9
Bu tip savaşlar üzerindeki tartışmalarımızın önemli bir içeriği daha var, bu da, savaş
şehitleri. Çok uzun bir süre araştırmacılar çarpışmalar sırasında savaşçıların çok fazla
şehit vermediklerini düşünüyorlardı ve bu tahmini, demin bahsettiklerime dayanarak
yapmışlardı. Bu dersi çok gençken almış, şimdi yaşlı olan bir ‘Yale’li, sonradan Antik
Dönem Yunan tarihçisi oldu ve bu soruya bir yanıt buldu. Antik kaynaklardan bildiğimiz
Yunanlıların tüm savaş bilgilerini topladı ve şehitler konusunda verilere bakıp,
bahsedildiği kadar ölüleri sayarak hoplit savaşlarının yaklaşık yüzde 15 kayıpla
sonuçlandığı sonucuna vardı. Aslında bulduğu, kazanan tarafın yüzde 5 kaybedeninse
yüzde 15’e varan sayılarıydı. Düşünün bakalım. Sakın bunların kansız ya da kolay
olduğunu sanmayın. Çok kanlıydı ve sonuçlar savaş ortamına göre değişkenlik
göstermekteydi.
Savaşın sonlandığı çeşitli göstergelerle anlaşılmaktaydı. İlk ve iyi olanı kazanır, kaybeden
kaçardı. Yunanlılar için her şeyin kuralına uygun olması çok önemliydi. Bu
söyleyeceklerim hakkında aslında tartışmalar hala devam etmektedir: Savaş konusunda
izlenilen ciddi protokoller vardı. Bazıları bunların çok ve kısıtlayıcı olduğunu savunur,
başkaları da bunların çok az olduğunu ve kısıtlayıcı olmadığını. Bu konu tartışmaya açık.
Ama aslında bazı şeyler tartışılır değil, örneğin, ben bir savaş kazandım diyebiliyorsam
bunu kanıtlayabiliyor olmalıyım. Nasıl yani? Çünkü artık savaştığımız topraklara
egemenim demektir. Dolayısıyla ben de onların yaptıklarını yapıyorum. Elinize bir sopa
alın, yere vurun, üstüne ele geçirdiğiniz bir miğferi takın, ya da ele geçirdiğiniz bir zırhı,
kaybedenlerin geride bıraktığı savaş takımlarından bir şeyi yani. Buna trophaion diyoruz.
Trophaion kelimesi dönmek anlamına gelen ‘trefo’dan türemiştir. Düşmanın geriye
dönüp kaçtığı yer anlamına gelir. Bu alana şimdi biz sahibiz, onların savaş malzemesini
biz ele geçirdik, dolayısıyla savaşı biz kazandık anlamına gelmektedir.
Kimin kazanıp kazanmadığını anlamanın bir başka yolu da, kazananlar, dolayısıyla savaş
alanına egemen olanlar, ölülerini toplayabiliyor ve kurtulabilenlere yardım edebiliyordu,
ölüleri de gömebiliyordu; kimseden izin almamız gerekmiyordu. Gömü aslında çok
önemliydi. İlyada ve Odysseia’daki okumalarınızdan hatırlayacağınız gibi, Yunan dininde
ölülerin uygun bir biçimde gömülmesi çok önemliydi. Eğer gömülmezlerse sonsuza dek
ruhları sefalet ve acı içinde kalacaktı. Eğer cesetleri uygun bir şekilde gömülmediyse
Hades’te rahatlık içinde kalamazlardı; dolayısıyla bu kesinlikle yapılmalıydı. Kaybeden
taraf, kazanana gelip, ondan ölüleri toplayıp uygun şekilde gömebilmek için izin isterdi.
Genellikle izin verilirdi ve ölülerini gömerlerdi, ama bu istek tabii ki aşağılayıcı
konumlarını kabullendiklerinin göstergesiydi. Ancak kazananların izniyle gelip ölülerini
toplayıp, gömebiliyorlardı. Bu durumda kimin kazandığı ve kimin kaybettiği çok açık
ortaya çıkmaktaydı, ki Yunanlıların 8. yüzyıldan 4. yüzyıla kadar yaptıkları hoplit
savaşlarında kazananlar ve kaybedenler arasındaki bu denge hiç bozulmamıştı;
kazananlar kazanır, kaybedenler de kaybederdi.
Yunan toplumundaki her şey gibi bu da bir yarışmaydı ve kazanan taraf gururla kabarır,
kaybedense utanca boğulurdu. Homeros’un kahramanları için de aynı şeyi söylemiştik,
değil mi? Ama arada bir farklılık var; ne kendileri için ne de aileleri için savaşmıyorlardı;
10
biraz kendileri, yani kendi kleiosları için savaşıyorlardı, ama aslında, şehirleri için
savaşıyorlardı; kahramanca savaşıp kaybetseler bile tabii ki kendi şehirleri tarafından
gururla anılacaklardı. Ama ya utanç dolu bir şey yaptılarsa? Ya kaçtılarsa? Bu konuyu
daha derinden, Sparta hakkında konuşurken işleyeceğiz. Tyrtaeus’un bize anlattığı
aslında bunun ne denli kötü karşılandığıdır, gerçekten çok kötü. Bu gurur ilkesi
konusunda Homeros’un dünyasından gelen bir devamlılık var aslında, kişiden tüm şehir
kavramını, yani polisi içerecek nitelikte gelişen bir devamlılık.
Görebiliyorsunuz değil mi, tüm erişkin erkekler savaşıyordu. Ama bir dakika, bu doğru
değil. Önemli bir konudan bahsetmedim. Herkes
hoplit phalanksında savaşamıyordu.
Kasaba, şehir, polis, bunların hiç biri savaşçılara korunmak için zırh sağlamıyordu. Eğer
tabii kendi silahları sağlayacak güçleri yok ise, bazen silah sağlıyordu; genellikle
yurttaşların büyük bir çoğunluğu phalanks da savaşamayacak kadar fakirdi. Bu durum
daha sonra çok ama çok önemli bir boyuta ulaşmıştır, özellikle Yunan fikrine göre,
vatandaşlık ve askeri başarı arasında bir bağlantı olduğunu düşünürsek, – yani Yunanlılar
bu kavramı tamamen kabullenmiş durumdaydı. Daha sonra 4. yüzyılda Aristoteles
Devlet’i yazarken bu savaş stilinin bugün elinizde olan nitelikte anayasayla bağlantı
olduğunu vurgular.
Açık seçik der ki, eğer atlıları asıl güç olarak kullanırsanız, devletiniz, yönetim şekli olarak
aristokrasi olacaktır. Eğer
hoplit kullanırsanız, devletiniz Aristoteles’in
politea olarak
adlandırdığı ılımlı bir rejim olur. Eğer deniz gücüne dayanırsanız, devletiniz alt
tabakaların üstün olduğu bir demokrasi olur. Aralarında gerçek bir bağlantı vardı ve
buna gerçekten inanıyorlardı. Polis öncesi veya polisin erken dönemlerinde, aristokratik
yönetimden uzaklaşırken, aynı zamanda polis olarak gördüğümüz sistem ortaya
çıkarken, orta sınıfın, yani Hanson’a göre çiftçilerin, şehir meclislerine girebilecek politik
güç kazandıklarını, hoplit olabildiklerini, ama fakirlerin dışlandığını ve savaşçı
olamadıklarını görmekteyiz. Çoğu Yunan devleti, hoplit stili savaşın ötesine gitmemekle
birlikte, sadece hoplitlere politik haklar tanıyan oligarşi yönetimini koruyan
anayasalarının da ötesine geçememişlerdi. Tamam burada duralım, ne de olsa 20
milyon farklı şey söyleyebilirdim, özellikle nasıl savaştıkları hakkında sorular
sorabilirsiniz, ama phalanksımız olduğu sürece ve ihtiyaç oldukça kullanmayalım da ne
yapalım?
5. Bölüm: Hoplit ve Phalanks Hakkında Soru ve Yanıtlar
Sorunuz var mı? Evet?
Öğrenci: Nasıl idman yapıyorlardı, yani aslen çiftçi değiller miydi?
Profesör Donald Kagan: Bu sorunun yanıtı, neredeyse, hiç. Burada kilit bir noktaya
dikkat çektin; askeri talim minimaldi. Ama aynı zamanda, çok fazla da talime ihtiyaç
yoktu. Düşünün bir kere, ne kadar beceri lazımdı ki? Teknik özellikler nelerdi? Eğer