ruyu sormasına izin verir: "Ama nasıl yaptık biz bunu?
Nietzsche bu soruları onları üç imgede yineleyerek yeniden
açıklar: Nasıl içebildik biz bu denizi? Bütün çevreni sileceğimiz
süngeri bize kim verdi? Yeryüzünü güneşinden koparır iken ne
yaptık biz?"
Son soruyu yanıtlayabiliriz: Güneşi yeryüzünden koparır
iken insanların yaptığı, Avrupa düşüncesinin son üç yüzyılda
yaptığını dile getirir. Peki ama, bu tarih temelinde varolanın
başına ne geldi? Nietzsche güneşle yeryüzü arasındaki ilişkiyi
adlandırır iken yalnızca Yeni çağ’m doğa tasarımındaki
Kopemikusçu dönüm noktasını düşünmez. “Güneş” sözcüğü,
aynı zamanda, Platon'nun, alegorisini de anımsatır. Buna göre,
güneşle onun ışıklarının alanı, varolanın kendi görülebilir görü
nüşüne ya da kendi yüzlerine (ideler) göre göründüğü yerdir.
Güneş; varolanın varolan olarak kendini gösterdiği bir görüş
çevresi kurar, bu çevreyi sınırlar da. "çevren"; hakiki olarak
varolan duyuüstü dünyayı gösterir. Bu her şeyi saran, deniz gibi
içine alan bütündür. İnsanın yerleştiği yeryüzü güneşinden ko
parılmıştır. Duyuüstünü kuran, bu niteliği ile de kendinde olan,
artık bir zamanlar insan üzerine yetkili ışıklarını saçtığı yerde
değildir. Bütün görüş alanı silinmiştir. Varolan olarak varolan
ların bütünü, deniz, insan tarafından içilip boşaltılmıştır, çünkü
insan, ego cogito’nun ben-lik'inde başkaldırmıştır. Bu ayaklan
mada bütün varolan nesneye dönüştürülmüştür. Varolan, nesnel
olması bakımından, öznelliğin içkinliğinde yutulmuştur. Çev
ren, artık, kendi ışığını saçmamaktadır Şimdi çevren, yalnızca,
güç isteminin değer koymasında koyulmuş bir görüş noktasıdır.
Düşünme bakımından imgeden başka bir şey olduğuna hiç
kuşku olmayan bu üç imge (güneş, çevren, deniz) ile üç soru,
Tanrının öldürülmesi olayından ne anlaşıldığını aydınlatmakta
dır. Öldürmek, burada kendi başına varolan duyuüstü dünyanın
insan eliyle yok edilmesidir. Öldürme bir süreci adlandırır: Bu
süreçte, varolan, varolan olarak yok olmaz Varlığında farklıla
şır. Oysa, durum varolanın Varlığı bakımından bütün bütün
başkadır. Şu da var, bu süreçte, her şeyden önce, insan da başka
türlü olur, dönüşür. İnsan kendinde varolan anlamında olanı
kaldırıp atan olur. Öznellik içinde bu başkaldırmayla, bütün
NIETZSCHE’NİN TANRI ÖLDÜ SÖZÜ ve DÜNYA RESİMLERİ ÇAĞI
56
NIETZSCHE’NİN TANRI ÖLDÜ SÖZÜ
varolan nesneye dönüştürülmüştür. Ancak, bu nesnel olan, göz
önüne getirmeyle durdurulandır. Kendinde varolanın gideril
mesi, açıkçası Tanrının öldürülmesi, insanın servetini güvenli
kılmasında yerine getirilmiştir. İnsan, bu eylemle, özdeksel,
gövdesel, tinsel, bilişsel kaynaklan kendisi için güvenli kılar.
Ne var ki, insan bunu varolanın Varlığıyla, güç istemiyle
örtüşmek için -olanak olarak nesnel olan- varolan üzerinde
egemen olmak isteyen kendi güvenliği uğruna yapar. Güvenlilik
sağlama olarak emin olma, değer koymada temellenir. Değer
koym a kendinde varolanların hepsini devirip öldürmüştür. Do
layısıyla onları kendi için şey olarak öldürmüştür. Ölen Tanrıya
indirilen son darbe metafizikten gelir. Bu darbeyi güç istemi
metafiziği olarak değer düşüncesi anlamındaki düşünme vur
muştur.
Bununla birlikte, Nietzsche, Varlığı yere sererek yalnızca bir
değere dönüştüren bu son vuruşun, Varlığın kendisi açısından
düşünüldüğünde, neyi vurduğunu pek anlamaz. Peki ama
Nietszche, "Biz hepimiz onun katiliyiz" - sizlerle ben! demiyor
mu? Kesinlikle. Öyle ise, Nietzsche güç istemi metafiziğini
daha hâlâ Hiççilik olarak anlıyor. Kuşkusuz. Yalnız şu da var,
Nitzsche için bu, olsa olsa şu anlama gelir: Gelmiş geçmiş bü
tün değerlerin yeniden değerlendirilmesi anlamında bir karşı
akım olan bu metafizik, "şimdiye kadarki en yüce değerlerin"
daha önceki “değerden düşürülmesini” en kökten biçimde bü
tünler, çünkü bunu eksiksiz biçimde yapar..
Bununla birlikte, Nietzsche bütün değer koymaların ilkesin
den çıkan yeni değer koymayı, artık, bir öldürme, bir Hiççilik
olarak düşünemez. Yeni değer koyma, kendini isteyen güç is
tem inin görüş alanında; açıkçası değerlerin, değer koymaların
perspektifinde, değerlerin değerden düşürülmesi değildir artık.
Peki ama varolan olarak varolan bakımından; yani aynı za
m anda Varlığa yönelik bir bakıştan çıkarak düşünülürse değer
koymanın başına gelen nedir? Bu durumda, değerleri düşünme
kökten bir kıyımdır. Bu düşünme varolan olarak varolanı ken
dinde olmasında yere sermekle kalmaz, Varlığı da bütün bütün
yerle bir eder. Şimdi Varlık, gerekli olduğunda, ancak değer
sayılır. Güç istemi metafiziğinin değer düşünmesi, Varlığın
57
kendisini ortaya çıkmaya; yani özünün diriliğine ermeğe bırak
madığı için, sözcüğün tam anlamıyla öldürücüdür. Değerler
bakımından düşünme, önceden beri Varlığın kendi hakikati
içinde özünü sürmesine izin vermez.
Peki ama daha köklerde öldüren bu kıyım öncelikle yalnızca
güç istemi metafiziğinin tarzına mı özgüdür? Varlığın olduğu
şey olmasına izin vermeyen, Varlığı yalnızca değer olarak yo
rumlayan yalnızca
bu
düşünme
midir?
Eğer
öyleyse,
Nietzsche'den önceki metafizik, Varlığın kendisini, onun haki
katinde anlamış, düşünmüş, hiç değilse sorgulamış olsa gerek.
Ama biz Varlığın böyle anlaşıldığını hiç bir yerde görmeyiz.
Biz Varlığın hakikatinin kendisini, bunun sonucu olarak da
Varlık olarak hakikatin kendisini düşünen bir düşünmeye hiç
bir yerde rastlamıyoruz. Hatta Batı düşünmesinin başlangıcı
olarak, metafiziğin Platon
ile Aristoteles’te serpilmesini
hazırlayan Platon öncesi düşünmede bile düşünülmemiştir bu.
Her ne kadar, estin (eon) gar einai Varlığın kendisini adlandırsa
da, o, bu bulunmayı, onun hakikatinden çıkan bulunma
(Anwesen) olarak düşünmez. Varlığın tarihi, zorunlu olarak,
Varlığın unutulmasıyla başlar. Buna göre, Varlığın kendisinin
kendi hakikatinde düşünülmeden kalması güç istemi metafiziği
olarak metafiziğine bağlı değildir. Varlığın bu yadırgatıcı
bulunmaması, gelmemesi (ausbleiben) buna göre, ancak
metafizik olarak metafiziğe dayanır. Peki ya metafizik nedir?
Onun özünü biliyor muyuz? Metafizik kendi özünü bilebilir mi?
Metafizik kendi özünü kavradığında, onu, olsa olsa metafizik
bakımdan yakalar. Ne var ki, metafiziğin metafizik kavramı hep
metafiziğin özünün gerisinde kalır. Mantığın Logos’un ne
olduğunu düşünebileceğini kabul edersek, bu bütün mantıklar
için geçerlidir. Şöyle ya da böyle metafiziğin üstüne çıkmaya
çalışan metafiziklerin her biri, felsefedeki mantıkların her biri,
böyle yapmakla nereye düştüklerini olsun anlamadan kesinkes
metafiziğin altına düşer.
Bizim kafa yormamız sırasında hiç değilse Hiççiliğin özü
nün en azından bir özelliği belli oldu. Hiççiliğin özü tarihe da
yanıyor. Buna göre bütününde varolan olarak varolanın görünü
şünde Varlığın kendisinin, Varlığın hakikatinin başına gelen
NIETZSCHE’NİN TANRI ÖLDÜ SÖZÜ ve DÜNYA RESİMLERİ ÇAĞI
5 8
Dostları ilə paylaş: |