişti. Uyanmak Karenin için katışıksız bir

zevkti; dünyaya geri döndüрünü her keşfedişinde toy, yalın

bir şaşkınlık gösteriyordu; bu ona gerçekten keyif veriyordu.

Tereza ise büyük bir isteksizlikle, gözlerini kapalı tutarak,

günü uzaklaştırmak istercesine uyanıyordu.


Işte şu anda Karenin holde durmuş, tasmasıyla kayışının

asılı olduрu şapkalıрa dikmişti gözlerini. Başını tasmadan

geçiriverdi ve birlikte alışverişe çıktılar. Süt, tereyaрı, ekmek

ve bir de her zamanki gibi Karenin'in sabah çöreрini

alacaklardı. Daha sonra, aрzında çöreрi Tereza'nın yanısıra

tin tin yürürken başını gururla bir o yana bir bu yana çeviriyordu,

sokaktan geçenlerin ilgisinden pek hoşnuttu.
Eve döner dönmez, aрzında çöreрiyle yatak odasının eşiрine

uzanıp yatar, Tomas'ın kendisini fark etmesini bekler

sürüne sürüne onun yanına gider, hırlayıp havlar, sanki Tomas

çöreрini onun aрzından çekip almak istiyormuş gibi yapardı.

Her gün aynı şey olurdu. Evin içinde beş dakika kadar

kovalamaca oynamadan Karenin masanın altına girip çöreрini

gövdeye indirmezdi.
Oysa bu defa boşu boşuna bekledi bu sabah törenini. Tomas'ın

önündeki masanın üzerinde ufak bir transistörlü radyo

vardı ve bütün dikkatini radyoya vermişti.
:::::::::::::::::
2
Çek göçmenleriyle ilgili bir programdı radyodaki; göçmen

topluluрuna sızmayı başarıp sonra Prag'a anlı şanlı bir dönüş

yapan bir Çek casusunun son dinleme yöntemleriyle

kaydettiрi özel konuşmalardan derlenmiş bir montaj. Içine

işgal yönetimi aleyhine söylenmiş bir iki sert sözcük serpiştirilmiş

sıradan gevezeliklerdi bnnlar, ama konuşmaların şurasında

burasında bir göçmenin ötekine 'geri zekalı' ya da

'üçkaрıtçı' dediрi duyuluyordu. Yayın bu önemsiz sözcükler

üzerine kuruluydu. Bunlar, göçmenlerin Sovyetler hakkında

söyledikleri kötü sözlerden de öte (ülkede kimse bunlara şaşırmıyor,

gücenmiyordu zaten) birbirlerine hakaret ettiklerinin

ve küfürlü sözcükleri uluorta kullandıklarının kanıtı olarak

sunuluyordu. Insanlar gün boyu küfürlü konuşur dururlar,

ama radyoyu açıp da tanınmış birinin, saygı duydukları

birinin her cümlede 'siktir' dediрini duydular mı, nedense

kendilerini ihanete uрramış hissederler.


"Bu iş Prohazka ile başladı," dedi Tomas.
Bir öküz kadar güçlü ve canlı, kırk yaşlarında bir romancı

olan Jan Prohazka, içişlerini daha 1968'den önce baрıra

çaрıra eleştirmeye başlamıştı. Daha sonra Prag baharının,

Rus işgaliyle son bulan o başdöndürücü komünist özgürleşme

döneminin en sevilen kişilerinden biri oldu. Işgalden hemen

sonra basın ona karşı bir çamur atma kampanyası başlattıysa

da ne kadar çamur atılırsa atılsın, halk onu daha

çok sevdi. Sonra (kesin tarih vermek gerekirse 1970'te) Çek

radyosu, Prohazka'yla bir profesör arkadaşı arasında bu tarihten

iki yıl önce (yani 1968 baharında) geçen bir dizi özel

konuşmayı yayımladı. Her ikisi de profesörün dairesinin dinlenmekte

olduрunu ve her adımlarının izlendiрini uzun süre

fark etmemişlerdi. Prohazka arkadaşlarını abartılı, aşırı konuşmalarla

eрlendirmeyi severdi. Aşırılıkları, abartıları haftalık

radyo dizisi olmuştu şimdi. Programın yapımcısı ve yönetmeni

durumundaki gizli polis, Prohazka'nın dostlarını - örneрin,

Dubçek- alaya aldıрı bölümleri vurgulamaya özen

gösteriyordu. Insanlar daha aрızlarını açtılar mı dostlarına

kara çalmaya pek meraklıdırlar, ama çok sevdikleri Prohazka

onları ölesiye nefret ettikleri gizli polisten daha büyük bir

şoka uрratmıştı.
Tomas radyoyu kapadı ve, "Her ülkenin gizli polisi var.

Ama bantlarını radyoda yayımlayan bir gizli polis -bu sade- ce

Prag'da olur işte, kesinlikle benzeri görülmemiş bir olay!" dedi.
"Bir benzerini biliyorum;' dedi Tereza. "On dört yaşındayken

gizli bir günlük tutuyordum. Birinin bulup okumasından

son derece korktuрum için, tavanarasında saklardım.

Annem kokusunu aldı. Bir gün, akşam yemeрinde, herkes

çorbasının üzerine eрilmişken, günlüрü cebinden çıkardı ve,

'Hey millet, dinleyin bakın!' dedi. Her cümlenin sonunda

kahkahalara boрuluyordu. Hepsi o kadar çok güldüler ki, bir

lokma yemek yiyemediler."


:::::::::::::::::
3
Tomas kendi başına kahvaltı edebilmek için Tereza'nın yataktan

geç kalkmasına çalışırdı her zaman. Tereza buna hiçbir

zaman boyun eрmezdi. Tomas yediden dörde, Tereza

dörtten geceyarısına kadar çalışıyorlardı. Tomas'la kahvaltı

edemedi mi, iki çift laf edecekleri bir tek pazar günleri kalıyordu

geriye. Tereza'nın Tomas kahvaltıya kalktıрında kalkıp

sonra gene yataрa girmesi bundandı işte.
O sabah yeniden yatıp uyumaktan korkuyordu, çünkü

saat onda Zofin Adası'ndaki saunada olacaktı. Birçoklarının

özendiрi bir şey olmasına raрmen, sauna ancak pek az kişiye

hizmet verebiliyordu ve içeriye girmenin tek yolu torpildi.

Neyse ki, gişedeki kız 1968'den sonra üniversiteden uzaklaştırılan

bir profesörün karısı, profesör de Tomas'ın eski hastalarından

birinin dostuydu. Tomas hastasına söyledi, hastası

profesöre söyledi, profesör karısına söyledi ve Tereza haftada

bir kere saunaya girmek için bir bilete kavuştu.
Oraya yürüyerek gitti Tereza. Birbirlerinin nefret dolu

kucaklarına itilen, birbirlerinin ayaklarına basan, birbirlerinin

palto düрmelerini koparıp, baрıra çaрıra hakaretler eden

insanlarla tıklım tıklım dolu tramvaylardan tiksiniyordu.

Yaрmur çiseliyordu. Insanlar acele acele yürürken, bir

yandan da şemsiyelerini açıyorlardı, öyle ki kısa zamanda

sokak da kalabalıklaştı. Şemsiyelerin kemerli tepeleri birbirine

çarpmaya başladı. Erkekler nazikti, Tereza'nın yanından

geçerken şemsiyelerini iyice yukarı kaldırıyor, yol veriyorlardı.

Ama kadınlar pes etmemeye kararlıydılar; her biri

dosdoрru ileriye bakıyor, karşısındaki kadının kendisinden

daha aşaрı olduрunu kabul edip kenara çekilmesini bekliyordu.

Şemsiyelerin karşılaşması bir güç sınavıydı. Önceleri yol

veriyordu Tereza, ama nezaketinin karşılık görmediрini anlayınca,

o da öteki kadınlar gibi şemsiyesine yapışıp, bütün gücüyle

karşıdan gelen şemsiyelere bindirmeye başladı. Hiç kimsenin

aрzından 'Özür dilerim' lafı çıkmıyordu. Çoрunlukla hiç

kimse bir şey söylemiyordu zaten ya, Tereza'nın kulaрına bir

ya da iki kere 'Şişko inek!' ya da 'Siktir!' sözü çalındı.
Şemsiyelerle silahlanmış bu kadınların yaşlısı da vardı

genci de, ama gençler daha yenilmez birer cengaverdi. Tereza

işgal günlerini, uzun direklerde bayrak taşıyan mini etekli

kızları hatırladı. Onlarınki cinsel bir öçtü; yıllar boyu kadınsızlıрa

zorlanan Rus askerleri bir bilim kurgu yazarının

kafasından çıkma bir gezegene düştüklerini sanmışlardı herhalde

-horgörülerini, benzerleri Rusya'da beş ya da altı yüzyıldır

görülmemiş, uzun güzel bacaklarında gezdiren akıllara

durgunluk verecek kadınlarla dolu bir gezegen...
Bu kadınların tankların önünde birçok resmini çekmişti.

Ne hayrandı onlara!.. Ve işte şimdi aynı kadınlar inadına,

domuzuna gelip çarpıyorlardı ona. Bayrak yerine şemsiye

vardı ellerinde, ama bunu da aynı gururla taşıyorlardı. Yollarından

çekilmeyi reddeden şemsiyeyle yabancı bir orduya

karşı savaşır gibi savaşmaya hazırdılar.


:::::::::::::::::
4
Yürüye yürüye eski kent meydanına çıktı -Tyn Kilisesi'nin

sivri, ürkünç kuleleri, gotik ve barok evlerin çarpık dörtgenleri.

On dördüncü yüzyıldan kalma ve bir zamanlar alanın

bütün bir kenarını kaplayan eski belediye binası yirmi yedi

yıldır haraptı. Varşova, Dresden, Berlin, Köln, Budapeşte

son savaşta hepsi korkunç yaralar almışlardı. Ama bu kentlerde

oturanlar kentlerini yeniden yapmış, tarihi mahalleleri

en ince ayrıntısına kadar onarmışlardı. Öteki kentlere oranla

Prag kentinde oturanlar bir aşaрılık duygusu içindeydiler.

Eski belediye binası savaşta yıkılan tek anıt binaydı; hiçbir

Polonyalı ya da Alman, onların savaş sırasında kendilerinden

daha az sıkıntılara katlanmakla suçlamasın diye onu harap

bırakmaya karar vermişlerdi. Savaşın kötülüklerini sonsuza

kadar hatırlatacak olan bu görkemli harabenin önüne, Komünist

Parti'nin Prag halkını dün olduрu gibi yarın da sürüler

halinde getirip seyretmeye zorlayacaрı şu ya da bu gösteride

kullanılmak üzere, metal borulardan bir tribün kurulmuştu.
Eski belediye binasının kalıntılarına bakarken birdenbire

annesini hatırladı Tereza; insanı, harabelerini, çirkinliрini

sergilemeye, zavallılıрıyla gösteriş yapmaya, kesik kolunun

yumrusunu açıp, bütün dünyayı buna bakmaya zorlayan o

sapkınca gereksinim! Son günlerde her şey annesini hatırlatır

olmuştu ona. On yıl önce bırakıp kaçtıрı annesinin dünyası

geri geliyor, onu dört bir yandan kuşatıyordu sanki. Sabah

Tomas'a annesinin, gizli gizli tuttuрu günlüрü yemekte, herkesin

kaba kahkahaları arasında okuyuşunu da bu yüzden

anlatmıştı işte. Bir şişe şarap eşliрinde sürdürülen özel bir

konuşma radyoda yayımlanabiliyorsa, dünya bir toplama

kampına dönüşüyor demek deрil de nedir bu?


Neredeyse çocukluрundan bu yana, Tereza ailesiyle sürdürdüрü

yaşamı anlatmak için kullanırdı bu deyimi. Toplama

kampı, insanların sıkış tıkış, gece gündüz sürekli bir arada

yaşadıkları bir dünyadır. Acımasızlık ve şiddet yalnızca

ikincil (ve hiç de vazgeçilmez olmayan) niteliklerdir. Toplama

kampı, kişinin özel yaşamının tamamen ortadan kalkmasıdır.

Özel yaşamının koruyuculuрuna sıрınarak bir şişe şarap


Yüklə 1,43 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   23




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə