Kadina yöneliK ŞİddetiN Önlenmesinde mevzuattaki ve uygulamadaki noksanliklarin tespiTİne iLİŞKİn rapor


Birleşmiş Miletler Nüfus Fonu Türkiye Ofisi Toplumsal Cinsiyet Program Koordinatörü Meltem Ağduk



Yüklə 447,57 Kb.
səhifə5/18
tarix14.01.2018
ölçüsü447,57 Kb.
#20524
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   18

2. Birleşmiş Miletler Nüfus Fonu Türkiye Ofisi Toplumsal Cinsiyet Program Koordinatörü Meltem Ağduk

27.01.2010 Çarşamba günü saat 15.00’ta Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu Türkiye Ofisi Toplumsal Cinsiyet Program Koordinatörü Meltem Ağduk, alt komisyon tarafından dinlenmiştir.


1985 yılından itibaren kadın sivil toplum kuruluşlarının kadına yönelik şiddetle mücadele konusunda ciddi bir şekilde çalışmaya başladıkları, “Bağır herkes duysun!” kampanyasının İstanbul’da başlatıldığı, kadınların bu kampanyada mor iğneleriyle sokağa döküldükleri; bu dönemde başlayan kadın hareketleriyle ilgili olarak, konu hakkında çalışan bir uzmanın “Bizim 1980’lerin ortasında koyduğumuz mısırlar 2000’lerde patlamaya başladı.” yorumunu yaptığı belirtilmiştir. 1987 yılında kadınların sokağa dökülmelerine sebep olan olayın, Çankırı’da bir asliye hukuk mahkemesi hakiminin eşinden şiddet görmüş hamile bir kadını, açılan davada eşinden boşamaması ve mahkeme kararına da “Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin.” cümlesini yazdırması olduğu söylenmiştir. Bu hakim şayet kararını bu şekilde yazdırmasaydı, kadına yönelik şiddetle mücadelenin belki de hiç başlamayacak olduğu vurgulanmıştır.
Şiddet gören kadınların %4’nün yetkili makamlara başvurduğu, bu oran beş sene sonra şayet %45 olursa, açık bir şekilde şiddet artmıştır denemeyeceği, çünkü aslında artanın şiddetin görünürlüğü olduğu ve kadınların artık konuşmaya başladığı vurgulanmıştır.
1980’leri Birleşmiş Milletlerin kadının on yılı olarak ortaya koyduğu, 90’lı yılların bu alanda çalışanlar için şiddeti tanımlama yılları olduğu ve yavaş bir şekilde kurumsallaşmanın başladığı, çok taraflı yaklaşımla kurumsal işbirliklerinin temellerinin atıldığı yıllar olduğu söylenmiştir. 2000’lerde kadınların farkındalıklarının artmaya başladığı, kadınların uğradıkları şiddeti konuşmaya başladıkları, sadece kadına yönelik şiddet konusunda çalışan uzmanlaşmış kadın örgütlerinin oluştuğu, sığınma evi denildiğinde akla ilk olarak Mor Çatı’nın geldiği (ilk sığınma evini açan örgüt), Ankara’da ise akla ilk olarak Kadın Dayanışma Vakfı’nın geldiği söylenmiştir. Sürecin devamında ise yasal düzenlemelerin yapıldığı, konuya politik ilginin arttığı, kurumsal çabaların devreye girdiği, hizmetlerin geliştiği, konuya ilişkin olarak uluslar arası örgütlerde ciddi değişikliklerin meydana geldiği vurgulanmıştır.
2004 yılında, şu anda TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonunun Başkanlığını yapan, o zaman Devlet Bakanı olan, Sayın Güldal Akşit’le beraber çalışılarak “Kadına Karşı Şiddete Son” isimli bir ulusal kampanya başlatıldığı, kampanyanın 2007’ye kadar sürdüğü, toplumun her kesiminden insanların katılacağı bir kampanya olmasına çalışıldığı ve kampanyanın temasının “Erkekler erkeklerle konuşuyor.” olduğu söylenmiştir. Kampanyaya ilişkin olarak spot filmler çekildiği, oyuncu Demet Akbağ’ın, Yılmaz Erdoğan’ın, Altan Erkekli’nin ve o dönem Futbol Milli Takımı kaptanı olan Levent Korkmaz’ın spot filmlere destek olduğu, Türkiye Futbol Federasyonunun kampanyaya destek verdiği, medyanın kampanyaya ilgisinin yoğun olduğu ifade edilmiştir.
Kültür Bakanlığı Devlet Çoksesli Korosu tarafından üç bin türkünün tarandığı, bunların arasından şiddetle ilgili olanların ayrıldığı ve bunların içinden on beş tanesinin Türkiye’nin çok ünlü seslerince seslendirildiği belirtilmiştir. Bu türkülerin kadına yönelik şiddet konusunda verilen seminerlerden sonra seslendirildiği ve oldukça olumlu etki bıraktığı söylenmiştir. Türkiye Giyim Sanayicileri Derneği ile yapılan çalışma sonrasında, derneğe üye giyim firmalarınca, özellikle erkek giyim ürünlerinde fiyat etiketinin yanına kadına karşı şiddetle mücadele konusunda uyarıcı bir etiket konulduğu ve buna destek olan giyim firmalarının aynı etiketin çok daha büyük versiyonunu vitrinlerinde sergiledikleri ifade edilmiştir.
Kadına yönelik şiddetle mücadele kampanyaları sırasında birçok spot film üretildiği, spot filmlerden bir tanesinde Başbakan Sayın Recep Tayip Erdoğan’ın, o zaman için Kadından Sorumlu Devlet Bakanı olan Sayın Nimet Çubukçu’nun, Kadının Statüsü Genel Müdürü Sayın Esengül Civelek’in ve Diyanet İşleri Başkanı’nın da yer aldığı söylenmiştir.
Birleşmiş Milletler Nüfus Fonunun 2004 yılından bu yana GATA(Gülhane Askeri Tıp Akademisi) ile işbirliği içerisinde cinsel sağlık, üreme sağlığı, aile planlaması eğitimi verdiği ve bu eğitimin içinde bir saatlik kadına yönelik şiddetle mücadele bölümünün de olduğu belirtilmiştir.

Nahide Opuz davasından sonra, Emniyet Genel Müdürlüğü ile yapılmış ancak süresi bitmiş olan protokolün yenilendiği, emniyetin içinde eğiticileri eğitecek, 20 kişilik bir “usta eğitici eğitimi” verilmesinin kararlaştırıldığı belirtilmiştir. Usta eğitici yetiştirme programının yapılmasının bir sebebinin kapasiteyi ve sürekliliği sağlamak olduğu, diğer sebebinin ise yurtdışındaki Emniyet teşkilatından gelen eğitim taleplerini karşılamak olduğu söylenmiştir.


4320 sayılı Ailenin Korunması Hakkındaki Kanunda yer alan koruma tedbirlerinin hayata geçirilebilmesi için aile mahkemesi hakimlerinin bir kısmının şiddet olayının gerçekleştiğine dair delil istediği, ancak kanunun şiddete uğrayan kadına, şiddete uğradığını ispatlamasını şart koşmadığı belirtilmiştir.
Aile mahkemelerine bakıldığı zaman bu konuda bir uzmanlaşmanın olduğunun görüldüğü ancak işin savcılık ayağında bu işte uzmanlaşmış savcıların olmadığı; bu durumda ise mahkemelerin verdiği bazı tedbir kararlarının on beş gün, yirmi gün, bir ay hatta iki ay sonra uygulandığının gözlemlendiği belirtilmiştir. Ancak savcıların bu konuda suiistimallerinin olmadığı, kendine has bir kanun olan 4320’nin uygulanması konusunda farkındalık noksanlıklarının bulunduğu; bu noksanlıkların, savcıları hakimlerden ayırarak verilen özel eğitimlerle giderilmeye çalışıldığı ve bu konuda da oldukça başarılı olunduğu vurgulanmıştır. Bu noktada aile içi şiddetle mücadelede uzmanlaşmaya dikkat çekilmiş, çocuk savcısı, çocuk polisi, çocuk hakimi gibi aile savcısı, aile polisi benzeri uzmanlaşmış yapılanmaların kurulmasının gerekliliğine dikkat çekilmiştir.
Sağlık Bakanlığıyla yapılan çalışmaların oldukça iyi gittiği çünkü bakanlığın hem proje uygulamasını bilen bir bakanlık olduğu, hem de özellikle yeni nesil tıp fakültesi mezunlarının toplumsal cinsiyet ve aile içi şiddetle ilgili dersler aldığı belirtilmiştir. Ancak sağlık mensuplarının, şiddete uğrayan kişiyi fark ettikleri zaman ihbarda bulunma zorunluluğu, kişisel güvenlikleri açısından endişe yarattığı için, şiddet mağduru kişinin özel durumunun zaman zaman görmezden gelindiği ifade edilmiştir. Bu durumun önüne geçebilmek için ihbar yükümlülüğünde bu konuya özel bir düzenleme getirilebileceği söylenmiştir. Aynı zamanda bu durumun, sağlık mensubunun, hastanın özel hayatını saklama yükümlülüğü ile çelişen bir durum olduğu da belirtilmiş, hekimlerin hastalarının özel hayatını ifşa etmekten kaçındıkları ifade edilmiştir. İngiltere’de, sağlık mensuplarınca, şiddete uğradığı fark edilen kadınlara ne tür korunma olanaklarına sahip olduklarını gösteren bir broşür verildiği, sonrasında kadının kendi seçimini yaptığı, bizde de buna benzer bir yöntemin benimsenebileceği vurgulanmıştır.
4320 sayılı kanunun verdiği yetkilerden bir tanesinin, hakimin, şiddet uygulayan aile bireyinin bir sağlık kuruluşuna muayene veya tedavi için başvurmasını zorunlu kılabilmesi olduğu, ancak hakimlerin kişiyi gönderecek bir sağlık kuruluşu yahut klinik bulamadıkları söylenmiştir. Aile Mahkemesi hakiminin şiddet uygulayan erkeği tedbir kararı ile evden uzaklaştırabildiği ancak bu durumun evde kalan kadını yoksulluğa sürükleyebildiği; erkeklerin bazı vakalarda evin elektriğini, suyunu kestirdikleri, bu durumun ise kadınları zor durumda bıraktığı belirtilmiştir. Bu tip durumlarda bazı hakimlerin kaymakamlığa yahut valiliğe yazı yazıp sosyal yardımlaşmadan kadın lehine destek sağladıkları yahut kusurlu eşin eve ilişkin yükümlülüklerinin devamına hükmederek sorunu çözdükleri belirtilmiş, ancak bu durumun sistematik bir çözüme kavuşturulmasının gerekliliği vurgulanmıştır. Bu tip durumlarda çözüm yolu olarak mahkemenin tedbir nafakasına hükmedebileceği belirtilmiş, ancak bu durumda da erkekten nafakanın tahsil edilememesi halinde kadının gene mağdur olduğu vurgulamıştır. Bunun önüne geçmek içinse, kadına bir fondan para ödenmesi gerektiği, arkasından devletin rücu yoluyla erkekten parayı tahsil etmesinin gerektiği söylenmiştir. 4320 sayılı kanun gereğince hakim tarafından verilen tedbir kararlarının infazı ve infazının takibinin savcı tarafından yapıldığı ancak bu noktada ciddi sorunlarla karşılaşıldığı, hakimlerin verdikleri tedbir kararlarının doğurduğu sonuçları göremedikleri belirtilmiştir. Bu noktada koordinasyon eksikliğinin bulunduğu belirtilmiş; her ne kadar 2006/17 sayılı Başbakanlık genelgesi kadına yönelik şiddetle mücadelede kurumlar arası koordinasyonu sağlamak için çıkarılmış olsa da, pratikte beklenen etkiyi doğurmadığı ifade edilmiştir.
Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme kurumunun altyapısının yeterli olmadığı ve kadına yönelik şiddetle mücadelede kurumun ciddi eksikliklerinin olduğu vurgulanmıştır. Sosyal hizmetlerde konuya ilişkin çalışan uzman sayısının çok az olduğu, bunların da hiçbir şekilde süper vizyon almadıkları, bu yüzden kısa süre içinde tükenip çalışamaz hale geldikleri belirtilmiştir. Sosyal Hizmetlerin çok ciddi bir reforma ihtiyacı olduğu söylenmiştir.
Hürriyet Gazetesi ile 2004-2007 yılları arasında işbirliği yapıldığı, ortak kampanya yürütüldüğü, ancak medya profesyonellerini bu konuda eğitmenin çok zor olduğunun görüldüğü vurgulanmış; bunun üzerine iletişim fakültesi öğrencileriyle çalışmalar yapılmaya başlandığı ifade edilmiştir.
Dört senedir Sabancı Vakfı ile birlikte “Kadın Dostu Kentler” projesinin yürütüldüğü, yerelde mücadelenin çok önemli olduğu belirtilmiştir.
Türkiye’de toplam 56 kadın sığınma evi bulunduğu, bunların üçte ikisinin Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumuna ait olduğu, kalanının ise belediyeler, kaymakamlık ve sivil toplum tarafından işletildiği söylenmiştir. Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu Türkiye Ofisinin, İçişleri Bakanlığı Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü ile beraber, Avrupa Birliğinden destek alarak “Sekiz İlde Kadın Sığınma Evi Projesi”ni yürüttüğü, proje kapsamında sekiz ilde kadın sığınma evi inşaatının devam ettiği söylenmiştir. Proje kapsamında inşaatların sürdüğü sekiz ilde, bütün hizmet sağlayıcılar ile kamuoyu önderi denebilecek imamlar, muhtarlar, lise öğretmenleri vb. gruplara eğitimler verildiği belirtilmiştir.


Yüklə 447,57 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   18




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə