Microsoft Word Esas metin 1-82. doc



Yüklə 0,65 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə12/25
tarix06.10.2018
ölçüsü0,65 Mb.
#72677
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   25

 

29 


Zaten ben gitsem bile—ki gidiyorum—yerime hep yeni bir şehzade 

bulunacağını.  Yoksul kızları bu kere onun kurtaracağını?  Aynı 

yalanın yıllardır, hiç bıkılmadan yinelendiğini?  Halk çocuğu, halktan 

aldığını halka verme, halka dönük, halk değerleri gibi sözlerin bile bir 

sanayi olabileceğini?  (94) 

 

Ömer Say, “1960-1980 Arası Türk Hikayeciliğinde Yabancılaşma” başlıklı 



yayımlanmamış yüksek lisans tezinde, Tomris Uyar’ın ilk üç öykü kitabını da 

değerlendirmiştir.  Say, Tomris Uyar’ı “1960 sonrası hikayeciliğimizdeki ideolojik 

kaygıların uzağında yer alamamış bir yazar” (72) olarak görür.  Bu yargıya varmak 

için yazarın birkaç hikayesinin okunmasının yeterli olduğunu söyleyen Say, Uyar’ın 

“bilinçli bir şekilde” zenginleri ya da maddi açıdan karşısındakinden üstün olanları 

“çirkin” gösterdiğini iddia eder.  Dizboyu Papatyalar’a bu açıdan bakarak, onu 

yazarın ilk iki kitabına göre “daha başarılı” bulan Say’ın incelemesi 1960-1980 

aralığına giren 1979 tarihli Yürekte Bukağı’yı nedense kapsamaz.  Bir yazarın belirli 

bir dünya görüşünün olması ve kendi yarattığı yapıtına bunu yansıtması kabul 

edilebilir bir tavırdır.  Belki de tartışmanın asıl sebebi Say’ın da başka bir ideolojinin 

etkisiyle bu eleştiriyi yapmasından kaynaklanıyordur.  Yine de Uyar’ın Dizboyu 

Papatyalar’dan itibaren dünya görüşünden de sapmadan öykülerini daha temkinli ve 

incelikli kurduğunu söylemek yanlış olmaz.  Zaten Yürekte Bukağı ile yazar, 

öykücülüğündeki doruk noktalarından birine hakkıyla ulaşacaktır.  

 

Ç. Yürekte Bukağı 

 

Susan Lohafer’e göre, “kısa öykülerin en başarılı örnekleri, toplumlarda 



rahatsız edici çalkantıların oluştuğu zamanlarda ve insanların dışlandığı yerlerde 

yazılmıştır.  Kısa öykü yalnızların çığlığıdır” (alıntılayan Erden, Kısa Öykü ve 



Dilbilimsel Eleştiri 28).  Tomris Uyar da bütün öykü kitaplarının “arka plan”ında bir 


 

30 


“toplumsal baskı dönemi”nin yattığını söyler (“Yalın ve Duyarlı Bir Evren 

Kurucusu: Tomris Uyar” 4).  Bu dönem genellikle yaşanan günlere hatta kitabın 

yayımlandığı tarihe denk düşer.  1979’da, yazarın dördüncü öykü derlemesi olan 

Yürekte Bukağı, toplumsal gerilimin had safhada olduğu bir zamanda ortaya çıktı ve 

Uyar’a 1980 Sait Faik Hikaye Armağanı’nı getirdi.  Yazarın, Gündökümü (1975-



1980): Bir Uyumsuzun Notları’na göre “ ‘Faşizm ve Aşk’ anlamına gelmeli”ydi bu 

kitabın adı (192); öyleyse Yürekte Bukağı’nın arka planında bu anlam aranmalı. 

 “Faşizm ve Aşk” izdüşümleri taşıyan bu kitapta, bir sıkıyönetim döneminde, 

Doğan Hızlan’ın deyişiyle, “hastalıklı bir toplum[da] çürümüşlüğü, yozlaşmışlığı 

bile görkeme dönüştüren bir kent[te]” (524) yüreğine bukağı vurulmuş sıradan 

insanların gündelik öyküleri anlatılır.  “Barışta” yaşansa daha farklı olacak ilişkiler 

için iç geçirilir.  Bıkkınlıklar, kırgınlıklar, kaybolmuş idealler, yıkılan ümitler, iç 

hesaplaşmalar arka plandaki toplumsal huzursuzlukla beraber daha çok acı verir.   

Uyar’ın “Güneşli Bir Gün” adlı öyküsü bu parçalanmış resimlerin çerçevesi 

gibidir.  Yaşanan günlerin kıstırılmışlığı, di’li geçmiş zamanda bir simgenin 

eşliğinde dile getirilmiştir.  Oysa ki aslolan “şimdi” apaçık ortadadır ve simge 

kendini hemen ele verir.  Tomris Uyar, masal, ironi ve karabasan öğeleriyle bir 

“dönem öyküsü” yazmıştır “Güneşli Bir Gün”de: 

Ne zamandı, kimseler bilmiyor, ama toprağın üstlerine ince bir torba 

geçirilmişti [. . . .] Seyrek dokulu, nerdeyse saydam bir örtüydü, 

dışarının görülürlüğünü kısıtlamıyordu, çağdaştı, uygardı, ne var ki 

ona deyip süzülen ışıkta, bütün renkler bulanıklaşıyor, parlaklıklarını 

yitiriyor, sonunda tekdüze bir bozlukta, tiz bir alacakaranlıkta 

donuyordu.  İnsanların yüreklerinin daralması, boğazlarının sık sık 

düğümlenmesi bu yüzdendi (15) [. . . .] Kentlerde kimseler birbirini 




 

31 


tanımıyordu.  O güne kadar tanımayı pek düşünmemişlerdi, ama artık 

önemliydi, tanınmayanlar kuşkuyla süzülüyordu.  Bıyıktan, saçın 

taranış biçiminden, kısalığından ya da uzunluğundan, giyiniş 

özelliklerinden, bir düşmanlık, bir dostluk belirtisi çıkarılmaya 

çalışılıyordu (17) [. . . .] Yıllardır cepleri ısıtan sigara paketlerinde 

kötü belirtgeler, eski söylenceler aranıyordu: kurt kulakları, gamalı 

haçlar, orak çekiçler [. . . .] Bir gazete haberi, bir fotoğraf, yaşamayı 

haksız kılmaya yetiyordu.  (18) 

 Yazar-anlatıcı, öyküsünde kendi hâlini de açıklar.  Yaşananları dile 

getirmenin imkansızlığından bahseder: “Yaşanılan acılar büyük bir hızla simgesel 

acılara, okunulan, düşünülen, yazılan acılara dönüşüyordu.  Toplu bir sanrı gibiydi, 

olamazdı, bir sürçmeydi sanki.  (Şu öykü bir başka şeyin simgesiydi sözgelimi, masal 

mıydı neydi?  Öylesine kaçılıyordu)” (18). 

 

Göndermelerini anlamakta zorlanmadığımız bu öykü, Füsun Akatlı’nın ifade 



ettiği gibi, “çağcıl bir masal havasına büründürülmüş, günden güne yapaylaşan, 

yaşamasızlaşan, ölümün kol gezdiği bir kent—bir dünya—karabasanı” olmaktan 

çıkıyor, günü yakalayan gerçekliğin “ta kendisi” oluyor (“Tomris Uyar’ın Öykü 

Dünyası” 37).  Öyle ki yazar, 1980 yılının ilk günlerinden birinde, o gün yaşadıkları 

hakkındaki izlenimlerini, üç yıl önce yazdığı bu öyküye gönderme yaparak dile 

getiriyor: “Yeni bir yıl mı bu?  Sanmıyorum.  İşte o torba hala duruyor, gerildi ama 

patlamadı, verdiği soluksuzluk her gün biraz daha artıyor yalnız” (Gündökümü 

[1975-1980]: Bir Uyumsuzun Notları 291). 

 Henri 


Lefebvre, 

Modern Dünyada Gündelik Hayat’ta, “hassas kulaklara ve 

gözlere sahip olan edebiyatçı[ların] ve edebiyat eleştirmenleri[nin] [. . .] terörizmi ilk 

algılayan kişiler” (143) olduklarını söyler; çünkü “tehdit” onların yazma eylemini de 



Yüklə 0,65 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   25




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə