253
1
el- Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ , II/262.
2
el- Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ , II/262.
3
es-Suyutî, Abdurrahman b. Ebî Bekr, el-Hâvî li’l-Fetâvâ,II /412; el-Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, II/362;
Aliyyu’l-Kârî, el-Esrâru’l-Merfûa, 351.
4
22/ Hac : 47.
5
4/ Nisâ : 174.
6
7/ A’râf : 157.
7
el-Buhârî, K. İsti’zân, 1;el-Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, I/379 Müslîm, K. Birr, 115; İbn Hanbel,
II/244,251,315,323,434.
8
İbn Arabî, el-Futûhât, I/283; IV/12.
9
el- Aclûnî; , Keşfu’l-Hafâ, II/ 262.
10
4/ Nisâ : 150-151.
11
el- Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, I/265.
12
48/ Fetih : 26.
13
el- Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ , I /190.
14
24/ Nûr : 35.
15
57/Hadîd:13.
16
45/Câsiye : 29.
17
5/ Mâ’ide :116.
18
el- Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ , II/262.
19
48/ Fetih : 26.
20
el- Aclûnî, , Keşfu’l-Hafâ, I /203.
21
4/ Nisâ : 171.
22
48/ Fetih : 26.
23
el- Aclûnî, , Keşfu’l-Hafâ, I /203.
24
2 / Bakara : 246.
25
36 / Yâsîn : 14.
26
70 / Meâric : 4.
27
et-Tebrîzî, Mişkâtü’l-Mesâbîh, 5745.
28
2 / Bakara : 31.
29
el- Aclûnî, , Keşfu’l-Hafâ, I /203.
30
52 / Tûr : 1-2-3.
31
52 / Tûr : 2-3.
32
41/ Fussilet : 54.
33
41/ Fussilet : 54.
34
41/ Fussilet : 21.
35
17 / İsrâ : 44.
36
64/ Tekâbûn : 1.
37
Müslim, Sahîh, Kitabu’z-Zekât, 54; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V/354.
38
7/A’râf:142.
39
36/Yâsîn: 12.
40
Ahmed b. Hanbel, Müsned, II/222, III/145; Ebu Davud, Sünen, K. Sunne,1; et-Tirmizî, Sahîh,
K.İmân,18, İbn Mâce, Sünen, K.Fiten,17.
41
13/ Ra’d : 43.
42
13/ Ra’d : 43.
43
13/ Ra’d : 43.
44
5/ Mâide : 54.
45
2/ Bakara : 255.
46
4/ Nisâ : 113.
47
17/İsrâ: 86.
48
6/En’âm: 115.
49
17/İsrâ: 87.
50
7/A’râf: 43.
254
7. SONUÇ
Hurûfîliğin kurucusu olan Fazlullah-ı Hurûfî’nin Şirvan veya Hazar denizinin
güney doğusundaki Esterâbâd şehrinde doğduğu söylenmektedir. Sûfî bir aileden
geldiği, babasının ve dedesinin sûfî olduğu bilinen Fazlullah, Mevlânâ’yı rüyasında
görür ve bir vahdet-i vücutçu olarak ortaya çıkar. Câvidân-nâme onun en önemli
eseridir.
Kurucusu
olduğu akımı öncelikle İsfahan’da yaymaya başlayan Fazlullah, ilk
zamanlarda düş yorumuyla işe başlamış ve bu yönüyle şöhret kazanmıştır. Fazlullah,
düş yoluyla hakikat bilgisine ulaştığını, bazı sırlara bu yolla vakıf olduğunu ileri
sürmüştür. Bu anlayış bâtınî te’vil geleneğinin temel dayanağıdır. Hatta düş yorumu
alanında o kadar ileri gitmiştir ki sahib-i te’vil lakabıyla anılmaya ve düş te’vili
konusunda Hz. Yusuf ayarında görülmeye başlanmıştır.
Hurûfîliğin filizlenmeye başladığı döneme damgasını vuran güç hiç şüphesiz
Moğollar’dır. Bu imparatorluğun en önemli ismi Timur’dur. Timur’un medrese ve
tarikatlara hoşgörülü yaklaşımından bir dönem Fazlullah da yararlanmış ve
Hurûfîliğin yayılmasını böyle bir atmosferde gerçekleştirmiştir.
Ferişteoğlu Abdülmecid İzmir Tire’de doğmuştur. Doğum tarihi konusunda
herhangi bir kayıt bulunmamaktadır. Babası Kadı İzzüddin’dir. Kardeşi olan İbn
Melek’in oğlu olduğu belirtilmekte ancak bunu doğrulayacak herhangi bir kayıt
yoktur. Ferişteoğlu’nun ölüm yeri Tiredir. Ölüm tarihi konusunda ihtilaf
bulunmaktadır. Ancak tüm kaynaklara göre 1469’dan önce ölmüştür. En önemli eseri
şüphesiz Işk-nâme’dir. Yurt içi ve yurt dışı kütüphanelerde bir çok yazma nüshası
bulunmaktadır. Âhiret-nâme, Hidâyet-nâme, Hâb-nâme ve Lugat-i Kanûn-ı İlâhî
onun diğer eserlerdir. Lugat-i Kanûn-ı İlâhî dışında kalan eserler üzerine herhangi bir
çalışma yapılmamıştır.
Öncelikle vurgulanmalıdır ki , Hurûfîlik yalnız kelimelere verilen çeşitli
anlamlarla yetinmemekte, daha da ileri giderek kelimeleri meydana getiren harflerin
255
de gizli anlamlar taşıdığını ileri sürmekte ve bu sûretle ayet ve hadisleri, harflerle ve
harflerin sayısı ile izah etmektedir. Ne var ki , harf simgeciliği ve sözün kutsallığı
Hz. İbrahim’den bu yana çeşitli din ve düşüncelerde varlığını sürdürmektedir. Bunun
yanında harflere kutsallık atfedip onlardan farklı anlamlar çıkarma şeklinde ortaya
çıkmış bâtınî te’vil geleneklerinin ardılı olan Hurûfîlik, dini emirleri söz, harf /
harflerle ve insan sûretiyle te’vil ederek bir yandan insanı tanrısallaştırırken diğer
yandan da tanrıyı insanlaştırmıştır.
Hurûfîlik, Sünnî bölgelerde Sünnîliği, Şiî bölgelerde Şiîliği kabul eder
görünmekle birlikte Şiî-Bâtınî karakterini her zaman muhafaza etmiştir. Hiçbir
zaman müstakil varlık bulamaması, özellikle Mevlevî, Alevî-Bektaşî ve Melâmî
tarikatlarına nüfuz etmesine neden olmuştur.
Hurûfîliğin ne zaman ve nasıl doğduğu bilinmemekle birlikte gerçek
anlamıyla M.Ö. IV. III. yüzyıllardan itibaren Ortadoğu’daki Helenestik-Gnostik
karakterli dinlerde ortaya çıktığı görülmektedir. Çok eskiden beri tabiatta varlığı
kabul edilen gizli güçler, şekil ve harflerle ifade edilmeye çalışılmış, sonuçta tabiat
bilimlerinden önce efsun, tılsım, sihir gibi yöntemlerle “Hurûf” ilmi adı altında
ilimler ortaya çıkmıştır.
XIV ve XV. yüzyıllarda Hurûfîliğin yayıldığı başlıca merkezler, Horasan,
İsfahan, Tebriz ve Anadolu’dur. Hurûfî metinlerin ketebe kayıtlarından anlaşıldığına
göre Hurûfîliğin faaliyet merkezleri, Rumeli’de Deliorman, Arnavutluk, Filibe,
Tatarpazarcığı, Varna; Mısır’da İskenderiye; Anadolu’da Akçahisar ve İstanbul’dur.
Ayrıca devlet arşivlerindeki kayıtlardan anlaşıldığına göre XVI-XVIII. yüzyıllarda
Anadolu’da Bitlis, Akçahisar, Eskişehir, ve Sivas yörelerinde Hurûfîler
bulunmaktadır.
Osmanlı Devleti’nde Hurûfîliğin, Çelebi Mehmet ve oğlu Sultan Murat
zamanından başlayarak, Fatih Sultan Mehmet’in gençliği döneminde saraya kadar
sızmıştır. Hurûfîler Herat, İsfahan ve Tebriz’de uyguladıkları yöntemlerle bir taraftan
Dostları ilə paylaş: |