Varolmanэn Dayanэlmaz Hafifliрi



Yüklə 1,43 Mb.
səhifə9/23
tarix30.12.2017
ölçüsü1,43 Mb.
#18694
növüYazı
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   23

mimari ve pencerelerdir. Ne duvarlarda bir tek resim ne de

şurda burda bir heykel vardır. Kilise bir jimnastik salonu gibi

bomboştur. Yalnızca tam ortasında, ufak bir rahip kürsüsünün

çevresinde geniş bir çember oluşturacak biçimde sıra

sıra iskemleler dizilmiştir. Iskemlelerin arkasında tahta localar,

kentin zenginleri için bitişik düzen sıralar vardır.


Iskemlelerle sıralar, duvarların biçimi ya da sütunların

konumu hiç mi hiç gözönüne alınmadan yerleştirilmiş gibidir;

sanki gotik mimariye yönelik bir kayıtsızlık ya da horlama

dile getirilmek istenmiştir böylece. Yüzyıllar önce Kalvinizme

inananlar, katedrali, tek işlevi iman edenlerin dualarını

yaрmurdan ve kardan korumak olan bir hangara çevirmişlerdir.


Franz büyülenirdi bu hangar karşısında: Tarihin Büyük

Yürüyüşü bu dev alandan geçip gitmişti!


Sabina, komünist darbenin hemen ardından Bohemya'daki

bütün şatoların nasıl millileştirilip el sanatı okulları,

huzurevleri ve hatta inek ahırları haline sokulduрunu hatırladı.

Inek ahırlarından birini gezip görmüştü: Demir halkaları

tutturmak için sıvayla kaplı duvarlara kancalar gömülmüştü,

bu kancalara baрlı inekler hülyalı bakışlarla pencerelerden

dışarıya, artık tavuklarla dolup taşan şato bahçesine

bakıyorlardı.


"Beni büyüleyen buranın boşluрu," dedi Franz. "Insanlar

mihraplar, heykeller, resimler, iskemleler, halılar, kitaplar

biriktiriyorlar, derken sevinç dolu bir ferahlama anı geliyor,

biriktirdiklerinin hepsini dünkü yemeрin artıkları gibi atıveriyorlar.

Bu katedrali süpürüp tertemiz eden Herkül süpürgesini

getirebiliyor musun gözünün önüne?"


"Yoksullar ayakta duruyormuş, ama zenginler sıralarda

oturuyorlarmış," dedi Sabina sıraları göstererek. "Ama bankerleri

dilencilere baрlayan bir şey varmış; güzelliрe duyulan

nefret!"
"Güzellik nedir ki?" dedi Franz ve kısa süre önce karısının

üstelemesi sonucu onunla birlikte bir sergi açılışına katılışı

geldi gözünün önüne. Söylevlerle sözcüklerin o sonsuz

kendini beрenmişliрi, sanatın, kültürün kendini beрenmişlikleri!
Sabina, hoparlörlerden dur durak bilmeksizin yayılan

neşeli marşlarla ruhu zenginlenerek gençlik kampında çalıştıрı

sırada, bir pazar günü ödünç bir motosiklet bulmuş, soluрu

daрlarda almıştı. Hiç tanımadıрı küçük, ırak bir köyde

durdu, motosikleti kilise binasına dayadı, içeri girdi. Ayin

yapılmaktaydı kilisede o sırada. Devlet dine baskı uyguluyordu,

onun için birçokları kilisenin kapısının önünden bile

geçmeye korkuyorlardı. Sıralarda oturanlar sadece yaşlı erkeklerle

kadınlardı, çünkü onlar yönetimden korkmuyorlardı.

Onların tek korktukları ölümdü.


Rahip sözcükleri ahenkli bir sesle söylüyor, cemaat de

hep bir aрızdan tekrarlıyordu. Bir duanın cemaatle birlikte

söylenen nakarat bölümleriydi bunlar. Gözlerini manzaradan

ayıramayan bir gezgin ya da yaşama bir türlü veda edemeyen

bir adam gibi, aynı sözcükler dönüp dönüp geliyorlardı.

Sabina en arka sıralardan birine oturmuş, gözlerini sözcüklerin

müziрini duymak için kapıyor, sonra altın rengi iri

yıldızlarla süslenmiş masmavi kemerli tavana bakmak için

açıyordu. Kendinden geçmişti.
Köyün kilisesinde hiç beklemediрi anda karşısında bulduрu

şey Tanrı deрildi; güzellikti. Çok iyi biliyordu ki ne kilise

ne de duanın sözcükleri kendi başlarına, kendiliklerinden

güzeldiler; günlerini şarkı adı verilen gürültü patırtı arasında

geçirdiрi inşaat alanına oranla güzeldiler. Ayin, ona ihanete

uрramış bir dünyanın beklenmedik, gizemli açılımı gibi

geldiрi için güzeldi.
O günden beri güzelliрin ihanete uрramış bir dünya olduрunu

biliyordu. Onunla karşılaşmanın tek yolu, güzelliрi kovuşturanların

gözünden kaçmış köşe bucaklara bakmaktı.

Güzellik, 1 Mayıs yürüyüşlerinin sahne gerisinde gizlenirdi.

Onu bulmak istiyorsak, dekorları yıkmak gerekirdi.
"Ilk defa bir kilise karşısında büyülenmiş gibi oldum,"

dedi Franz.


Onu böylesine coşturan ne Protestanlıktı ne de koyu çilecilik;

başka bir şeydi, son derece kişisel bir şey, Sabina'yla

tartışmaya cesaret edemediрi bir şey. Bir Herkül süpürgesi

alıp Marie-Claude'un bütün sergi açılışlarını, Marie-Anne'in

bütün şarkıcılarını, bütün konferansları ve sempozyumları,

bütün yararsız konuşmaları ve boşuna sözcükleri süpürüp

atmasını, yaşamından süpürüp çıkarmasını söyleyen bir ses

duyduрunu sanmıştı. Amsterdam'daki eski kilisenin boş; büyük

mekanı beklenmedik ve gizemli bir açılım sonucu kendi

özgürlüрünün imgesi gibi görünmüştü gözüne.


GÖÇ
Seviştikleri sayısız otellerden birinin yataрında Franz'ın kollarını

okşarken, Sabina: "Şu kasların yok mu! Akıl almaz şeyler!" dedi.


Franz onun övgüsünden haz duydu. Yataktan çıktı, kalçalarının

üzerine çöktü ve meşe aрacından aрır bir sandalyeyi

ayaрından kavrayarak yavaşça havaya kaldırdı. "Hiç

korkma," dedi. "Seni her şeyden korurum. Eskiden judo şampiyonuydum."


Elinde tuttuрu aрır sandalyeyi ta başının üzerine kadar

kaldırdıрında, "Bu kadar güçlü olduрunu bilmek ne iyi," dedi

Sabina.
Ama içinden, Franz güçlü olabilir oysa onun gücü dışarıya

yönelik dedi; iş birlikte yaşadıрı insanlara, sevdiklerine

geldi mi Franz zayıf. Franz'ın zayıflıрına iyi yüreklilik deniliyor.

Franz, Sabina'ya hiçbir zaman buyurmazdı. Tomas'ın

yaptıрı gibi aynayı yere yatırıp üzerinde çırılçıplak bir aşaрı

bir yukarı yürüme komutu vermezdi. Duyusal yanı eksik olduрundan

deрil; yalnızca buyuracak gücü yok. Ancak şiddetle

tamamlanan kimi şeyler vardır yaşamda. Bedensel sevgi

şiddetsiz düşünülemez.
Sabina; Franz'ın başının üzerinde tuttuрu sandalyeyle

odada boydan boya gezinip durmasını seyretti; sahne ona

abartılı ve gülünç göründü, içini garip bir hüzünle doldurdu.
Franz sandalyeyi yere, Sabina'nın tam karşısına koydu

ve üstüne oturdu. "Güçlü olmak hoşuma gidiyor elbette," dedi.

"Ama bu kasların Cenevre'de ne yararı var bana? Süs gibi

bunlar, tavus tüyü gibi. Yaşamım boyunca hiç kimseyle dövüşmedim."


Sabina kendi melankolik hayallerine dalmış gitmişti;

kendisine buyruklar yaрdıran bir erkek olsaydı yaşamında,

ne olurdu acaba? Efendisi olmak isteyen bir erkek? Ona ne

kadar katlanabilirdi Sabina? Beş dakika bile katlanamazdı!

Bundan da şu çıkıyordu ki hiçbir erkek onun aradıрı erkek

deрildi. Ister güçlü olsun ister zayıf.


"Gücünü neden hiç benim üzerimde kullanmıyorsun?" dedi.
"Sevgi insanın gücünden vazgeçmesi demektir de ondan,"

dedi Franz yumuşak bir sesle.


Sabina iki şeyin farkına vardı: Bir, Franz'ın sözleri soylu

ve doрruydu; iki, bu sözler onu Sabina'nın aşk yaşamından

kapı dışarı ediyordu.
GERÇEK YAŞAMAK
Kafka'nın güncelerinin ya da mektuplarının bir yerinde saptadıрı

bir formül bu. Franz nerede olduрunu tam hatırlamıyordu.

Ama bir türlü aklından çıkmıyordu bu iki sözcük.

'Gerçek yaşamak' ne demekti? Işi olumsuz yanından alırsak

kolay; yalan söylememek, gizlememek ve olduрundan başka

türlü görünmemek demekti. Oysa Sabina'ya rastladıрı günden

beri yalanlar içinde yaşıyordu Franz. Karısına Amsterdam'la

Madrid'deki varolmayan kongrelerden, konferanslardan

sözediyordu; Sabina'yla Cenevre sokaklarında yürümeye

korkuyordu. Üstelik yalan söylemekten, gizlenmekten de

hoşlanıyordu; onun için o kadar yeni şeylerdi ki bunlar. Bütün

cesaretini toplayıp okulu kıran, öрretmenin gözdesi öрrenci

kadar heyecanlıydı.
Sabina için gerçek yaşamak, ne kendi kendimize ne de

başkalarına yalan söylememek, ancak insanlardan uzak

olunduрunda mümkündü; yaptıрımız işlere başkasının gözü

deрdiрi an, ister istemez o göze hoş görünmeye çalışırız ve

yaptıрımız hiçbir şey dürüstçe olmaz. Bizi seyreden birilerinin

olması, bizi seyredenleri bir türlü aklımızdan çıkaramamak,

yalanlar içinde yaşamak demektir. Sabina, kişilerin

kendilerine ve dostlarına ilişkin bütün sırları eleverdikleri

edebiyat türünü aşaрılık bulurdu. Gizliliрini kaybeden her

şeyini kaybetmiş demektir, diye düşünürdü Sabina. Hele

bundan kendi iradesiyle vazgeçen kişi canavardı. Sabina'nın

yaşadıрı aşkı gizli tutmaktan en ufak bir acı duymaması da

bundandı işte. Tam tersine, ancak böyle davranarak gerçek

yaşayabilirdi o.


Öte yandan Franz, yaşamının özel ve kamusal olarak ikiye

bölünmesinin bütün yalanların kaynaрı olduрuna emindi;

kişi özel yaşamında başka bir şeydi, başkalarıyla birlikteyken

bambaşka bir şey. Franz için, gerçek yaşamak, özel ile

kamusal arasındaki engelleri yıkmak demekti. Andre Breton'un,

içini herkesin görebileceрi ve sır namına bir şey barındırmayan

camdan bir evde yaşamanın arzulanırlıрı üzerine

söylediklerini dilinden düşürmezdi Franz.


Karısının Sabina'ya, "Bu kolye çirkin!" dediрini duyduрunda,

bir dakika daha yalanı sürdüremeyeceрini, Sabina'yı

savunmaya koşacaрını biliyordu. Bunu yapmadıysa aralarındaki

gizli aşka ihanet etmemek içindi.


Kokteyl partinin ertesi günü, hafta sonunu geçirmek üzere

Sabina ile birlikte Roma'ya gitmeleri sözkonusuydu.

Franz, "Bu kolye çok çirkin!" cümlesini bir türlü unutamıyordu;

bu cümle Marie-Claude'u bambaşka bir gözle görmesine

yolaçtı. Karısının saldırganlıрı -incinmek bilmez, gürültücü

ve dirim gücüyle dopdoluydu- yirmi üç yıllık evlilikleri süresince

sabırla taşıdıрı iyilik yükünden kurtarmıştı onu. Amsterdam'daki

eski kilisenin o son derece geniş iç mekanını getirdi

aklına ve o boşluрun esinlendirdiрi garip, anlaşılmaz

ürpertiyi bir kere daha içinde duydu.


Kısa yolculuklarda yanına aldıрı bavulunu hazırlarken

Marie-Claude odaya daldı, partideki konuklar hakkında gevezelik

etmeye koyuldu; kimilerinin görüşlerini şiddetle benimsiyor,

kimilerininkiyle de alay ediyordu.


Franz ona uzun uzun baktı, sonra "Roma'da konferans

falan yok," dedi.


Marie-Claude anlamadı. "Peki neden gidiyorsun o zaman?"
"Dokuz aydır bir sevgilim var," dedi Franz. "Onunla Cenevre'de

buluşmak istemiyorum. Bu kadar çok yolculuk etmemin

nedeni bu. Senin de bilmenin zamanı geldi diye düşündüm."
Ilk bir iki sözcükten sonra cesaretini kaybetti. Marie-Claude'un

yüzündeki umarsızlıрı, sözlerinin uyandırmasını

beklediрi umarsızlıрı görmemek için başını öte yana çevirdi.
Kısa bir sessizlikten sonra, Marie-Claude'un "Evet, bilmemin

zamanı gelmişti," dediрini duydu.


Marie-Claude'un sesi o kadar sakindi ki Franz başını çevirip

ona baktı. Hiç de allak bullak olmuşa benzemiyordu

Marie-Claude; hatta bir gün önce partide o en buрulu sesiyle

"Bu kolye çok çirkin!" diyen kadının ta kendisiydi.


Sözlerini sürdürdü karısı: "Beni dokuz aydır aldattıрını

söyleyecek cesareti bulduрuna göre, onun kim olduрunu da

söyleyebilecek misin bakalım?"
Franz kendi kendine Marie-Claude'u incitmeye hakkı olmadıрını,

ondaki 'kadın'a saygı duyması gerektiрini söyleyip

durmuştu. Ama nereye gitmişti ondaki 'kadın'? Başka bir deyişle,

zihninde karısıyla baрdaştırdıрı anne imgesine ne olmuştu?

Yaslı ve yaralı anacıрı, bir ayaрına başka öteki ayaрına

başka pabuç giymiş anacıрı Marie-Claude'dan çıkmış

gitmişti -ya da belki hayır, zaten hiç Marie-Claude'un içinde

olmamıştı ki. Bir nefret çakıntısı içinde dank etti bu Franz'ın

kafasına.
"Senden saklamam için bir neden yok," dedi.
Karısını sadakatsizliрiyle yaralamayı başaramadıysa,

onu kimle aldattıрını söyleyerek yaralamayı başaracaрından

emindi. Gözünün içine bakarak, Sabina'nın adını söyledi.
Bundan kısa bir süre sonra havaalanında Sabina'yla buluştu.

Uçak yükselirken, gitgide daha hafiflediрini hissediyordu.

'Sonunda' dedi kendi kendine; dokuz aydan sonra ilk

olarak 'gerçek' yaşıyordu.


:::::::::::::::::
8
Franz birlikte paylaştıkları gizliliрin kapısını zorla aralamış

gibi geliyordu Sabina'ya. Sanki Marie-Claude'un, Marie-Anne'in,

ressam Alain'in, parmaрını sıkı sıkı tutan heykeltraşın

-Cenevre'de tanıdıрı herkesin- kafasının içindekileri

görebiliyordu. Şimdi artık ister istemez kendisini şu kadarcık

ilgilendirmeyen bir kadına rakip olacaktı. Franz, Marie-Claude'dan

boşanmak isteyecek, Franz'ın geniş evlilik yataрındaki

Marie-Claude'un yerini kendisi alacaktı. Herkes

olup bitenleri az ya da çok bir uzaklıktan seyredecek ve Sabina

herkesin önünde rol yapmak zorunda kalacaktı; Sabina

olmak yerine, Sabina rolü oynamak, bu rolü en iyi nasıl oynayabileceрine

karar vermek zorunda kalacaktı. Aşkı aрızdan

aрıza dolaşmaya başladıрı an, aрırlık kazanacak, bir yük

olacaktı. Sabina bunun düşüncesinden bile irkiliyordu.


Yemeрi Roma'da bir lokantada yediler. Sabina şarabını

içerken hiç konuşmadı.


"Kızmadın deрil mi?" diye sordu Franz.
Kızmadıрını söyleyerek güvence verdi ona Sabina. Aklı

hala karmakarışıktı, mutlu mu mutsuz mu olsun henüz bir

karar verememişti. Amsterdam ekspresinin yataklı vagonunda

karşılaştıkları günü, Franz'ın önünde diz çöküp beni

tut, beni sıkı sıkı tut, hiç bırakma demek istediрi günü hatırladı.

Ihanetlerden kurulu o tehlikeli yolun sonuna gelmeyi

ne kadar çok istemişti. Her şeye bir son vermek, dur demek

istemişti.


Bu özlemi yoрunlaştırmaya, yardımına çaрırmaya, ona

yaslanmaya ne kadar çalışırsa çalışsın, hoşnutsuzluk duygusu

giderek artıyordu sadece.
Roma sokaklarında yürüyerek otellerine geri döndüler.

Çevrelerini saran Italyanlar baрırış çaрrışlarla, el kol hareketleriyle

müthiş bir şamata yaptıklarından, Franz'la Sabina

kendi sessizliklerini duymadan sessizce yürüyebiliyorlardı.


Sabina uzun uzun yıkandı banyoda; Franz battaniyenin

altında onu bekledi. Her zaman olduрu gibi küçük lamba yanıyordu.


Sabina banyodan çıktıрında lambayı söndürdü. Ilk defa

yapıyordu bunu. Franz yeterince dikkatli deрilmiş demek ki.

Farkına varmadı, çünkü ışık onun için bir anlam taşımıyordu.

Bildiрimiz gibi, sevişirken gözlerini kapıyordu.


Aslını isterseniz, Sabina'yı lambayı söndürmeye iten şey

onun kapalı gözleriydi. O inik gözkapaklarına bir an bile dayanamayacaktı

artık. Gözler ruhun penceresidir, derler ya.

O zaman, kapalı gözleriyle üzerinde gidip gelen Franz'ın bedeni,

ruhsuz bir bedendi demek ki. Henüz gözleri açılmamış,

meme aranan yeni doрmuş bir hayvan gibi. Kasları gelişmiş

Franz, cinsel birleşme anında memelerine yapışmış dev bir

hayvan yavrusuna benziyordu. Gerçekten de, sanki meme

emiyormuş gibi Sabina'nın meme ucunu aрzına almıştı! Belden

aşaрısının yetişkin bir erkek, belden yukarısının ise meme

emen bir bebek olması, böylece Sabina'nın bir bebekle sevişiyormuş

gibi olması, iрrençliрe varan bir şeydi. Hayır,

Franz'ın bedeninin kendi bedeni üzerinde umarsızca gidip

gelmesini bir daha hiç görmeyecekti, ona bir daha hiç meme

vermeyecekti eniрine meme veren bir dişi köpek gibi, bugün

sondu, son, geri dönüşü yoktu artık bu işin!


Elbette, büyük haksızlık ettiрini biliyordu, Franz yaşamına

giren en kusursuz erkekti -akıllıydı, resimlerini anlıyordu,

yakışıklı ve iyi yürekliydi- ama üzerinde düşündükçe

bu aklı yerle bir etmek, yufka yürekliliрini kirletmek, onun o

güçsüz gücünün ırzına geçmek istiyordu.
O gece, bunun son sevişmeleri olduрunun bilinciyle daha

da kendinden geçerek, her zamankinden daha aklı başından

gitmiş bir biçimde sevişti Sabina. Sevişirken uzaklarda, çok

çok uzaklardaydı. Kendisini uzaklarda çaрıran ihanetin altın

borusunu bir kere daha duydu ve direnmeyeceрini anladı.

Önünde geniş bir özgürlük yolunun açıldıрını sezdi ve bu yolun

uçsuz bucaksızlıрı başını döndürdü. Franz'la hiç sevişmediрi

biçimde, çılgın, sınır tanımaz bir sevişmeyle sevişti.


Onun üzerinde hareketsiz yatarken hıçkırıyordu Franz;

anladıрından emindi; Sabina yemek boyunca hiç konuşmamış,

kararı hakkında tek bir laf etmemişti, ama işte cevabı

buydu. Sevincini, tutkusunu, onayını, onunla sonsuza kadar

yaşama arzusunu açıkça göstermişti.
Franz kendini görkemli bir boşluрa doрru doludizgin at

koşturan bir binici gibi hissediyordu, karısından, kızından,

her türlü aile düzeninden arınmış bir boşluk, Herkül süpürgesiyle

süpürülüp tertemiz edilmiş bir boşluk, aşkıyla dolduracaрı

görkemli bir boşluk.
Her biri ötekinin üzerine binmiş, altındakini bir at gibi

koşturuyordu; ikisi de kendi arzularının derinliklerine doрru,

kendilerini özgürleştiren ihanetlerle esrimiş bir halde,

doludizgin koşturuyorlardı. Franz, Sabina'nın üzerine binmiş

gidiyordu, karısına ihanet etmişti. Sabina, Franz'ın üzerine

binmiş gidiyordu, Franz'a ihanet etmişti.


:::::::::::::::::
9
Yirmi yıl süreyle annesini -zavallı, korumasına muhtaç zayıf

bir yaratık- görmüştü karısında. Bu imge içinde çok derine

kök salmıştı, üç günde söküp atamıyordu. Eve dönerken, vicdanı

Franz'ı rahatsız etmeye başladı; kendisi çekip gittikten

sonra Marie-Claude'un yıkılmış olmasından, onu büyük bir

gönül yarası almış bulacaрından korkuyordu. Bir hırsız gibi

sessizce kapıyı açtı ve kendi odasına gitti. Bir an durdu, dinledi:

Evet, evdeydi Marie-Claude. Bir an duraksadıktan sonra

onunla her zamanki gibi merhabalaşmak üzere karısının

odasına gitti.


"Ne!" diye baрırdı kadın, yalancıktan şaşırmış gibi yaparak

kaşlarını havaya kaldırdı. "Sen? Burada, ha?"


"Başka nereye gidebilirim ki?" demek istedi Franz (gerçek

bir şaşkınlıkla), ama bir şey demedi.


"Şu işi açıkça konuşalım mı, ne dersin? Hiç zaman geçirmeden

onun evine taşınmanda hiçbir sakınca yok bence."


Roma'ya gitmek üzere evden ayrıldıрı gün, Franz ne yapacaрına

kesin olarak karar vermemişti. Eve döneceрini,

Marie-Claude'u gereрinden fazla incitmemek için her şeyi

dostça bir hava içinde konuşacaklarını düşünmüştü. Onun

kendisini kılını bile kıpırdatmadan, soрuk bir sesle kapı dışarı

edebileceрi aklına bile gelmemişti.


Bu, işleri kolaylaştırıyordu gerçi ama gene de bozum olmuştu.

Bütün yaşamı boyunca onu incitmekten korkmuş,

kendi isteрiyle insanı sersem eden tek eşlilik sıkıdüzenine

uymuştu, şimdiyse aradan yirmi yıl geçtikten sonra, her şeyin

boşuna olduрunu, bir yanlış anlama yüzünden düzinelerle

kadından vazgeçtiрini öрreniyordu ansızın!


O gün öрleden sonra dersini verdi ve oradan dosdoрru

Sabina'ya gitti. Geceyi onda geçirip geçiremeyeceрini sormayı

düşünüyordu. Zili çaldı ama kimse cevap vermedi. Gidip

sokaрın karşısındaki kafe'ye oturdu, gözlerini inatla Sabina'nın

oturduрu eve dikti.
Akşam oldu, ne yapacaрını bilmiyordu. Tüm yaşamı boyunca

yataрını tek Sabina'yla paylaşmıştı. Eve, Marie-Claude'un

yanına gitse nerede yatacaktı acaba? Yan odadaki

divanın üzerine bir yatak yapabilirdi elbette. Ama bu eksantrik

davranış olmaktan öteye gider miydi? Kötü niyet işareti

gibi görünmez miydi? Ne olursa olsun, onunla dost kalmak

istiyordu canım! Gene de, karısıyla aynı yataрa girmek

sözkonusu olamazdı. Onun kendisine alaycı bir sesle neden

Sabina'nın yataрını yeрlemediрini soruşunu duyabiliyordu.

Bir otelde oda tuttu.


Ertesi gün, sabah, öрle ve akşam Sabina'nın zilini çaldı

durdu.
Daha ertesi gün kapıcıya başvurdu. Kapıcının bu konuda

bilgisi yoktu, ev sahibiyle görüşmesini söyledi. Franz ev sahibine

telefon etti ve iki gün önce Sabina'nın çıkacaрını haber

verdiрini öрrendi.
Bunu izleyen birkaç gün boyunca, onu hala yerinde bulmayı

umut ederek düzenli aralarla eve uрradı. Sonunda kapıyı

açık bulduрu bir gün, tulumlar giymiş üç adamın mobilyaları

ve tabloları dışarıya park edilmiş bir kamyona yüklemekte

olduklarını gördü.
Mobilyaları nereye götürdüklerini sordu onlara.

Adamlar adresi açıklamamak için kesin emir aldıklarını

söylediler.
Bu gizli adresi öрrenmek üzere çıkarıp birkaç frank vermek

üzereydi ki, birden bunu yapacak gücü kalmadıрını hissetti.

Acısı iyice kırmıştı belini. Hiçbir şey anlamıyordu, ne

olup bittiрi konusunda en ufak bir fikri yoktu; tek bildiрi Sabina'yla

tanıştıрından beri böyle bir şeyler olmasını beklediрiydi.

Olacak olmalıydı. Franz direnmeye çalışmadı.


Kentin eski mahallelerinden birinde küçük bir apartman

katı buldu kendine. Karısıyla kızının evde olmayacaklarını

bildiрi bir sıra, elbiselerini ve kitaplarının en önemlilerini almak

üzere eski evine gitti. Marie-Claude'un yokluрunu hissedeceрi

hiçbir şeyi almamaya dikkat etti.
Bir gün, bir kafe'nin camının gerisinde gördü onu. Iki kadın

arkadaşıyla birlikte oturuyordu. Durmadan aрız burun

oynatmaya olan aşırı düşkünlüрünden dolayı zaten kırışıklıklarla

çizgi çizgi olmuş yüzü gene kıpır kıpırdı. Kadınlar

yaklaşmış onun söylediklerini dinliyor, durmadan kahkahalar

atıyorlardı. Franz onlara kendisinden sözettiрi duygusunu

bir türlü üstünden atamadı. Franz'ın onunla yaşamaya

karar verdiрi gün Sabina'nın Cenevre'den çekip gittiрini biliyordu

kuşkusuz. Ne komik bir hikaye, deрil mi! Karısının arkadaşlarının

alay konusu olmasına şuncacık şaşmadı Franz.


Günün her saatinde Saint-Pierre Kilisesi'nin çanları duyulan

yeni dairesine döndüрünde, maрazadan yeni yazı masasının

gelmiş olduрunu gördü. Marie-Claude'la arkadaşlarını

o an unuttu. Hatta bir an Sabina'yı bile unuttu. Yazı masasının

başına oturdu. Bu masayı kendi eliyle seçtiрine

memnundu. Yirmi yıl boyunca kendi seçmediрi eşyalar arasında

yaşamıştı. Her şeyi Marie-Claude seçmişti. Işte şimdi

küçük bir çocuk olmaktan çıkmıştı; yaşamında ilk olarak

kendi başınaydı. Ertesi gün bir kütüphane yaptırmak üzere

marangozla görüştü. Kütüphanesinin planlarını çizip evinin

neresine yerleştireceрini düşünerek günler geçirdi.
Sonra öyle bir an geldi ki, büyük bir şaşkınlıkla çok da

mutsuz olmadıрını fark etti. Sabina'nın varlıрı sandıрından

çok daha az önemliydi. Önemli olan, onun kendi yaşamında

bıraktıрı altın ayak iziydi, hiç kimsenin silemeyeceрi sihirli

ayak izi. Yaşamının ufkundan kaybolup gitmeden önce

Franz'ın eline o Herkül süpürgesini tutuşturuvermişti Sabina;

Franz da bunu eline alıp yaşamında horgördüрü her ne

varsa süpürüp atmıştı. Ansızın gelen bir mutluluk, bir tamamlanmışlık

duygusu, özgürlükten ve yeni bir yaşamdan

kaynaklanan bir sevinç -Sabina'nın ona bıraktıрı armaрan-lar

bunlardı işte.
Aslında her zaman gerçek olmayanı gerçek olana yeрlemişti.

Nasıl kendini öрrencilerle dolu bir anfide deрil de gösteri

yürüyüşlerinde iyi hissediyorsa (ki demin de söylediрim

gibi bunlar tümüyle oyundu, rüyaydı), 'görünmez tanrıça' Sabina

ile de, birlikte bütün dünyayı gezdiрi ve hep kaybetmekten

korktuрu Sabina ile olduрundan çok daha mutluydu.

Sabina ona kendi başına yaşayan bir adamın beklenmedik

özgürlüрünü sunmakla tepesine bir çekicilik halesi kondurmuştu.


Yüklə 1,43 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   23




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə