Namazı Terketmenin Hükmü



Yüklə 1,73 Mb.
səhifə13/17
tarix19.10.2018
ölçüsü1,73 Mb.
#74965
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   17

(.) Bunun manası geçmişti. Mütercim.

Şayet: “Alemin arkasında dilediğin şeyden” denilecek olursa; o zaman: “sonrası” ile ilgili kavil zaman için ilki, mekan içinde ikincisi olmaktadır. Sonra da kul “Ehle’s-Senai vela Mecd” demekle (duasında) devam eder. Böylece de rekattan sonra emir, hamdin, senanın ve mecd (övgünün) olduğu rekattan önce namazın başlamasına dek döner. Sonra da: “Kulun dediğinden daha hak sahibi” ile ilgili kavli söylemekle devam edip, bunu, Allah’ı hamd, övgü ve sena ileilgili kavli söylemekle devam edip, bunu, Allah’ı hamd, övgü ve sena ile takrirle de belirtir. İşte bu kulun söylemesi gereken en haklı konudur. Sonra da kul kulluğunu itiraf ederek namazına devam eder. İşte bu tüm kulları ilgilendiren genel bir hükümdür. Sonra da: “La mania lima ateyte, vela mutiye lima menate, vela yenfeu zelceddi minkel cedd” kavlini288 (.) söylemekle de devam eder. Bu duayla aynı zamanda namazın sonunda da söyle. İşte bunu iki yerde de tevhidini itiraf ederek okur. Muhakkak ki nimetin hepsi O’ndandır. İşte bu da bazı şeyleri içermektedir:



1. Allah (c.c.) vermek ve men etmek hususunda da tek olandır.

2. Kendisi bir şeyi verdiği zaman, O’nun (c.c.), verdiğini engellemeye kimsenin gücü yetmez. Kendisi bir şeye engellediği zaman men ettiğini de verecek kimsenin gücü yetmez.

3. O’nun (c.c.) yanında kimse fayda veremez. O’nun vereceği azabı kimse alıkoyamaz. Yüce Allah’ın (c.c.) ikramlarından insanoğluna verdiği krallık, idarecilik, zenginlik, güzel yaşam gibi rızık ve hazları da O’na yakın olmaz, fayda vermez. Onlara fayda verecek olan ancak; O’na (c.c.) itaat etmek ve rızalığına göre hareket etmekle O’na yaklaşmaktır.

(288) Müslim: 471, 194 Namazda: Tamam kılmak hususunda namazın rukünlerinin itidali ve tahfifi babında; Müslim: 477. Namazda:Rukudan kalktığı zaman başını kaldırınca diyeceği şey hakkındaki babda; Nesei: 1/199 iftitahda: Kıyamda kişi ne der babında rivayet ettiler.

(.) Bunun manası geçmişti. Mütercim.

Sonra da kul “Ya Rabbi benim hatalarımı şu, kar ve buzla yıka, (sil)”(.) diyerek bunu bitirir. Tıpkı iftitah tekbiri aldığı ilk rekattaki gibi istiğfarla da namazı bitirin. Namazın başında, ortasında ve sonunda istiğfarda bulunmuş da olur. İşte bu rukün en faziletli zikir ve en faydalı dua olmuştur. Hem hamdinden, hem O’nu övmesinden, hem O’na sena etmesinden hem de ubudiyyetle O’na itirafta bulunmasından, hem tevhidden, hem de günah ve hatalardan O’na sığınmasından.

İşte bu maksadlı bir rukünde, kast olunanın bir zikri olup rukü ve secde olmadan olmaz.



(.) Müslim: 476, 204 Namazda: Rukudan başını kaldırdığı zaman neyi diyeceği hakkındaki babda rivayet etmiştir.

(SECDEETMEKVEBUKONUDAKİLATİFELER HAKKINDA) FASILA

Sonra da kul tekbir alır ve ellerini kaldırmadan direk secdeye varır. Çünkü eller tıpkı yüzün secdede gidip huşu aldığı gibi ellerde huşu alır. Çünkü bu iki el O’na kulluk için hıçkırır, huşu almaktadırlar. Bundan dolayı da kaldırmaya gerek yok. Bu yüzden de bu iki eli secdeden başı kaldırdığı zaman kaldırması meşru kılınmıştır. Çünkü bu ikisi ile, tıpkı birlikte koyduğu gibi kaldırılmışlardır. Secde etmek ubudiyyetin en beliğ ve heyet bakımından en tamam olarak meşru kılınmıştır. Secde; namazın sırrı ve büyük bir ruknüdür. Aynı zamanda rekatın bitişidir. Kendisinden önce rukünleri, O’nun için mukaddematı (önce olanı) gibidir. Böylece de bu haccda ziyaret tavafına benzemektedir. Çünkü bu haccın maksadı, Allah’a (c.c.) giden giriş mahalli ve ziyaretidir. Kendisinden önce olanda tıpkı onun için öne geçeni gibidir. Bu yüzden de kulun rabbine en öne geçeni gibidir. Bu yüzden de kulun Rabbine en yakın olduğu an secde anıdır. Ona en faziletli hallerde Allah’a (c.c.) en yakın bulunduğu bir haldir. Bu yüzden de burada yapılan duaya icabet olunmaya en yakın olandır.

Yüce Allah (c.c.) kulu topraktan yaratınca, elbetteki onu aslından çıkarmaya daha muktedir olandır. Hatta kişi tabiatını, yaratılışını inkar edip buna ters şeyler söylüyorsa onu tabiatından çıkarır ve oraya gönderir. Çünkü kul tabiatını terk etse ve nefsini ön plana çıkarsa, büyüklenir, sertleşir ve yaratıldığı asıldan çıkıverir. Rabb Teala’nın büyüklük ve azamet haklarını da görmezlikten gelir, hatta bunlar hakında tartışmaya bile giriverir.

Halbuki kul, haliki ve yüce Rabb olan Allah (c.c.)’ın azameti için, O’na boyun eğerek, O’nun önünde başını indirmiş, huşulu olarak ve ona kafasını alçaltmış olarak secde etmekle emrolunmuştur. Dolayısı ile bu huşu ve O’nun boyun eğmiş vaziyeti kendisini Allah’a (c.c.) kulluk hükmüne götürmekte, sokmaktadır. Nitekim kendisi aslından çıkmayı istediğinden, gaflete, yüz çevirmeye ve yanlışlığa düccar olduğundan bu secde konusu da onu zorlamıştır. Dolayısıyla da secde gerçek yaratılmış olduğu toprağa imtisal edivermiştir. O da kendisinden en şerefli ve yüksek olanı ortaya koymaktadır ki bu da yüzüdür. Yüce olan Allah’ın (c.c.) önünüde huşulu olarak, en yükseği bu sefer (secde etmesi ile Allah’ın önünde başını eğerek) en altta olmuş oluyor. O’nun (c.c.) azametinden dolayı O’na huşulu ve boyun eğmiş olarak, izzetinden dolayı da başını kaldırmamış olarak. İşte bu zahiri huşunun yegane hedefidir. Muhakkak ki Allah (c.c.) insanı topraktan yaratmış. Nitekim bu toprakta ayaklarla basılmış, zilletli (boyun eğdirilip) kılınmıştır. İnsanı bunda kullanmıştır. O’na redetmiş (döndermiştir) Ondan çıkartmayı da vaad etmiş. Bu da kulun annesi, babası, aslı ve soy soplarıdır. Yeryüzünün sırtına diri olarak insanı yürütmüş, ölü olarakta toprağın karnına (altına) sokuvermiştir. Nitekim toprak kişiye teyemmüm aracı ve bir mescidde kılınmıştır. Oraya secde etmesiyle de emredilmiştir. Öyle ki bu açık olan huşunun yegane gayesidir. Diğer organlarada ubudiyyet toplanmış, kişi böylece yüzünü toprağa, iki elini de onun (yanına) koyup, tevazulu huşulu ve boyun eğmiş olarak (Allah’a) secde der.

Mesruk, Said bin Cübeyr’e: “Şüphesiz bizim sadece yüzlerimizi bu toprağa koyup (secde etmemiz) hariç, rağbet edilecek bir şey kalmadı. Nebi (s.a.v.) kasten yüzünü toprağa, vurmamazlık etmezdi. Bilakis bu ona toplanmış olsa bunu yapardı. Bu yüzden de O (s.a.v.) su ve çamura da secde etmiştir.”dedi.289

(289) Buhari: 2/246 namazın sıfatında: Çamura bununla secde etme babında alnını ve burnunu koymassa babında; Müslim: 1/67 Oruçda kadir gecesinin fazileti babında; Ebu Davud: 894 Namazda: Burun ve alınla secde etme babında ve: “911”de burunla secde etme babında; Nesei: 2/208, 209. İftitah bölümünde: İki alnı ile secde etme babında rivayet ettiler.

İşte bu yüzden de vacib bir secdenin kemalinden bir birisi de kişinin şu yedi azaya secde etmesidir: Yüz, iki el, iki diz, iki ayak uçları. Bu Allah’ın ve Resul’ünün emrettikleri birer farzdır. Bunu Resulullah (s.a.v.) ümmetine de tebliğ etmiştir.

Vacib ya da müstehab secdenin kemalinden birisi de: Yüzün tam değmesi için namaz kılınacak yerin dümdüz olması, yere itimad edebilmesidir. Şöyle ki: Yerin biçiminden (alt ve üst yüksekliğinden) başın (alnın ve burunun) tam olarak hem alına hem de üstüne değmesidir. İşte bu secdenin tamamındandır.

Aynı zamanda secdenin tamamlarından birisi de(.) boyun eğmesinden aldığı hazz ile bedenindeki tüm azaların hepsinin kapanması şeklini oluşturmasıdır. Midesinin iki dizinden uzakta durması, pazuları yanlarından uzakta kalıp, kaldırılacak, bunları da yere yayma suretiyle tüm uzuvlarına müstakil oluncaya dek yaymayacak. Çünkü kulluk etmekte olup (yanlış harekenlerde bulunmaması lazım!) Bu yüzden de şeytan hz. Adem’i Allah’a secde eder vaziyette görünce yanından uzaklaşır ve ağlayarak: “Yazıklar olsun bana!Adem oğlu secde etmekle emrolundu ve secde etti. Ona Cennet vardır. Ben de secde etmekle emrolundum ama isyan ettim. Bana da Cehennem vardır.”290



(.) Ya vacib ya da müstehapta. Mütercim.

(290)Müslim: 81 İman’da: Namazı terk edene küfür isminin kullanılmasını beyan babında rivayet etti.

Bu yüzden de Allah’u Teala, kelamı işitildiği zaman secdeye varanları çokça övmüş ve bu esnada secde etmeyeni de zemm etmiştir. Bunun için de (secde ayeti) okunduğu zaman secde etmeyi vacib kılanların delili gerçekten çok kuvvetlidir. Sihirbazlar da Musa’nın (a.s.) doğru, Firavun’un da yalancı olduğunu anladıkları zaman hemen Rabblerine secde ediverdiler. İşte bu secdeleri ilk saadetleri, ve işledikleri sihirden dolayı pişmanlıklarının ilk ğufranlarıdır. Bu yüzden de yüce Allah (c.c.) bütün mahlukatın kendisine secde ettiklerini haber vermiş ve şöyle buyurmuştur:

Göklerde olan, yerde olan canlılar ve melekler de hiç kibirlenmeden Allah’a secde ederler. Üstlerinde her hususta hakim olan Rabblerinden korkarlar.”

(Nahl: 16/49, 50)

Onların, yüce Allah’ın (c.c.) yüceliğine ve üstünlüğüne imanlarını, O’na tazim ve yüceltme göstererek boyun eğmelerini de Allah’u Teala şöyle haber vermiştir: “Görmedin mi göklerde ve yerde olan herkes, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanlardan bir çoğu Allah’a secde ederler?. Bir çoğuna da azab hak olmuştur. Allah’ın (c.c.) hor kıldığını yüceltebilecek yoktur. Muhakkak Allah (c.c.) dilediğini yapar.” (Hacc: 22/18) Nitekim kendisine azab hak olan secde etmeyendir. Nitekim o Allah’a (c.c.) secde etmemesiyle ihanette, horda bulunmuş oluyor. Onu da kimsenin ikram edemeyeceğini haber veriyor. Dolayısı ile bu kişi, Allah’u Teala’ya secde etmemesi ile Allah’a (c.c.) ihanet etmektedir. Allah’u Teala şöyle buyurmuştur:

Göklerde ve yerde bulunanların kendileri de gökleri de ister istemez, sabah akşam Allah’a secde ederler.”

(Rad: 11/15)

Kulluk, kişinin ubudiyyetinden aldığı nasibe göre Allah’a (c.c.) yakınlaşmasının kemal olma gayesi olduğundan namazda ubudiyyetin çeşitlerini toplayan, kısımlarını içeren, kulun en faziletli ameli olan bir ameldir. Namazın İslam’daki konumu, tıpkı bir çadırın (evin) direğinin konumu gibidir. Secdesi de fiili rükunlerinin en faziletlisidir. Bunun sırrı da kendisi için meşru olunandır. Namazda secdenin tekrarı ise diğer rukünlerden daha çok olmaktadır. Aynı zamanda bu rekatın sonu ve gayesi durumundadır. Bu rükudan sonra yerine getirilmesi meşru olan bir fiildir. Çünkü rüku O’nun önünde bir başlangıç ve açılıştır. Secdede münasib olarak Allah’a (c.c.) sena yapılması meşru kılınmıştır. Kul da burada; “Subhane Rabbiyel Ala” der. İşte bu zikir kulun burada söylediği en faziletlisidir. Nebi (s.a.v.)’nin secdede bundan başkasını söylemeyi emrettiği varid olmamıştır. Nitekim kendisi: “Bunu secdelerinizde kılınız”291 diye de buyurmuştur. Her kim bunu kasten terk ederse onun namazı alimlerin çoğuna göre batıldır. İmamı Ahmed ve başları bunlardan olup kendileri: “Çünkü o kişi emmrolunan şeyi yapmamış olur” demektedirler. İşte bu halde Rabb Teala’nın yücelik ile vasf edilmesi, yüzünü yere sürtüp boyun eğen ve inleyip secde edenin hali için son derece uygunluk gayesindedir. Rekattan yere indiği heyeti ile de Rabb Teala’yı yüceltip zikr etmektedir. Kendisi rükusunda boyun eğmiş haliyle O’nun azametini de zikr etmekte ve Rabbinin yüceliğini ve büyüklüğünü zedeleyecek, kendisine layık olmayacak şeylerden de Allah’ı (c.c.) tenzih de etmektedir.



(291) Ebu Davud: 869; ibni Mace: 887; Darimi: 1/299. Hadis hasendir.

Sonra secde tekrar vasfı ile meşru olunca; iki secde arasını ayırmak gerekir. Her ikisinin arasını da ayırmak maksatlı bir rükundur. Nitekim burada kendisine layık olan bir duanın bulunuşu da söz konusudur. Aynı zamanda münasib gelecek.... İşte bu da kulun mağfiret, rahmet, hidayet, afiyet ve rızık297 istemesidir. Çünkü bu dünya ve ahiretinin hayırlı şeylerini celb etmeyi, dünya ve ahiretin şerrini de def etmeyi, içermektedir. Aynı zamanda rahmet, hayıra hasıl olur, mağfiret şerrden korunur. Hidayet de şuraya şuraya... ulaşır. Rızık da hem kişinin bedeninin yemek ve içecekten kuvetlenmesini sağlamak için verilir. Hem de ilimden ve imandan ruh ve kalbin kuvvetlenmesini sağlamak için verilir. Oturma faslı da işte bu duaya bir mahal (yer) olarak kılınmış, öyleki orada kendisine bir tekaddüm verilmiş kendisi Allah’dan rahmet diler, O’nu över, O’na boyun eğer.. İşte bu da dua eden kimse için birer vesile, ve ihtiyacı önünde birer önerimdir.



(292) Bu Ebu Davud’un: 850’de Namaz bölümünde: İki secde arasında dua etme babındaki rivayete işaret etmektedir. Tirmizi: 284. Namazda: İki secde arasında ne der babında; ibni Mace: 898 namazın ikamesinde: Kişi iki secde arasında ne der babında rivayet etmişlerdir. Bunu imamı Nevevi “El-Ezkar” adlı eserinde isnadını hasen kılmıştır.

İşte bu rükun, kendisinde dua maksadının bulunduğu bir rukundür. İşte bu rükun; rağbet etmesi af dilemesi, mağfiret istemesi ve rahmet dilemesi için koyulmuştur. Çünkü kul, Allah’a (c.c.) kıyamda dursa, O’na hamd etse sena etse ve yüceltse sonra da boyun eğerek rabbini tenzih etse ve tazim etse, sonra yine hamd ve senaya dönse sonra başını indirmiş, boyun eğmiş Rabbinin huzurunda alçalmış olarak bu gayede bulunmuş, olur. Onun ihtiyaçları, istekleri, özürleri vs.’de baki kalır. Böylece de hizmet etmesi hususunda O’na bağlanması meşru kılınmıştır. Sonra da kul nefsi emmaresini kötülükle, ondan korkarak, özürlü olarak ve ondan yalvararak efendisinin önünde, kendi nefsini telakki eder bir durum ile iki dizi üzerine çökmüş olarak boyun eğmiş bir şekilde oturur. Sonra da dört rekatı tamamlamak için her defasından sonra başka defasında bu ubudiyyeti tekrar etmesi meşru kılınmıştır. Tıpkı zikirden sonra diğer zikri tekrar etmesi meşru kılındığı gibi. Çünkü bu maksadın hasıl olmasından da beliğdir. Aynı zamanda boyun eğmeye ve teslimiyet göstermeye daha çağrışımlıdır.

Dolayısıyla namazın rükusu, secdesi, kıraati, tesbihi ve tekbiri tamam olunca, namazın sonunda boyun eğmiş olarak sukunetli ve diz çökmüş olarak celsede oturması meşru kılınmıştır. Bu oturuşunda en kamil (eksiksiz) selamlamaları (tahiyyeleri)ni; mahlukun mahluk için tahiyyesinin yerine olarak en faziletlisi olarak ifa eder. Yönelttiği ya da yanına gittiği zaman (kişinin kişiye selamlaman hususunda) muhakkak insanlar meliklerini, büyüklerini bir çok selamlama türlereiyle kalplerini diriltmek için selamlama çekmektedirler. Bazıları: “Allah (c.c.) arkadaşı nimetli kılsın”, bazıları: “Sana uzun ömür ve afiyet olsun”, bazıları: “Allah ömrünü uzatsın”, bazıları: “Bin sene yaşa”, bazıları: “Krallara secde etmekte”, bazıları: “Selam vermekte” vs.’dir. Aralarındaki selamlamalar dolayısı ile kendi (isteklerine göre) hayat verecek söz ve fiillerle selamlama olarak içeriklidir. Nitekim müşriklerde putlarını selamlamaktadırlar.

Hasan dedi ki: “Calhiliyye ehli putlarını ellerlerdi ve: “Hayatın devamlı olsun” derlerdi. İslam geldiği zaman en güzel tahiyyeyi (selamlamayı), en faziletlisini ve en doğrusunu Allah’a (c.c.) selamlaması, övmesidir. O Allah (c.c.) ki bu tahiyylerin hepsine daha layık ve evla olandır. Nitekim sadece kendisine layık olan selamlamalar da mevcuttur. Nitekim selamlama hayat, beka ve devamlılığı içerir. Bu tahiyyelere sadece diri, baki olup ölmeyecek ve mülkü zail olmayacak olan Allah (c.c.) hak sahibidir.

Aynı zamanda: “Ves-Salavatu.” kavline de sadece yüce olan Allah (c.c.) hak sahibidir. Onun dışında bu selavatı söylemek en büyük küfür olup, ona en büyük şirk koşulan konulardan birisi olur bu.

Aynı zamanda: “Vet, tayyibat” kavli:(.) hazf edilip mevsufun sıfatında olandır. Yani: “Tayyibatı, kelimeler, fiiller ve sıfatlardan”dır. Aynı zamanda: “İsimler tek olan Allah’ındır. O Tayyib’tir. Fiilleri tayyibdir. Sıfatları da en tayyib olanlardandır. İsimleri isimlerin en tayyibi, ismi “et-Tayyib olup, Ondan sadece Tayyib olan şeyler sadır olur, ona ancak tayyib olanlar yükselir ancak tayyib olanlar O’na yaklaşır. Bunların hepsi tayyibdir. Güzel, tayyib sözde O’na yükselir, O’nun fiili de tayyib olup, tayyib olan amel sadece O’na yükselir. Dolayısı ile tayyib olan şeylerin hepsi O’nundur. O’na izafe edilmiştir. Ondan sadır olmuştur. Onda nihayet bulur. Nebi (s.a.v.): “Muhakkak ki Allah tayyibtir. Ancak tayyib olanı kabul eder”293 diye buyurmuştur. Ebu Davud’un ve başkalarının rivayet ettikleri hastalıktan dolayı rukye hadisinde: “Sen tayyib olanların Rabbisin” buyurulmuştur.”294



(.) Tayyib: Güzel, hoş, iyi demektir. Mütercim.

(293) Müslim: 1015 Zekat’da sakadayı güzel kazançtan ve terbetinden kabul edilmesi babında.

(294) Ebu Davud: 3892 Tıbb’da: Rukyenin keyfiyeti babında; Ahmed: 6/21 rivayet ettiler. İsnadı zayıftır.

Yüce Allah (c.c.) ancak Tayyib (iyi) olan kulları ile komşuluk eder. Tıpkı Kuran-ı Kerim’de Cennet ehline: “Selamun aleykum üzerinize Tayyib (tertemiz) geldiniz. Hemen oraya ebediler olarak giriniz” (Zümer: 39/73) diye buyurulmuştur.

Muhakkak ki Allah’u Azze ve Celle, şeriatını ve taktirini hükmedip, iyi kadınların iyi erkekler için olduklarını belirtmiştir. Yüce Allah (c.c.) mutlak olarak tayyib olan olduğuna göre, O’nun kelimeleri, fiilleri, sıfatları, isimleri vs. bunların hepsi tayyibdir. Başkası bunlara hak sahibi değildir. Öyle ki güzel olan sadece O’nun tayyib kılması sonucudur. Onları başka tayyibeler yine O’nun tayyib kılması sonucu tayyibtir, güzeldir. Dolayısı ile bu güzel tahiyyet (selamlama) ancak Allah’a (c.c.) olur.

Selam da tahiyya türlerinden olunca, müslüman bir kimse de icabet edenler istemektedir. Yüce Allah’da (c.c.), ubudiyetine has kılmış olduğu kulları için, kendisinden selam istenilendir. Nefsi ile de onlardan razı olmuştur. Kendisine en ikramlı ve en samimli gelen ile başlamayı meşru kılmıştır. Aynı zamanda İslam’ın anahtarı olan şehadet kelimesiyle de bu selamlamada konum bakımından da en yakın olanı ile başlamayı da meşru kılmıştır. Kul namazda buna tekbirle, hamd, sena getirmekle, övmekle, Rububi ve ilahi tevhidle giriverir. Namazın sonunu da: “La ilahe illallah, Muhammeden Resulullah” kelime-i şehadeti ile bitirir. İşte bu selamlama namazın ortasında meşru kılınmıştır. Şayet bu ikinci rekata taşacak olsa, iki secde arası oturma faslı ile buna birer teşbih olarak bulunsa işte bunda fasılası ile beraber namaz kılana, neşat ve kuvvetiyle son iki rekatın istikbali için bir rahatlık vardır. Rekatlar arası peşpeşe yapmasına hilaf olarak... Bu yüzden de nafilelerde en faziletli olan ikişer ikişer kılınmasıdır. Şayet dört rekatlık bir tetavvu (nafile sünet) kılacak olsa ortasında oturuverir.



FASILA

Namazın sonunda tahiyyatın kelimeleri, önündeki hutbei hacetin konumunda olarak kılınmıştır. Dolayısı ile namaz kılan namazını bitirince, Rabbinden kendisine vermesi için boyun eğmiş ve huşulu olarak bir oturuşta oturur. Tahiyyat kelimeleri, sorularının, isteklerinin önüne geçerek bunları önünde arz etmeye koyulur. Sonra da bu nimet ve saadeti kendi eliyle ulaşmaya vesile olan (Nebi (s.a.v.)’e) salatu selam okumakla devam eder. Sanki namaz kılar kişi, yüce Allah’a (c.c.) kulluğu ile, ona sena etme, vahdaniyetini tevhidleme, rasulünün risaletiyle, Rasulüne salavat getirmekle tevessül de bulunmaktadır.

Sonra da ona: “Dualardan istediğini okuyabilirsin” denilir. Bu senin için bir haktır. Bu hak da senin içindir. Aynı zamanda salavatta “ve alihi” demekte, onun aline ve ashabına ikram etmekle gözün nuru kılınması için böyle söylenmesi salavat için meşru kılınmıştır. Aynı zamada O’nun üzerine (s.a.v.) vealine (ailesine) salaat getirmesi ile beraber O’nun babası (atası)İbrahim’e ve ailesine, ve İbrahim ve ailesinden sonra tüm enbiyaların da getirmesi. İşte bu yüzden de Resulullah (s.a.v.) için taleb olunan salavat tıpkı İbrahim’in üzerine salavat tıpkı İbrahim’in üzerine salavat misli gibidir. Aynı şekilde ondan sonra tüm enbiyalar ve mümin ailelerin (hepsi) üzerine de olmaktadır. Bu yüzden bu namaz Resulullah’ı (s.a.v.) üzerine de salavat getirilmesi ile daha kamil ve daha faziletli olmaktadır.

Namaz kılan kimse bunu yerine getirince, bütün şerlerin hepsinden Allah’a (c.c.) sığınması ile emrolunur. Çünkü şer hem ahiretteki bir azab hem de sebebidir. Dolayısı ile şer sadece azab ve sebepleri olmaktadır. Azab iki türlüdür: Berzah alemindeki azab, ve ahiretteki azab. Bunun sebepleri ise fitnedir. Bu da iki kısımdır: Büyük ve küçük. Büyük olana gelince bu deccalin fitnesi, ölünün fitnesidir. Küçük fitne ise bu da hayatın fitnesi olup bunu tevbe ile tedarik etmek mümkündür. Deccalin ve ölümün finesi buna muhaliftir. Çünkü bunlarla fitneye girmiş olan bunları tedarik edemez.

Sonra da kul dualardan dilediğini -tercihine göre- dünya ve ahiret konuları ile ilgili okuması meşru kılınmıştır. Bu yerde dua etmek -selamdan önce- şüphesiz selamdan sonra dua etmekten daha faziletlidir. Aynı zamanda dua edene daha faydalıdır. Aynı zamanda bunların hepsi Nebi (s.a.v.)’nin dualarının genelidir. Bu namazın öncesi ve sonrası ile namazındaki (dualar)dır.

Kul namazın başında olsun, rukuda olsun, rukudan başını kaldırmada olsun, secdede olsun, iki secde arasında olsun, selamdan önce teşehhüdde olsun dua türlerinden okur. Nitekim Sıddik’e (Ebu Bekir’e) namazda okuyacağı duayı da (Nebi (s.a.v.)) öğretmiştir. Nebi (s.a.v.), Hasan bin Ali’ye de vitir namazının kunutunda okunacak duayı da öğretmiştir. Nebi (s.a.v.) bir kavme dua etmek istediği ya da bir (kafir, zalim vs.) kavime beddua etmek istediği ya da bir (kafir, zalim vs.) kavime beddua etmek istediği zaman bunu rukudan sonra okurdu. Böylelikle de namaz kılan selam vermesinden önce, Rabbinin önünde namaz kılan selam vermesinden önce, Rabbimin önünde kurtuluş ve yakınlık mahallindedir. Bu mahalde (yerde) bir şeyler istemesi de, O’nun (c.c.) önünden ayrıldıktan sonra istemekten daha yakın icabet olunandır.

Nebi (s.a.v.)’e:

“Hangi dua daha işitilendir?” diye sorulunca kendileri:

Gecenin ortası ve farz namazların peşine olan (dua)295 diye buyurmuştur.” Namazın peşi (arkası) son parçasıdır. Tıpkı hayvanın arkası ve duvarın arkası gibi. Namazın arkası ile namazın bitişi olduğu şu hadisin delili ile karinesi(.) bulunmaktadır: “Her namazın arkasında otuz üç defa Allah’ı tesbih ederler, O’na hamd ederler ve O’na tekbir getirirler.”296 İşte burada namazın arkası, namazın bitişi demektir. İşte bu mühletinin de bitişi demektir. Çünkü bundan bu anlaşılır. Kul namazı bitirdiği zaman bundan dolayısı ile namazı bitirdiği ve namazın son bulduğu anlaşılır.

(295) Tirmizi: 3494 Davetlerde: 80. rakamın babında rivayet etti. İsnadında kopukluk olmasına rağmen hasen hadis saymıştır. İbni Cüreyc’in ananesi de bulunmaktadır. Hasenliğine dair başka şahitlerde vardır.

(.) Karine: Püf noktası demektir. Mütercim.

(296) Buhari: 2/270, Müsilm: 595; Muvatta: 1/209. Ebu Davud: 1504 rivayet etmişlerdir.

(SELAM İLENAMAZDANÇIKMA(BİTİRME)HAKKINDA)FASILA

Sonra da kul selam vererek namazı bitirir. Sonra da tıpkı haccda tahlil (bitirme) ile çıktığı gibi namazda da kişi namazını tahlil ile çıkar. Bu tahlili de imamın duası ile hayırın aslı ve esası olan selam ile arkasında olan kılar. Arkasında olan da tıpkı imamın tahlil ettiği gibi tahlil de bulunur. İşte bunda ona ve namaz kılanlarla beraber selam ile bir dua mevcuttur. Sonra da bu bütün mnamaz kılanlara meşru kılınmıştır. Tek başına kılsa da. Namaz için bundan daha güzel tahlil yoktur. Tıpkı tekbirin namazın başlangıcı için daha güzel bir başlangıç olmadığı gibi. Nitekim namazın tahrimi (başlangıcı) Rabb Teala’yı tüm kemalatı ile esbatı için toplayıp tekbir getirmektir. Onu tüm nakıs ve ayıplarda da tenzih etmektir. Onu bununla tek ve has kılmak. Dolayısı ile O’na tazim göstermek ve yüceltmek.

Dolayısı ile tekbir; namazın fiillerini, söz ve hallerini tafsilatlı olarak içermektedir. Namaz başından sonunda: “Allahu Ekber” sözü ile medmundur. Hangi başlangıç (tahrim), ihlas ve tevhidi içeren bu tahrimden daha güzeldir? Bu, tahlil (namazı bitiriş) mümin kardeşlerine ihsanı içermektedir. Namaz ihlas ile başlamakta (açılmakta), ihsan ile de bitmektedir.

FASILA

Namazı kamil kılanlar şöyle demiştir: “İşte namaz bu yönle ve bu tertib üzere koyulmuştur. Maksatlarından zikrettiklerinizde bunun hasıl olması mümkün değildir. Öyle ki; bu da miktarı ve hakikatından ancak, tamalanması, kemal kılınması ve doğruca kılınması hakkında -ki bu Resulullah’ın (s.a.v.)”da yapmış olduğudur- az bir parçadır. Zikrettiklerimizin, imamın ve uyanların isteklerine dönecek hafif tutma ve kısa yapma ile beraber husule gelecek mecal ve bu namazı özel olarak kılmak isteyene şüphesiz uzun bir ziyade (artırma) gerekmektedir. Dar vakitli bir namaza gelecek olursak bunda bu tevakkuf etmez.

Namazı veciz kılmak ile ilgili delil getirmenize gelince, beyan ettiğimiz gibi Nebi (s.a.v.) namazını vecizli kılardı. Bunda O’nun (ruhunu) Allah (c.c.) kabz edene dek de devam etmiştir. Bundan başkası elbetteki caiz değildir. Sabah namazında muavizeteyni okumasına gelince, işte bunu O (s.a.v.) hadiste açık olarak geldiği üzere seferde iken okumuşutur.297 Misafir olana, seferin zorluğundan dolayı namazı kısaltması mübah ya da vacibtir. O’nun için namazın rukünlerini tahfif ile kılması mübahtır. Bilmez misiniz ki Nebi (s.a.v.) mukim ile kılması mübahtır. Bilmez misiniz ki Nebi (s.a.v.) mukim iken sabah namazında yüz ayeti okumuştur.298 Sabah namazında “Tekvir” suresini okumasına gelince;299 eğer bunda seferde iken; bunda size bir delil yoktur. Şayet mukim iken okumuşsa, kendisinden burada altmış ayetin yüz ayete dek okuduğu rivayet olunup hikaye edilmiştir.300 Aynı zamanda “Kaf” suresini ve başkalarını da okuduğu rivayet edilmiştir.301 Çünkü Nebi (s.a.v.) namaza başlardı ve kendisi uzatmayı isterdi. Ancak çocuk vs.’nin ağlamasından ötürü namazı hafif tutmak zorunda kalırdı. Ruku ve secdede tesbihi üç defa yapması ile ilgili hadise gelince302 bu sabit değildir. Nitekim hilafına dair sahih hadisler vardır. Hadiste geçen: “Sa’diy” meçhul birisi olup kendisi ve hali bilinmemektedir.


Yüklə 1,73 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   17




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə