Din psikolojiSİ BİLİm dali


III- HAZ-MUTLULUK İLİŞKİSİNE DAİR YAKLAŞIMLAR



Yüklə 5,01 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə7/38
tarix20.09.2017
ölçüsü5,01 Kb.
#674
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   38

17 
 
 
III- HAZ-MUTLULUK İLİŞKİSİNE DAİR YAKLAŞIMLAR 
 
Ahlaki  değerler,  en  genel  anlatımla,  kendilerini  iyi  veya  kötü  diye 
tanımlamamızın  mümkün  olduğu  şeyler  veya  davranışlarla  ilgili  değerlerdir.
16
 
Ancak, ahlaki değerlerin temelde iyi veya kötü kavram çifti etrafında dönen değerler 
olduğunu söylerken, iyi veya kötünün ne olduğu hakkında düşünmek gerekir. 
İyi olarak tanımladığımız şey haz mıdır,  yarar mıdır, yoksa mutluluk mudur? 
Yoksa tüm bunlardan farklı bir şey, ödev (vazife) denen şeye uygunluk mudur? İyi 
olan,  davranışın  temelinde  bulunan  niyet  midir,  yoksa  davranışlarımız  sonucunda 
ortaya  çıkan  ürün  müdür?  Acaba  iyi,  doğal  arzularımızın  bastırılması  mıdır,  yoksa 
onların doyurulması mıdır?
17
 
 
Felsefe  tarihine  baktığımızda  genel  olarak  iyinin  mutluluk  anlamında 
değerlendirildiğini  görürüz.  Neredeyse  tüm  filozoflar,  “Mutluluğa  nasıl  ulaşılır?” 
sorusuna  yanıt  aramaya  çalışmışlardır.  İlkçağ  filozofları,  “Varlığın  aslı  nedir?, 
Nereden  nereye  gidiyoruz?,  İyi  nedir?,  Kötü  nedir?,  Mutluluk  nedir,  nerededir? 
Erdemde mi, hazda mı, zevkte ve eğlencede mi, bilgi peşinde koşmakta mıdır?” gibi 
soruları  yoğun  şekilde  sorgulamışlardır.  Modern  temalara  bakıldığında,  Kant 
mutluluğu akli bilgi  ile irtibatlandırmış, akıl sahibi  bir varlığın  varoluşunun bütünü 
içinde, her şeyin kendi arzu ve istemesine uygun olarak gerçekleştiği dünyadaki bir 
durum olarak ele almıştır. 
Müslüman filozofların düşüncelerine bakıldığında ise; 
Mutluluk  (saadet),  sırf  görünen,  duyularla  algılanan,  yaşanan  bu  dünyadaki 
dünyevi  bir  durum  olmayıp,  ahiret  saadeti  de  söz  konusudur.  Saadetin  kapsam  ve 
                                                           
16
 Arslan, s. 130.
 
17
 Arslan, s. 131.
 


18 
 
 
mahiyetinin yanısıra saadete engel olan ve insanı mutsuzluğa sevk eden inançsızlık, 
uzun emel,  haz düşkünlüğü gibi hususlar da yoğun olarak irdelenmiştir. Örneğin, ilk 
Müslüman  filozof  sayılan  Kindi  üzüntüyü  gidermenin  yollarını  aramış,  mutluluk 
meselesini,  mutsuzluk  penceresinden  hareketle  tetkike  çalışmıştır.  Razi,  insanın 
saadetine engel olan ve insanın zihni mutsuzluğunda önemli etkileri olan haz, elem, 
ölüm  korkusu,  acı,  cinsellik,  tutkular,  kendini  beğenme,  kıskançlık,  cimrilik  gibi 
reziletleri psikolojik bir tarzda ele almıştır. -Razi’nin Et-Tıbbu'r-Ruhani adlı eserinin 
psikolojik  yapısı  açıkça  Eflatuncudur  ve  önemli  bir  bölümü  hazcılığın  analiz  ve 
reddiyle  ilgilidir.-  İbn  Miskeveyh  ve  İbn  Sina  da  eserlerinde  saadet  konusunu  ele 
almışlarıdır.  
Saadet  akli  bilgi  ile  irtibatlandırılmıştır.  Akıl,  arzuların  üstünde  dengeleyici 
bir  bilgi  kaynağıdır.  Bu  açıdan  bakıldığında  saadet,  ifrat  ve  tefritin,  yani  bilgi 
eksikliğinden kaynaklanan sapmaların yer almadığı bir durumdur. Saadet ayrıca, bir 
kemali  bir  yetkinliği  ifade  eder.  Bilgi  ve  hikmetten  duyulan  akli  lezzet,  tüm  diğer 
lezzetlerden daha üstündür. Diğer lezzet ve hazlar bir gerçeklik ifade etmeyip, elemin 
giderilmesinden duyulan menfi lezzetlerdir.
18
 
 
IV-NEFS KAVRAMI 
 
Kur’an-ı Kerim’de: 
 
“Andolsun  ki  biz  insanı,  ahseni  takvim  içinde  yarattık.”  (Tin  95/4) 
buyrulmaktadır. 
                                                           
18
 Müfit Selim Saruhan,  “İslam Düşüncesinde Ahlak ve Saadet”,  Köprü Üç Aylık Fikir Dergisi, Sayı 
75, Yaz 2011.
 


19 
 
 
 
İnsan  yaratılmışlar içinde  yaratılanların en şereflisi en yücesidir ve en güzel 
biçimde yaratılmıştır.  
 
Söz  konusu  üstünlük  kulun  gerçek  manada  insan  olabilmesiyle;  Yüce 
Yaratıcısını  bilmesiyle  ve  kemâle  ermesiyle  olur.  İnsan  bedenine  sahip  olmak, 
konuşmak,  düşünmek,  üretmek,  eserler  vermek,  teknolojide  ilerlemek  ve 
medeniyetler  kurmak  bu  üstünlüğün  asıl  sebepleri  değildir.  Çünkü  yeryüzünde  pek 
çok insan ve kavim sayısız ve şahane eserler vermiş ama Allah’ın davetine uymadığı 
için  helak  olup  silinmiştir.  Kur’an-ı  Kerim  ve  hadisi  şeriflerde  anlatılan  çeşitli 
kavimlerin  kıssaları  bize  bu  bilgiyi  vermektedir.  Tarih  kitaplarının  sayfaları  bu 
hususta ibret dolu pek çok hadiseyle doludur.  
 
İnsanı insan yapan, yaradılış gerekçesi olan kulluğunu gerçekleştirmesidir. 
 
Ayet-i kerimelerde şöyle buyrulmaktadır:  
 
“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zâriyât 
51/56). 
 
“Yoksa  sen  onların  çoğunun  işittiklerini,  düşündüklerini  mi  sanıyorsun? 
Hayır,  onlar  hayvanlar  gibidir,  hatta  onlar  yolca  hayvanlardan  daha 
sapıktır.”(Furkân 25/44)  
 
Demek  ki;  yüce  bir  amaçla  yaratılan  insan,  nefsani  arzularıyla  mücadele 
etmek  zorundadır.  Bununla  yükümlüdür.  Kendisini  hazların  cazibesine  kaptıran  ve 
yaradılış  amaçlarını  unutanlar  esfel-i  sâfilîn’e  (aşağıların  aşağısına,  hayvanların 
seviyesine, hatta onlardan da daha aşağı seviyeye) düşer. Nefsinin isteklerine arzu ve 
emirlerine  boyun  eğmeyen  ve  rabbini  bilenler  ise  alâ-yı  iliyyîn’e  (meleklerin 
derecesine hatta onlardan da üstün seviyeye) yükselir. 
Nefs genel olarak iki ortak anlam taşımaktadır: 


20 
 
 
Birincisi  ile  insandaki  arzu,  istek  ve  öfke  kuvvetleri  kastedilir.  Hz. 
Muhammed  (s.a.v)  buna  işaret  ederek:  “İki  göğsün  arasında  bulunan  nefsini  en 
büyük düşmanın say!” buyurmuşlardır. 
 
İkinci manası  ile nefs, latif bir özdür.  Değişik hallerine göre  farklı sıfatlarla 
nitelendirilen nefs, hevâ ve hevesine karşı gelmesi ve içindeki kargaşayı  yok etmesi 
halinde nefs-i mutmaine
19
olarak isimlendirilir.
20
 
 
Bu kullanımlar sufî literatüründe daha yaygındır. 
 
Müslüman  filozoflardan  Kindî’ye  göre:  “Nefs  basit,  şerefli  ve  yetkindir; 
değeri büyüktür. Güneş ışığının güneşten gelmesi gibi onun cevheri de Yaratıcı’dan 
gelmektedir.  Yapısının  şerefli  oluşundan  ve  bedende  açığa  çıkan  arzu  ve  öfke 
güçlerine  zıt  bir  karaktere  sahip  bulunuşundan  anlaşıldığı  üzere  bu  nefs,  cisimden 
bağımsız, ona aykırı; cevheri de ilahî ve rûhanîdir.”
21
 
 
İbn  Sina’ya  göre  nefs;  ruh  ve  beden  birlikteliğinden  doğduğu  için,  hayvani 
nefs  ve  rasyonel  (akılcı)  nefs  olarak  kendini  göstermektedir.  Nefsin  mutluluğu  bu 
yönlerden  hangisini  tercih  edip,  işbirliği  yaptığına  bağlıdır.  Nefsin  her  iki  yönü 
kendine ait kuvvet ve kabiliyetlere sahiptir.
22
 
Nefs, insanın şahsiyetini meydana getirir. 
 
Nefs,  beden  üzerinde  etkilidir  ve  onu  terbiye  eder.  Saflaştırılıp  temiz  hale 
getirildiğinde ondan iyilikler doğar.  
Nefs, hallerine göre aşağıdaki niteliklerle tanımlanır: 
1-Nefs-i  Emmare:  Kötü  his  ve  huyları,  çirkin  vasıfları  barındırır.  Haz 
düşkünüdür. Kötü işleri güzel görür. Sadece keyfini ve rahatını düşünür. 
                                                           
19
 Allah Teâlâ “Ey itmi’nana ermiş nefs! Rabbine dön!” (Fecr/27-28) buyurmaktadır.
 
20
 Gazâlî,  Ahlak Kitabı (2. Baskı), Çev: Seray Yıldız, İstanbul: İlke Yayıncılık, 2010, ss. 60-63.
 
21
 Öznur Özdoğan, Aşkın Yanımız Maneviyat, Ankara: Özdenöze Yayınları, 2009, s. 14.
 
22
 Özdoğan, s. 14.
 


Yüklə 5,01 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   38




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə