Davraniş BİLİmleri ÜNİte 1 davraniş BİLİmleri ve diĞer sosyal biLİmlerle iLİŞKİSİ


Statü Faktörleri ve Statü Sembolleri



Yüklə 0,51 Mb.
səhifə3/11
tarix17.09.2017
ölçüsü0,51 Mb.
#316
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   11

Statü Faktörleri ve Statü Sembolleri

Her davranış düzlemi içerisinde statüyü belirleyen faktörler bulunmaktadır. Statüyü etkileyen faktörler, bireyin yetenekleri, eğitim seviyesi, sahip olunan meslek, yaş ve cinsiyet durumu olarak belirlenmiştir. Bireysel yetenekler, davranış düzlemi içerisinde bireylerin yapabilecekleri işlerin belirleyicisi durumundadır. Her davranış düzleminde bireylerden istenen görevler vardır. Bu görevleri yerine getirecek kişide bulunması beklenen yetenek ve özellikler, söz konusu statüyü işgal edecek kişiler için oluşturulmuştur. Bu durum, statüler arasındaki önem farkını belirleyecektir. Belli statülerdeki bireylerin o statüde olmaktan dolayı elde ettiği imkânlara ise statü sembolleri denir.



ROL KAVRAMI

Statü ve rol, sosyal yaşam için uygun davranış kalıbını oluşturmada iki önemli faktördür. Rol davranışı statünün belirlediği görevler ve hakların bireyce kullanılmasıdır. Kısaca kişinin statüsüne uygun davranışına rol denir. Buna göre rol, bireyin yerine getirmek zorunda olduğu fonksiyon, rol davranışı ise; bireyin söz konusu fonksiyonu yerine getirmeye ilişkin davranışı olarak değerlendirilebilir. Statü, davranışın senaryosunu oluştururken; rol davranışı bu senaryonun bir düzlem içerisinde gerçekleştirilmesidir.



Rol Çeşitleri

Rol, herhangi bir sosyal pozisyonu işgal eden kişinin davranış biçimlerinin toplamı; kişiden diğerleri ile olan ilişkilerinde beklenen faaliyet kalıpları ve davranışlar; mevcut normlardan kaynaklanan beklentilere sahip pozisyon, bireyin kişiliğiyle sosyal sistemin yapısı arasındaki birleşme noktası, bireyin bir toplumun üyesi olarak icra edebilme kapasitesi içindeki normatif beklentiler sistemi olarak tanımlanır. Rolü oluşturan üç unsur vardır. Bunlar; çevrenin beklentileri, kişinin algıları ve davranışlardır. Kısaca rol oynamada görülen kişisel farklılıklara rağmen belirli bir statünün gerektirdiği rol oynama biçimi vardır ve böyle bir statüyü işgal eden bütün bireyler, statüye ilişkin temel normlara uymak zorundadırlar. Bir davranış düzlemi içerisinde gerçekleşecek olan rolleri, gerçekleşme biçimleri ve yaygınlıklarına göre üç grupta toplamak mümkündür. Bunlar; temel roller, genel roller ve bağımsız rollerdir.



  • Temel roller: Kişilerin yaş ve cinsiyete bağlı olarak gerçekleştirmek durumunda oldukları rollerdir. Erkek, kadın, çocuk, genç, yetişkin, yaşlı olmak gibi.

  • Genel roller: Kişilere toplum tarafından niteliklerinden dolayı verilen, toplumca kabul edilmiş olan, sınırları davranış düzlemlerine göre değişen, sonuçları çoğu zaman toplumu veya grubu etkileyen rollerdir. Mesleki roller gibi.

  • Bağımsız roller: Bireylerin kendi istek ve iradelerine bağlı olarak gerçekleştirdikleri rollerdir. Bunların kazanılması veya yerine getirilmesi zorunlu değildir. Dans kursuna gitmek, tenis kulübüne üye olmak gibi.

Rol Çatışması

Rol çatışması, bireyin aynı anda birden fazla rol davranışını gerçekleştirmek durumunda kalması ve kişinin davranış düzlemini benimsememesi durumunda ortaya çıkabilir. Kişi-rol çatışması dört farklı şekilde görülebilir:



  • Bireyin aynı anda birden fazla rolü gerçekleştirmek durumunda kalması. Örneğin, bir polisin hırsızlık iddiasıyla çağrılan evde oğlunu yakalaması veya kaza yerine gelen bir hekimin yaralılar arasında eşine rastlaması.

  • Bireyin mevcut yetenek ve özellikleriyle rol gereklerinin uyumsuz olması. Bu tür rol çatışması iki şekilde olabilir. Birincisinde kişinin yetenek ve özellikleri rol gereklerinin üzerinde olacak şekilde bir uyumsuzluk söz konusudur. İkincisinde ise kişinin yetenek ve özellikleri rol gereklerinin altında kalmaktadır.

  • Bireyin yerine getirmek zorunda olduğu kendi rolünü veya davranış düzlemini sevmemesi hali. Örneğin, ilaç kokusundan hiç hoşlanmayan birinin eczacılık bölümünde okuması.

  • Bireyin davranış düzleminde değişiklik olmasına rağmen rol davranışını değiştirememesi durumu. Örneğin, bir yöneticinin iş yerinde astlarına, evde çocuklarına davrandığı gibi davranması.

Örgütsel davranış açısından işgörenlerde rol çatışmasına neden olan faktörler; amaç farklılıkları, kaynakların dağıtımı, yöneticilerin tutum ve davranışları, örgüt içindeki iletişim tarzı ve örgütün çalışanlardan beklentileridir. Örgütlerde rol çatışmasının aşağıdaki gibi farklı nedenleri vardır:

  • Rolün gereklerinin biliniyor olmasına rağmen zamanla toplumsal değişim nedeniyle bireyin yeni rol ve geleneksel rol arasında kalması,

  • Rolün bireyin değer yargıları ile çelişkiler içermesi,

  • Süreç içerisinde beklenen rollerin birbirini izleyen bir tutarlılık içerisinde olmaması,

  • Rol göndericinin birbiriyle çelişen ve uyumsuz beklentilerde olması,

  • Birden fazla rol göndericinin taleplerinin çakışması,

  • Rol sorumlusunun yerine getirmesi gereken roller arasında tercih yapamaması,

  • Bireye yerine getirebileceğinden fazla rolün yüklenmesidir.

Rol Belirsizliği

Rol belirsizliği, bireyin rolleri konusunda yeterli bilgisinin olmaması durumudur. Örgütsel düzlemde işgörenlerin kendisine verilen görevde istenen performansı ortaya koyabilmesi için gerekli bilgiye sahip olmaması durumudur. Rol sınırları düzenli ve açıkça tanımlanmış olduğunda kişiyle rol arasında bir uyum olmakta, bu da rol açıklığını yansıtmaktadır.



  • Görev Belirsizliği: Örgütte çalışanların yapacağı iş ile ilgili belirsizliğin olmasıdır. Rolün nasıl yerine getirileceğine ilişkin bilgi eksikliği olması rol belirsizliğinin düzeyini belirler.

  • Sosyal - Duygusal Belirsizlik: Kişinin kendisini başkalarının nasıl değerlendirdiğinden emin olamamasıdır. Değerlendirme ölçütü açık olmadığında veya diğer çalışanlardan geri bildirim alınamadığında bu belirsizlik yaşanır.

SOSYAL KURUMLAR

Bireylerin ihtiyaçlarını karşılama biçimi, toplumun kültürel yapısına ve kişilerin olanaklarına ve içinde bulundukları sosyal grubun yapısına göre farklılık gösterir. Bireylerin toplum içinde nasıl davranması gerektiğini ve bu davranışların kurallarını belirleyen, kişilere belli şekillerde davranması için zorlayıcı etkide bulunan, aralarında birlik ve bütünlük olan uyumlu ve örgütlü bütünlere sosyal kurumlar denir. Sosyal kurumlar, bir toplumda ortak algılanan ilişkilerin genel yönü olarak görülebileceği gibi bireylerin davranışlarını düzenler.


SOSYAL KURUMLAR

düz bağlayıcı 6düz bağlayıcı 7düz ok bağlayıcısı 8düz ok bağlayıcısı 9düz ok bağlayıcısı 10düz ok bağlayıcısı 11

DİN


AİLE

DEVLET

EĞİTİM


Aile Kurumu

Aile kurumu ise diğer tüm kurumların temelinde yer alır. Çünkü ekonomi, din, yönetim, eğitim gibi sosyal kurumlar öncelikle aile içerisinde şekillenir. Aileyi, eşlerin duygusal ve üremeye dair gereksinimlerinin karşılandığı, çocukların bakımının ve eğitiminin üstlenildiği, ortak amacı ve inançları olan bir yapı şeklinde tanımlayabiliriz. Geleneksel geniş aile, büyükanne ve babaların, dede ve torunların birlikte yaşadıkları, evlenen erkek çocukların da eşlerini aile içine getirdikleri aile tipidir. Geniş ailenin toplumun tüm yönleri ile ilgili aşağıdaki gibi çeşitli işlevleri bulunmaktadır:



  • Ekonomik işlev: Aile aynı zamanda hem üretim hem de tüketim birimidir. Aile içinde yaşa ve cinsiyete göre bir iş bölümü mevcuttur. Evin reisi aynı zamanda hem baba hem patron; çocuk ise hem oğul hem de çıraktır.

  • Saygınlık işlevi: Birey ait olduğu aile ve akrabalık çerçevesinde bulunduğu konuma göre saygınlık edinir. Kişinin statüsünü bilmek için “kimlerdensiniz” diye sorulur.

  • Eğitim işlevi: Çocuk toplumun kültürünü, mesleksel bilgilerini aile içinde edinir. Aile içindeki büyüklerin küçük çocukların eğitilmesinde büyük payları vardır.

  • Koruyucu işlev: Geniş ailelerin yaygın olarak görüldüğü geleneksel toplumlarda tüm aile üyeleri dıştan gelen saldırılara birlikte karşı koyarlar.

  • Dinsel işlevi: Geleneksel geniş aileler, kendi üyelerine dinsel eğitim verir ve aynı zamanda üyelerinin dinsel eğitimin gereklerini yerine getirip getirmediğini denetler.

  • Eğlenme ve dinlenme işlevi: Aile üyeleri yapılan tüm eğlencelere ve törenlere birlikte katılır. Düğün, sünnet vb. törenlerde aile üyelerinin hepsi bulunur.

  • Çocuk yapma işlevi: Geleneksel geniş ailelerde yeni evlenen çifte, çocuk yapmaları ve neslin devamını sağlamaları konusunda aile üyeleri tarafından bilgi verilir.

  • Psikolojik doyum sağlama işlevi: Geleneksel geniş ailede psikolojik ilişkiler yoğun değil yaygındır. Kişi, ailesi ve çocukları ile olan ilişkileri kadar; anne, babası ve kardeşleri ile de psikolojik bağlar içinde bulunur.

İletişim ve etkileşim söz konusu olduğunda daha demokratik bir ilişki söz konusudur. Aile içi karar mekanizmalarının işleyişinde tüm aile üyeleri kararlara katılır. Çocuk, ailesi içerisinde insan ilişkilerini gözlemler, yaşar ve bu ilişkileri belirleyen anlaşma, uzlaşma, bağlılık, iş birliği gibi olumlu niteliklerle beraber, anlaşmazlık, çekişme ve çatışma gibi olumsuz durumlarda takınacağı tutumları da öğrenir. Özellikle okul öncesi dönemde anne ve baba, çocuk üzerinde oldukça etkilidir. Çocuk bu dönemde anne ve babasının olumlu ve olumsuz yönlerini benimseyerek içine sindirir. Aile, çocuğu sosyalleştirirken, çocuklara toplumun değer ve normlarına uygun bir birey olmayı öğretir. Böylelikle onların sosyalleşmelerine yardımcı olurken, çocuklar da sosyalleşmenin temel değerlerini içselleştirerek nesiller arası kültür aktarımını gerçekleştirirler. Aile içerisinde temeli atılan ve daha sonra eğitim kurumları tarafından pekiştirilen bilgilerle birey kişiliğini ve kimliğini oluşturarak sosyalleşir. Birey eğitim kurumlarında salt bilgi değil aynı zamanda toplumsal sorumluluklarını da kazanmaktadır. Bütün sosyal kurumlarda olduğu gibi aile kurumu da toplumsal değişimlerden etkilenmektedir. Son yirmi yıl içinde tüm sanayileşmiş ülkelerde aynı hanede oturan insanların oranı önemli ölçüde azalırken, boşanma oranları da etkili bir şekilde artmaktadır.

Eğitim Kurumu

Bir sosyal kurum olarak eğitim kurumları, bireylerin toplum içinde uyumlu bir şekilde yaşamalarını sağlayacak olan toplumsal kuralları öğrenmelerinde etkili rol oynayan kurumlardır. Aile içerisinde temeli atılan ve daha sonra eğitim kurumları tarafından pekiştirilen bilgilerle birey kişiliğini ve kimliğini oluşturarak sosyalleşir. Sosyalleşme sürecine önemli katkı sağlayan okulda, sosyalleşme daha resmi ve örgütlü olarak gerçekleştirilmektedir. Platon için eğitilmiş insan, doğru seçimler yapabilen, doğru kararlar alabilen kişidir. Aristo ise eğitimi, yalnız zihnin eğitimi olarak değil bir gelişme süreci, insan ruhunun her yönünü ilgilendiren ve sonunda kişilik oluşumuna götüren bir süreç olarak algılamıştır. Yunanlılar eğitimi genel olarak onurlu yaşama sanatı olarak görmüşlerdir. Erasmus, hoşgörüyü savunmuş bir filozof olarak öğrenimden baskıyı çıkartıp onun yerine özgürlüğü ve eğlenceyi koymayı istemiştir. Locke ise eğitim kurumlarında çocuklara yaşlarına göre özgürlük tanınarak gereksiz baskı ve kısıtlamaya başvurmadan yaşamalarının sağlanması gerektiğini belirtmiştir. “Çocuk neyi öğrenmeye hazır ise onu öğretin” ilkesinin benimsenmesini savunmuştur. Günümüzde eğitim kavramı ile ilgili olarak yapılan tanımlarda şunları görebiliriz:



  • Eğitimin toplumsal işlevinde amaç, toplumun sürekliliğini sağlamak için toplumla uyumlu bir biçimde hareket eden bireyler yetiştirmektir. Eğitim kurumları bu işlevlerini yerine getirebilmek için bireylere, içinde yaşadıkları toplumun kültürel mirasını öğreterek, bireylerin toplum kültürünü geliştirecek şekilde yetiştirilmelerini sağlar.

  • Eğitimin siyasal işlevinde amaç, toplumdaki bireylere ulusal değerleri kazandırıp ulus bilinci oluşturmak, var olan siyasal düzeni korumak, lider ve seçmen yetiştirmektir.

  • Eğitimin ekonomik işlevinde ise amaç, toplumdaki bireylerin gerekli beceri ve yetenekleri kazanmasını sağlamak, üretim ve tüketimin önemini bilen bireyler yetiştirmektir. Bu üç işlevin yanı sıra eğitim, bireyin kendini gerçekleştirmesinde, insan ilişkilerinin gelişmesinde, sorumluluklarını bilen bir vatandaş olarak yetişmesinde de oldukça etkilidir.

  • Her toplum kendi yaşam biçimi çerçevesinde eğitim etkinliklerinde bulunmaktadır. İlkel dönem topluluklarında ok atma, korunma ve öldürmeye ilişkin bilgi, beceri ve davranışlar gerekli olduğundan eğitimin amaçları bu gerekliliklere göre belirlenmiştir. Her dönemde eğitimin amacı, bireysel ve toplumsal açıdan hayatta kalma becerilerinin oluşturulması olmuştur.

  • Eğitim sosyolojisinde işlevselci yaklaşıma göre çağdaş toplumda eğitim iki işlevi ile önem kazanmıştır. Eğitim; yetenekli kişileri ayırıp seçmekte ve böylece en yetkin ve azimli olanların en yüksek, en zor konumlara gelmesini sağlamakta kullanılan etkin ve akılcı bir araç durumuna gelmiştir.

Devlet Kurumu

Devlet, insanların toplum yaşamında başvurdukları bir örgütlenme biçimidir ve siyasal bir organizasyondur.



Devlet, insanların toplum yaşamında başvurdukları bir örgütlenme biçimidir ve siyasal bir organizasyondur. Devlet, farklı anlayış ve ideolojilere göre, “bir sınıfın diğer sınıfları egemenliği altına almasını sağlayan örgütlenme”, “bütün toplumu kapsayan ve birleştiren bir kuruluş”, “amaç değil, toplumsal düzeni ve birlikteliği sağlayan bir araç”, “ulusun hukuki kişilik kazanmış şekli”, "etkili olarak yürürlükte bulunan bir hukuki normlar sistemi", "politik birleşme ve bütünleşmeyi sağlayan bir simge, sembol" veya "belli bir ülke üzerinde yerleşmiş zorlayıcı yetkiye sahip üstün iktidar tarafından yönetilen bir insan topluluğunun meydana getirdiği politik kuruluş” olarak tanımlanmaktadır. MÖV. yüzyılda Atina'da ortaya çıkan sofizm akımına göre ise devlet insan yapısıdır. İnsanların güven içerisinde yaşayabilmeleri ve az zahmetle çok iş başarabilmeleri için aralarında anlaşarak kurdukları bir kurumdur. Bu görüş, devletin, insanların aralarında yaptıkları bir anlaşma sonucu ortaya çıktığı düşüncesine götürür. Sokrates, toplumun doğuştan erdemli oldukları sanılan soylularca yönetilmesinden yana değildir. Soylu azınlığın değil erdemli, bilgili azınlığın yönetimini istemektedir. Sokrates, yasaları yazılı olan ve yazılı olmayan yasalar olarak ikiye ayırır. Yazılı yasalar, toplumu yönetenlerin yaptıkları yasalardır. İş bölümü ve uzmanlaşma toplumu giderek büyütür ve beraberinde sınıfları getirir. Toplumda iki tür sınıf vardır. Bunlar; üreticiler sınıfı ve toplumu koruyan ve yönetenler sınıfıdır. Aristoteles, hocası Platon’un savunduğu görüşlerin aksine her devir ve tüm toplumlar için geçerli olacak tek bir yönetim biçimini kabul etmez. Çeşitli yönetim biçimleri öngörür ve bunları inceler. Bunlar;

  • Monarşi: Monarşi tek kişinin yasalara uygun yönetimidir. Değişik uygulamaları olur. Mutlak monarşide, tüm iktidar tek kişidedir. Kişi toplumdaki her şeyin efendisidir. Monarşinin bir türü de devletin kurucusu olan ya da savaşta kazandığı başarı ve yiğitlik nedeniyle toplumun minnet duygusunun ifadesi olarak bir kişiyi başa geçirmesi biçiminde ortaya çıkar. Bazen monarşi, hayat boyu monarşi biçimini alır. Yetkiler babadan oğula geçme yoluyla değil seçimle elde edilir.

  • Aristokrasi: Aristokrasinin temel ilkesi erdemdir. Her yönden en mükemmel, en seçkin, en dengeli, en uyumlu kişilerin yönetimidir. İyi insan aynı zamanda iyi bir yurttaştır yani yöneten kişidir. Aristokrasi, görevlilerin servete değil erdeme göre seçildikleri bir yönetimi anlatır.

  • Cumhuriyet: Oligarşi ve demokrasinin iyi yönlerini birleştiren bir yönetimdir. Aristoteles’e göre zenginlik ve özgürlüğün birleşmesi orta sınıfın üstünlüğünü sağlayacaktır ve orta sınıf toplumda erdemi temsil etmektedir. Bu yönetimde demokrasi ve oligarşinin belirgin özellikleri aynı anda ortaya çıkacaktır.

  • Tirani: Tirani de monarşi gibi tek kişinin yönetimidir. Ancak tiran yasalara uymadan toplumu kendi çıkarı doğrultusunda yönetir, yönetim şiddete dayanır, toplum değerleri tek kişi tarafından sömürülür.

  • Oligarşi: Oligarşiyi belirleyen ilke servettir. Aristoteles, değişik oligarşi türleri öngörür. Oligarşinin bir biçiminde yönetim kadrosunda yer alabilmek için belli bir derecede mal mülk sahibi olmak koşulu aranır. İktidar birkaç zengin kişinin elinde toplanmıştır.

  • Demokrasi: Özgür fakat varlıklı olmayan kimseler çoğunluğu oluşturarak yönetimi ellerine alırlarsa bu yönetim demokrasi olur. Demokrasi eşitlik ilkesine dayanır.

Devlet kurumu farklı tarihsel dönemlerde ve farklı ülkelerde o ülke toplumunun yapısına ve iktidarı elinde bulunduranların politikalara göre şekil almaktadır.

  • J.Bodin, devleti; birçok ailenin ve onların ortak mallarının egemen güç tarafından yönetilmesi şeklinde tanımlar.

  • Saint Simon ise devletin siyasal ve hukuki kurumun ötesinde ekonomik bir kurum olduğunu ileri sürer.

  • Marx'a göre sınıflara bölünmüş bir toplumda devlet, ekonomik bakımdan egemen olan sınıfın siyasal gücünü ifade etmektedir.

  • Weber ve Engels' e göre devletin doğuş nedeni, sınıf farkının varlığıdır. Askeri hakimiyet ile kurulan egemenlik boyun eğdirilenlerin ekonomik olarak sömürülmesidir.

Din Kurumu

Din, sosyal dokunun içinde ortaklaşa saptanmış inançlar sistemi ve en ince ayrıntısına dek kurallandırılmış törenler bütünü olarak tanımlanabilir. Din insanların yaşamlarını şekillendirmesinde sosyal, kültürel ve ekonomik alanları da içine alacak şekilde sosyal bir olgu olarak görülmektedir. Dinin bireysel etkisinin yanında, kişinin toplum içerisinde diğer insanlarla olan ilişkilerinde, davranışlarında ve ahlakında etkili olmaktadır. Din inananları birbirine bağlayarak birtakım gruplar ve kurumlar oluşturma gücüne sahiptir. Sosyolojik araştırmalar dinin bu yönüyle ilgilidir. Din olgusunun insan ve toplum yaşamında büyük bir öneme sahip olması nedeni ile toplumu makro düzeyde açıklamaya kalkan kuramcıların, kaçınılmaz biçimde din üzerinde durdukları, din kurumunu teorik sistemlerin bir parçası olarak ele aldıkları bilinmektedir. Din, bir sosyal kurum olarak toplumsal yapıyı düzenlerken, kendi sistemi içerisinde bireysel düşünceyi etkilemeye çalışır. Çatışmacı teorinin öncüsü olan Marks’a göre ise din bir yandan sömürü ve sınıf çelişkilerini gizleyen bir söylem, öte yandan da ezilenlerin ve yoksulların sefalete katlanmasını sağlayan bir afyon olarak işlev görür. Marks, burjuvanın gücünü meşrulaştırdığı ve işçi sınıfın da bu duruma boyun eğerek kendine yabancılaşmasında dini etkin bir faktör olarak görür. Weber, “Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu’’ adlı çalışmasında din ile sosyokültürel ve ekonomik yapı arasında bir ilişki olduğunu ve karşılıklı etkileşimde bulunduğunu söylemektedir. Toplum bilim çalışmalarında en yaygın din çözümlemelerinin de esas olarak Parsons’un “eylem teorisine’’dayandığı ileri sürülmektedir.


DAVRANIŞ BİLİMLERİ ÜNİTE 4

TUTUMLAR

TUTUMLARIN TANIMI, BİLEŞENLERİ VE ÖZELLİKLERİ

Tutumların Tanımı

Tutumlar, nesneler, kişiler veya olayları değerlendirmeye yönelik -olumlu ya da olumsuz- insan zihninde oluşan ve davranışlara alt yapı oluşturan yargılardır. Tutumlar, herhangi bir kişinin bir şeyler hakkındaki deneyimlerinin ya da hissettiklerinin yansıması gibidir. Örneğin, bir kişinin “işimi seviyorum” şeklinde bir ifade kullanması ve bu yönde bir yargıya varması, ilgili kişinin işine ilişkin tutumunu yansıtmaktadır. Kişinin “işine yönelik” bu tür bir tavır takınmasında, toplumun “iş”e bakışından, kişinin yöneticisi ile olan ilişkisine kadar birçok faktör etkili olmaktadır. Tutum, bir bireye atfedilen ve onun bir psikolojik obje ile ilgili düşünce, duygu ve davranışlarını düzenleyen ve onların düzenli şekilde oluşmasını sağlayan eğilimlerdir. Aşağıda tutumlara ilişkin bazı tanımlara yer verilmektedir:



  • Kâğıtçı başına göre tutum, bir bireye atfedilen ve onun bir psikolojik obje ile ilgili düşünce, duygu ve davranışlarını düzenlenyen ve onların düzenli şekilde oluşmasını sağlayan eğilimlerdir.

  • Şerif ve Şerif’e göre tutumlar, psikolojik bir sürecin herhangi bir değer yargısıyla damgalanmış bir nesne veya duruma ilişkin olarak bireyin olumlu mu yoksa olumsuz mu duygusal tepki göstereceğini belirleyen ve oldukça sürekliliği olan hazır olma durumudur.

  • Budak’a göre tutum, kişinin belli bir insan, grup, nesne, olay gibi unsurlara karşı olumlu veya olumsuz düşünmesine, hissetmesine veya davranmasına yol açan oldukça istikrarlı, yargısal bir eğilimdir.

  • Özgüven’e göre tutum, bireylerin belirli bir kişiyi, grubu, kurumu veya bir düşünceyi kabul ya da reddetme şeklinde gözlenen, duygusal bir hazır oluş hali veya eğilimidir.

Tutumların Bileşenleri

  • Tutumlar, basit gibi görünmesine rağmen oldukça karmaşık bir kavramdır. İnsanların herhangi bir konuya ilişkin tutumunu öğrenmek istersek, kişinin hızlı şekilde ve basit bir yanıt verebildiğini görürüz.ŞELİL 1

Bilişsel bileşenler

Bilişsel bileşen, insanların tutum nesnesine ilişkin düşünce, bilgi ve inançlarından oluşmaktadır. Diğer bir ifadeyle tutumlar, bir tutum nesnesine ilişkin düşüncemize ya da genel olarak inançlarımıza göre şekillenmektedir. Bilişsel temelli tutumlar, insanların kıyaslama sonucu tutumlara değer yüklemeleri ve bu tutumlarla ilişkilendirerek bir nesneyi kişiselleştirmeleri anlamına gelen “nesne değerleme” olarak da bilinir. Tutumları oluşturan bilişsel bileşenlerin oluşumunda, kişilerin kıyaslama yaparak zihinsel bir değerlendirme yapması önemli yer tutar. Şekil 1’de görüldüğü üzere- çalıştığı işletmede herhangi bir ödülü (mesela terfi etmeyi) hak ettiğini düşünen bir kişi, ödülü kendisi alamaz ve ödülü başka bir çalışma arkadaşı alırsa, ödülü veren kişiye karşı olumsuz bir düşünce içine girecektir. Bu durum, tutumun bilişsel boyutuna bir örnek olarak verilebilir.



Duygusal bileşenler

Bireylerin tutum nesnesine ilişkin tüm hisleri ve değerlendirmeleri duygusal bileşenleri oluşturmaktadır. Duygusal bileşen, bireylerin tutuma konu olan canlı-cansız, soyut-somut unsurlara karşı duydukları heyecanın yoğunluğu ile ilgilidir. Bir nesneye ilişkin olumlu tutumu olan bir birey bu nesneyi veya objeyi olumlu olarak değerlendirmekte ve bu nesne veya objeye karşı olumlu duygulara sahip olmaktadır. Buna karşın, olumsuz tutum besleyen birey ise, nesneyi daima olumsuz değerlendirmekte ve doğal olarak olumsuz duygular beslemektedir.



Davranışsal bileşenler

Davranışsal bileşenler, bir tutum objesine karşı gözlemlenebilen davranışların tümünden oluşmaktadır. Dolayısıyla bu tutum grubu, insanların herhangi bir tutum objesine karşı nasıl davrandıklarının gözlemlenmesine dayanmaktadır. Şekil 4.1’de görüldüğü üzere, yöneticisinin kendisine haksızlık yaptığını düşünen bir çalışan, kendisine haksızlık yapıldığını öncelikle zihinsel olarak değerlendirecektir (bilişsel süreç). İkinci aşamada, çalışan, yöneticisinden hoşlanmama eğilimi içine girecektir (duygusal süreç). Son aşamada ise başka bir iş aramaya ve/veya yöneticisi hakkında dinleyen herkese şikayette bulunmaya başlayacaktır (davranışsal bileşen).



Yüklə 0,51 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   11




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə