Sınır Özel Sayısı, Yaz 2016
177
Bu durumda, ben’ini her şeye yayarak “benleştirmeye”
çalışmak, burada ve şimdi kaydından her yerde ve bütün
zamanlarda olabilmek özlemi, insanın ontolojik bir dürtü-
süne karşılık gelir.
Çocuk buradan doğar, sanatçı buradan doğar, fatih buradan
doğar, âşık
buradan doğar, rekorlar da buradan doğar.
Ne var ki, ben, ne etrafı benleştirerek ne de, ben’de kalarak
aşılması mümkün olmayan bir sınırdır.
O halde sorunun çözümü bensizleşmek midir? Hayır, ben-
sizleşmek değil, ben’i nefsânîleştirmemektir. Başka bir de-
yişle, “beşeri ben”den, bir “rahmânî ben” çıkartabilmektir.
Bu anlamda ben, “ego zindanını” kuran bir “sınır” da ola-
bilir, sınırsızlığa açılan bir “koridor” da olabilir.
Kolay değildir sınırlı
gövdenin içinde, sınırsız
ruhu temsil
eden bir “ben” olmak, sınırlı ile sınırsız olanın “sınırında”
bulunmak.
Bu durumdur ki, “halifelik” makamını üslenecek kadar
özel bir varlık kılar insanı, bir o kadar da trajik, bir o kadar
da gerilimli.
Ama işte insanın konumu, tam bir “sınır” olma halidir.
Sonlu ile sonsuzun, geçici ile ebediliğin, yokluk ile var-
lık’ın sınırında olma halidir.
İnsanın böyle “sınır varlık” oluşu, ben’ini hangi yönle
bağlantılı olarak “
” edeceğini son derece kıymetli
bir mesele kılar. Ya, ben’ini dünyeviliğin ve sınırlılığın içi-
ne gark ederek manadan ve sınırsızlıktan kopartacak, ya
da dünyadan değil ama dünyevilikten arındırarak sınırsız-
lığa sınır olma “yapaylığına” son verecektir.
İlki ben’in ruhu mahvetmesidir. İkincisi ben’in kendini
“mahvetmesidir.” İlki ben’e varlık vererek “sahte” bir va-
roluş edinmektir. İkincisi ben’e yokluk vererek “hakiki”
bir varoluş edinmektir.
Bilmem söylemeye gerek var mı, “hakiki varoluş” Allah’la
olan ben’in varoluşudur. Sınırlı ben’in “Sınırsızlık”a katıl-
masıyla, sınırsızlık bâtıni de zaten kuşattığı sınırlılığa za-
hiride de “gönüllülük esası” içinde nüfuz etmiş olur.
Ancak bu kendinden vazgeçişi gönüllülük esasıyla gös-
terebilen, kendine “aşkın ben”, ruhun “sonsuzluk kayna-
ğı”yla buluşmasında bir set oluşturmaz.
Ama bunun için, bir ben’in sınırsız istekleriyle kendini na-
sıl bir “sınır” haline getirdiğini görebilmesi şarttır.
“Ben’cil bakış” bu hakikati göremez. Bencil bakış, ben’le
“sınırlı bakış”tır, baktığı her yerde “ben” görür.
Bir bakışın sınırları ise görebildiğidir.
Ben, ben’le sınırlı bakmadığında, ufku sınırsız olana doğru
büyür.
Bu büyümeyle, bir başka göz açılır, “kalp gözü.”
Kalp gözü, ben’in de içinde “yitikleştiği” sonsuza bakar.
Sonsuz da ona.
“Sonsuz’la bakışma” birler. İnsan “sınır varlık” oluşundan
kurtulur, “ben kaydından” kurtulur. Sınırlı yeryüzünde, sı-
nırsız bir “cennet hali” tecrübe eder.
Tabi bütün bunların yaşanabilmesi için, insanı “sınır var-
lık” kılan “nefsânî ben” den “evrensel varlık” kılacak olan
“rahmânî ben”e, ben’i ulaştıracak yolu kat etmek gerekir.
Bu da nefsle zorlu bir mücadeleye girişmek demektir.
Nefsin “istek ambarı” olan “ben aşkı” yerine “Allah aşkı”
demektir.
Ben aşkı ki, aşkın en “kötürüm” halidir. Uçmayı öğrene-
bilmek için kendine değil başka bir ben’e, uçabilmek için-
se Allah’a âşık olmak gerekir.
Ben aşkı, aşkın, ben ve ruh sınırını ortadan kaldırıp birle-
yebilme gücünün tamamıyla zaafa uğradığı en “nefsânî”
tecellisidir. Başka ben’e aşk, aşkın, ben sen sınırını orta-
dan kaldırıp, iki kişiyi birleyebilme gücünün “dünya içi”
tecellisidir. Allah’a aşk, aşkın, beni seni, tüm var olanlarıy-
la âlemi aralarındaki sınırları kaldırıp birleyebilme gücü-
nün doğrudan “ilâhî özüyle” tecellisidir.
Nerden bakarsanız bakın, aşk sınırsızlıktır, sınırsızlık gü-
cüdür ve bu özsel niteliğini en yetkin biçimde Allah aşkıy-
la “yaşama olanağı”na çevirir.
Her insan bu yaşama olanağının potansiyelini taşır. Her
ben bunun için yola çıkabilir.
Bir kere yola düşüp Allah aşkının ateşiyle “Bir” de kendi-
ni eriterek sınırlarından azade olan ben, döndüğünde asla
“eski ben” olamaz. O “ezelî ben”dir, “Elest Bezmi”ndeki
ikrarına bağlı kalarak yaşamaya mazhar olmuş bendir.
Böyle bir ben, sınırlı varoluşunu, aşkla “Sınırsız” olanın
tecelligâhı kılarak, Yaradan’ına “can bağı” ile bağlı olan-
dır.
Böyle bir ben, sınırsızlık özlemini, tutkudan tutkuya koşa-
rak, iktidarla, kibirle, bencilliğini yayarak dindirebileceği
yanılsamasına düşmeden, Allah’ın önünde aşkla ve tam
bir itaatle durarak Onun sınırsızlığından nasiplenmeye ha-
zır olandır.
Böyle bir ben, zahir de kendine bir varlık tanırken, batında
tanımayandır. Dolayısıyla dışsal hayatında “ben” olarak iş
işlerken, içsel hayatında “Bir” ile bir “yok” olarak iş işle-
yendir.
Böyle bir ben, “ben” derken, mahcup olan bir bendir.
Böyle bir ben bilir ki, “ben” gidince Allah gelir, Allah ge-
lince “sınırlar” silinir.
Anadolu Aydınlanma Vakfı
Düşünüyorum Bülteni