Sınır Özel Sayısı, Yaz 2016
55
temden bir çıkış yolu arayan devrimci
gençler, kapitalizmin doğasını anlama
ihtiyacı duyuyorlar. Ne var ki, bu ih-
tiyacı giderebilmenin ilk adımlarından
biri olan “ekonomi nedir?” gibi basit
bir soruya bile, burjuva iktisadı çerçe-
vesinde, bir parça objektif, bir parça
bilimsel bir yanıt bulmak mümkün de-
ğildir! Zira toplumsal yaşamın teme-
lini oluşturan ekonomik faaliyetin asli
yasalarının üstü bazı noktalarda çok
kabaca bazı noktalarda ise oldukça
mahir biçimde örtülerek anlaşılması
zor hale getirilmiştir. Bununla amaç-
lanan tek bir şey vardır; burjuvazinin
egemenliğinin ifadesi olan sosyo-e-
konomik sistemin yani kapitalizmin
meşrulaştırılması, insan doğasına en
uygun ve insanın gelişiminin nihai du-
rağı olan bir toplumsal sistem olarak
sunulması. İnsanlığa bir bilim olarak
sunulan iktisat ya da ekonomi-politik,
gerçekte ve özünde, mevcut toplumun
iktisadi ilişkilerini meşrulaştırma ve
evrenselleştirme amacı güden bir ide-
olojiden başka bir şey değildir.
Üçüncü sınıf köşe yazarlarından anlı
şanlı iktisat profesörlerine ve kabarık
ünvanlı ekonomi bürokratlarına ka-
dar tüm burjuva ideologların üzerinde
hem fikir oldukları ve anti-komünist
propagandada da sık sık kullandıkları
bir argüman, “insan ihtiyaçlarının sı-
nırsız, buna mukabil kaynakların kıt
olduğu” argümanıdır. On yıllar bo-
yunca ekonomi denilen şey burjuvazi
tarafından bu şekilde tanımlanmış, kü-
çük revizyonlardan geçerek tüm ders
kitaplarında bu şekliyle yer bulmuş-
tur. Üniversite düzeyindeki ekonomi-
ye giriş derslerinin ilkinde, hocaların
öğrencilere ekonominin tanımı diye
öğrettikleri şey de budur: “Ekonomi,
sınırsız ve sonsuz insan ihtiyaçlarının,
sınırlı ve kıt kaynaklarla en iyi şekilde
nasıl giderilebileceğini inceleyen bir
bilim dalıdır.” Çok az kişi bu başlan-
gıç noktasını sorgulama ihtiyacı his-
seder. Bilim olduğu iddia edilen bir
alanın bu şekilde tümüyle ideolojik bir
önyargıya dayandırılması, gömleğin
ilk düğmesini yanlış iliklemekle aynı
şeydir. Gerçekte, ne insan ihtiyaçları
sınırsız ve sonsuzdur, ne kaynaklar
mutlak anlamda kıttır, ne de içinde
bulunduğumuz toplumdaki ekonomik
faaliyetin temel amacı insan ihtiyaçla-
rının en iyi şekilde giderilmesidir. Bu
üç temel ideolojik argümana dayandı-
rılan bir anlayışın bilimsel olarak su-
nulması tam bir garabettir.
İnsan ihtiyaçları denildiğinde daha
baştan yöntemsel bir sorunla karşı
karşıya kalınır. Hangi sınıfın insanı,
hangi toplumun insanı, hangi tarih-
sel dönemin insanı? İçinde yaşadığı
toplumdan ve tarihsel dönemden, ait
olduğu sınıftan ve içinde bulunduğu
maddi üretim ilişkilerinden soyut-
landığında, aslında geriye bildiğimiz
anlamda bir insan kalmayacaktır.
Marx’ın dediği gibi, “insansal öz, tek
tek her bireyin doğasında bulunan bir
soyutlama değildir. Gerçekliği içer-
sinde, bu, toplumsal ilişkilerin bütü-
nüdür.”[1] İlkel komünal topluluklara
ait insanları ya da günümüzün kimi
Afrika kabilelerinin üyelerini, modern
kapitalist kentlerde yaşayan bir insan-
la karşılaştırdığımızda iki ayrı geze-
gende yaşayan iki ayrı canlı türüyle
karşı karşıya olduğumuz hissine ka-
pılırız. Bu insanların, kendilerini, ait
oldukları topluluğu, doğal çevrelerini
ve dünyayı algılayışları arasında bulu-
nabilecek ortak nokta sayısı yok değil-
se bile son derece azdır. Çok daha az
tüketim aracına, ilkel bir yaşantıya sa-
hip olmasına karşın komünal toplulu-
ğun üyesi günümüz modern kapitalist
toplum insanıyla karşılaştırıldığında,
kendisiyle, içinde yaşadığı toplumla
ve doğayla daha uyumlu ve barışıktır.
Onun dünyasında “sınırsız ihtiyaçlar”
diye bir şey yoktur. Aynı olgu uygar-
lığın farklı dönemlerindeki insanlarla
günümüz insanını karşılaştırdığımız
zaman da, kuşkusuz önemli derece
farklılıklarıyla birlikte, varlığını sür-
dürür. Ama bir ve aynı toplum içinde,
diyelim ki kapitalist toplum içinde de
bu olgu varlığını, farklı sınıflar düze-
yinde korumaya devam eder.
Bu gerçekliği unutmaksızın, yine
de insan ihtiyaçları diye bir şeyden
bahsedebilir ve bunu çok kabaca, en
temel ihtiyaçtan daha karmaşık ve ge-
lişkin olanına doğru sırasıyla, fizyolo-
jik-maddi ihtiyaçlar, sosyal ihtiyaçlar
ve mânevi ihtiyaçlar şeklinde sınıflan-
dırabiliriz. Gerek bir bütün olarak ge-
rekse de alt başlıklarıyla bu ihtiyaçlar
tarihsel ve toplumsal olarak belirlenir-
ler, durgun ve değişmez değil, hareket
halinde ve değişen gelişen bir doğaya
sahiptirler. Dahası kimi temel maddi
ihtiyaçlarımız hiç değişmeksizin kal-
sa bile, bunların ne kadar ve daha da
önemlisi nasıl tatmin edildiği hususu,
toplumdan topluma ve dönemden dö-
neme değişiklik gösterir. Ama her du-
rumda açık olan bir şey var ki, verili
bir tarihsel dönemde ve toplumda, in-
san ihtiyaçları sınırsız ve sonsuz değil;
tanımlanabilir ve önem sırasına konu-
labilir, sınırlı bir doğaya sahiptirler.
Tüketme eyleminin yegâne mutluluk
kaynağı olarak adeta bir tapınma biçi-
mi haline getirildiği
kapitalist toplum-
da bile insan ihtiyaçları ister çeşitlilik
ister miktar açısından sonsuz değildir.
Ama kapitalist toplumda egemen olan
burjuva ideolojisi, insanlara durmak-
sızın daha fazlasını istemeyi, daha faz-
lası için çaba harcamayı ve bu doğrul-
tuda kendi bireysel varlığından başka
hiçbir şeyi önemsememeyi vaaz eder.
Aileden başlayarak okul sıralarında
devam eden bencillik ideolojisinin
bombardımanı altında yetişen kapi-
talist toplumun atomize, asosyal ve
apolitik insanı için, bu ideal kapitalist
“insan” için, yegâne tatmin kaynağı,
Shutterstock.com
Anadolu Aydınlanma Vakfı
Düşünüyorum Bülteni